15 Ocak 2016 12:25
Sur, Cizre ve Silopi başta olmak üzere Güneydoğu Anadolu’da süren operasyonlara ve yaşanan hak ihlallerine karşı “Bu suça ortak olmayacağız!” dedikleri için önce Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan tarafından ‘aydın müsveddeleri’ sözleriyle eleştirilen, ardından YÖK'ün “Gereği yapılacaktır” açıklamasına muhatap olan ve sayıları 2 bini aştığı belirtilen akademisyenler bir taraftan ‘vatan hainliği’ ile suçlanırken diğer taraftan ‘ifade özgürlüğü’ üzerinden savunuluyor.
Dört gündür gündemde önemli bir yer tutan ‘Barış İçin Akademisyenler’ tarafından hazırlanan metin ve imza atan akademisyenler siyasilerden tepki görürken gazete yazarları da bu konuyu köşelerinde işlemeye devam etti.
Düzce’de dün bir akademisyen hakkında yakalama kararı çıkarılırken, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Anayasal ve yasal suç işleyen bu kişiler hakkında kurumlar gereğini yapmalı” sözlerinin ardından bugün de Kocaeli’de 21 akademisyen hakkında gözaltı kararı çıktı.
Bildirinin açıklandığı 11 Ocak’tan bugüne kadar geçen süreçte verilen demeçlerden kaleme alınan yazılardan bazıları şöyle:
Bildirinin gündem olmasından bir gün sonra Ankara’da düzenlenen Büyükelçiler Konferansı dolayısıyla konuşan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, bildiriyi imzalayanların ‘devlete dil uzattığını’ belirterek "Kendilerine güya akademisyen diyen bir güruh çıkıyor. Hak ve özgürlükler ihlal ediliyormuş. Ey aydın müsveddeleri, siz karanlıksınız, karanlık! Sizler ne Güneydoğu’yu, ne Doğu’yu, buraların adresini bilemeyecek kadar karanlıksınız” dedi.
Bildiriye imza atan Türkiyeli akademisyenleri casus anlamına gelen 5. kol elemanı olarak tanımlayan Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Mesela, Amerika Birleşik Devletleri Büyükelçimiz, daha önce de Türkiye'nin terör örgütüne yönelik operasyonlarıyla ilgili açıklama yapan Chomsky'i davet etsin. Kendisini bölgede misafir edelim. Kendi gözleriyle görsün. Gönlü ve zihni açık akademisyenleri de çağıralım. Dünya kamuoyuna gerçekleri bu şekilde doğru ve ciddi şekilde aktarabileceğimize inanıyorum. Türkiye açısından terör meselesi ortadan konuşulakcak bir mesele değildir” şeklinde konuştu.
‘Sorunun bir tarafında millet ve devletin, diğer tarafında ise elinde silahıyla, bombasıyla, molotofuyla teröristlerin bulunduğunu’ söyleyen Erdoğan, “Bu devletin ekmeğini yiyip de, bu devlete düşmanlık eden herkes hak ettiği cezaya çarptırılmalıdır. Ne okulda, ne adliyede, ne maliyede hiçbir kurumda, kamu çalışanı olamaz. Böyle bir duruma müsaade edemeyiz. Kamu kurumlarını hassas olmaya davet ediyorum” dedi.
Erdoğan, dün yaptığı konuşmada da, "İlgili kurumlarımızın da anayasamıza ve yasalarımıza göre açık suç teşkil eden bu ihanet karşısında gerekenleri yapacaklarına inanıyorum. Asla taviz verilemez" diyerek YÖK'e mesaj gönderdi.
Aynı zamanda profesör olan Başbakan Ahmet Davutoğlu bir akademisyen olarak soru sorduğunu belirterek “Demokratik yönetimlerin dışında silahlı güçlere izin veren tek bir devlet var mıdır, demokrasi buna izin verir mi? Demokrasi ve barıştan bahseden herkesin barışın önce kamu düzeni ile sağlanacağını görmesi lazım. Devlet ile terör örgütünü bir tutmanız hangi akademik anlayışınıza dayanıyor? Türkiye Cumhuriyeti demokrasiyle yönetilir ve silahlı gruplara hiç bir şekilde izin verilmez” şeklinde konuştu.
“Bu suça ortak olmayacağız!” bildirisine imza atan akademisyenlerin üniversiteye nasıl girdiklerinin araştırılmasını talep eden Milliyetçi Hareket Partisi Devlet Bahçeli, “Üniversitelerimizde hainlere destek veren zihniyette çocuklarımızı emanet edemeyiz. Onun için YÖK üzerine düşeni yapması ve ayrıca da üniversite rektörlerinin de bu konuda hassas olmaları lazım” dedi.
Barış İçin Akademisyenler İnisiyatifi’nin bildirisini imzalayanları ‘aydın görünümlü sefiller’ olarak tanımlayan MHP Grup Başkanvekili Oktay Vural, “Terörü hep birlikte dışlamalıyız, reddetmeliyiz. Türkiye, terörle böylesine mücadele ederken, terörün Doğu ve Güneydoğu’da yaşayan insanların hayat alanlarını ortadan kaldırdığı bir dönemde, kendilerini aydın diye adlandıran bin 28 akademisyen müsveddesi, PKK'nın taleplerini Türkçe ve Kürtçe okunan bildiriyle ilan etmişlerdir. Bu bildiri aydın ihanetidir, yazıklar olsun size, utanç vesikasıdır, böyle bir şey olamaz. Bu ortamı hazırlayanlar, Hükümet, YÖK neredesiniz? Kalemiyle milletine kurşun sıkan akademisyen değil, terör tetikçisidir. Bu, kan diliyle yazılmış bir bildiridir, kan kokuyor buradan kan” dedi.
Türkiye Barolar Birliği Başkanı Prof. Dr. Metin Feyzioğlu konuya ilişkin “Şunu hep birlikte söylemek zorundayız; devlet yıkılırsa herkes, hepimiz altında kalırız. Devlet yıkılırsa ne adaletten, ne gelecekten, ne refahtan, ne insan haklarından, ne de aydınlık bir gelecekten söz edebiliriz. O halde devleti yıkmak isteyen herkese her güce karşı dev vücut olmak zorundayız. Bu noktada kanlı terör örgütü PKK’ya bir cümlecik dahi aleyhte konuşmadan sürekli, ama sürekli Türkiye Cumhuriyetine söz söyleyenleri mütakere döneminin işgal altındaki İstanbul’un sözde aydınlarının kalıntıları olarak niteliyorum” ifadelerini kullandı.
İmza atan akademisyenleri tehdit eden suç örgütü lideri Sedat Peker, “Gerçek tehlikeli olanlar sizlersiniz diyerek lüks yerlerdeki işyerlerinize gelecekler (Ancak rahat olun sizleri çocuklarınızın ve eşlerinizin yanında öldürmeyeceklerdir) İntikamlarını dahi Müslüman Türk’e yakışır bir şekilde olacak ancak sizlerin kanlarıyla duş yapmayı da unutmayacaklardır. Eğer ki benim fikrimi sorarsanız; kendi can sağlığınız için siz bu devleti batırmaya uğraşmayın. Şu an dahi hayatta olmanızın tek sebebi devletin var olması ve ayakta durmasıdır. Yukarıdaki satırlarda söylediğim gibi teröristler, onların destekçileri sizler ve yabancı ülke istihbaratları kısacası hepiniz, hedefinize ulaşıp devleti işlemez hale getirirseniz şunu iyi bilin ki; bu vatanın evlatlarından asla merhamet görmeyeceksiniz. Tekrardan söylüyorum; oluk oluk kanlarınızı akıtacağız ce akan kanlarınızın altında duş alacağız” dedi.
Bildiriyi imzalayanların Türkiye’yi dünyaya şikayet etmek istediğini ileri süren Yeni Şafak gazetesi yazarı ve Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Karagül, “Bu kişilerin imzasıyla ülkemize sıkılan kurşunlarla, sivil insanlarımızı hedef alan bombalar arasında hiçbir fark yoktur. Onlar terörün altına imza atmışlardır, Türkiye'ye savaş ilan etmişlerdir. Nasıl PKK ile mücadele ediliyorsa, IŞİD'le mücadele ediliyorsa, bu entelektüel terör şebekesine karşı da bir vatan savunması esastır” dedi.
Yeni Şafak yazarı Karagöl gazetedeki köşe yazında “Örgütlere ihale dağıtanlar onlara da ihale dağıtmaktadır. Mao'cu oldular, Sovyet'çi oldular, gizli Amerikan muhibbi oldular. Para gelsin Suudcu da olurlar, İrancı da olurlar. PKK'nın uyuşturucu paralarından pay almak için, onun PR'cısı olmak için can atarlar” ifadelerini kullandı.
İmza atan akademisyenlerin Kürdistan’ın kurulmasını isteyen ‘Kürtçü fanatikler’ olduğunu söyleyen Sabah yazarı Mevlüt Tezel “Tamam, düşünce özgürlüğü var. En aptalca fikirleri bile ortaya atabilirsiniz. Ama ortada terörle mücadele varsa, ABD'de kimsenin gözünün yaşına bakmazlar. Fransa'da yaşananları gördünüz, ülkede sıkıyönetim ilan edildi!” dedi.
Bildiride bir kez bile PKK ismi geçmediğini belirten Star Yazarı Ahmet Kekeç “Realite diye bir şey var. Devlet şiddetinden söz edip, roketatarlı militanlara karşı operasyonu “katliam” alarak değerlendiren 1128 akademisyen, PKK şiddetini hiç görmüyor. Bugüne kadar bölgede, 300’e yakın sivil öldürüldü. Hepsi de, PKK militanlarının silahlarından çıkan kurşunlarla öldürüldü” dedi.
Çözüm sürecinde ‘aydınların’ daha farklı konuştuğunu söyleyen Kekeç “Bütün bunlar olurken, kendilerine ‘aydın’ diyen bu 1128 aymaz PKK’ya çağrı yapıyordu; ‘Demokrasi olmadan barış olmaz... Erdoğan’ın sizi aldatmasına izin vermeyin. Sakın silah bırakmayın…’ Barış olurken savaşı savunmak, savaş olurken ‘barış’ diye tutturmak nasıl bir halettir?” ifadelerini kullandı.
Akademisyenlerin, casus olduğunu ifade eden Yeni Çağ yazarı Arslan Tekin Asker, “Polis ülke bütünlüğü için canlarını ortaya koyarken, çoğu Türkiye üniversitelerinden 1128 prof., doç., dr., asistan cephe gerisinde saldırıya geçti. Bu PKK bildirisini imzalayanlardan hesap sorulmalıdır” şeklinde konuştu.
CHP Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu'nun parti olarak destek verdiklerini açıkladığı 'Barış İçin Akademisyenler İnisiyatifi'nin bildirisine ilişkin CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Haluk Koç "Parti olarak bu bildirinin arkasında değiliz. Ben partinin sözcüsüyüm. Düşünce ve ifade özgürlüğü çerçevesinde herkes düşüncesini, ifadesini yapar. Bu hürriyetten yararlanır. Teröre davetiye çıkarmadan, şiddeti teşvik etmeden bu çerçevede düşüncesini ifade eder” dedi.
Ülkede sivil, asker, polis, PKK'lı, kadın, çocuk yaşamını yitirirken akademisyenlerin duyarsız kalmadığını belirten HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, "Daha bir yıl öncesine kadar 'Baldıran zehri içeriz, kellemizi koyduk bu işe' dediği Çözüm Süreci'nin ana sloganıydı. İnsanlar barış istemekten korkmasınlar. Üniversiteler de akademi dünyasının arkasında durabilmeli, talimat almadıklarını, talimatla çalışmadıklarını gösterebilmelidir. Deklarasyonu yayınlayan akademisyenlerin, aydınların, ülkenin vicdanı olduğunu düşünüyorum” dedi.
Bildiriye imza akademisyenlerin silah ve savaş yerine müzakere ve barışı savunduklarını ifade eden Hasan Cemal T24’teki yazısında (12 Ocak 2016) “Saray’daki Sultan’ın kendisi gibi düşünmeyenleri hain ilan etmesine çoktan beri alıştık. Bu kara çalma huyundan bu ülkede yalnız akademisyenler, aydınlar, gazeteciler, siyasetçiler değil, Anayasa Mahkemesi, Merkez Bankası ve TÜSİAD başkanları da nasibini aldı. Despotluk böyle bir şey. Sadece kendi sesi duyulsun istiyor. Farklı sesler onu zıvanadan çıkarıyor. Tetikçiler, savcılar bir anda harekete geçiyor. Beyaz Şov da öyle olmadı mı? Barışın sesi bir anda kısılmadı mı?” diye belirtti.
“Delila / Bir Genç Kadın Gerillanın Dağ Günlükleri” ve “Çözüm Sürecinde Kürdistan Günlükleri“ isimli kitapları toplatılan T24 yazarı Hasan Cemal 13 Ocak’taki yazısında “Bu seferki sivil darbe. Saray’daki Sultan, iktidar iplerini tümüyle eline geçirmek ve bütün devlet kurumlarına el koymak için adım adım ilerliyor. Başarısız da sayılmaz. Anlaşılan o ki, şimdi sıra üniversitede. Üniversiteyi üniversite olmaktan çıkarmak istiyor. Üniversitenin ancak bağımsız düşünceyle var olabileceğini bilmiyor. Üniversitenin ancak eleştirel düşünceyle var olabileceğini bilmiyor. Üniversitenin itiraz yeri olduğunu bilmiyor. Cahil! Cahil olduğu için de devlet gibi, Saray gibi düşünmeyen üniversite öğretim üyelerini, 1128 akademisyeni devlet düşmanı ilan ediyor” ifadelerini kullandı.
Bildiriye imza atan akademisyenlerden 373’ünün yabancı olduğuna dikkat çeken T24 yazarı Yalçın Doğan, “Dünyanın dört bir yanındaki üniversitelerde öğretim üyeleri, Kanada’dan Avustralya’ya, bütün Avrupa ülkelerinden Amerika’ya kadar dünyaca ünlü üniversitelerin hocaları. Onlara ayrıcalık olmaz, bence onlara da, “terörist” muamelesi çekilsin ki, hak yerini bulsun. Takke dediğin, böyle düşer. Ve bu saatten sonra iflah olmaz” şeklinde konuştu.
İnternet portalı Özgür Düşünce’de bir yazı kaleme alan Mehmet Altan, “Erdoğan, AKP yönetimini eleştiren, hukuku savunan, hakkı savunan akademisyenlerden hoşlanmıyor. Onun hoşlandığı akademisyenler daha başka. O, Burhan Kuzu gibi akademisyenlerden hoşlanıyor. Başkanlığı destekleyen, her olumsuzluğu muhalefete ve özellikle HDP’ye yükleyen akademisyenlerden” ifadelerini kullandı.
Eleştirel bakışın, itiraz kültürünün ve analitik düşüncenin eğitimli insanın doğasında olduğunu ifade eden eski Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay konuya ilişkin “Türkiye'yi dünyada temsil eden büyükelçilerin toplantısında, TC Cumhurbaşkanı sıfatıyla akademisyenlere verilen yanıtın, kararlı olduğu kadar da akademik, sözcükleri özenle seçilmiş, nazik, diplomatik ve o ölçüde didaktik (öğretici) olmasını arzu ederdim” dedi.
Haberdar’daki köşe yazısında Ahmet Altan bildiriyi imza atan akademisyenlere müsvedde diyen Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’la ilgili “Bu şaşırtıcı cüretinin açıkça görülebilen bir tek nedeni var. Korkutabileceğine inanması. Haklılık haksızlık, entelektüel donanım, bilgi, birikim önemli değil anlaşılan Cumhurbaşkanı için, onun için önemli olan kendi ülkesinin vatandaşlarını ‘korkutabilecek’ bir güce sahip olduğunu düşünmesi. Devletin içine yerleştirdikleri ‘adamları’ sayesinde bu korkutuculuğu hayata geçireceğine inanıyor” ifadelerini kullandı.
80’lerde yaklaşık 5 bin kişinin 1402 sayılı Sıkıyönetim Kanunu’nu nedeniyle kamu görevlerinden alındığını vurgulayan Cumhuriyet yazarı Çiğdem Toker gazetesindeki köşesinde “Tek cümlelik yazılarla hayatları altüst olan kamu görevlileri, yıllar süren acılı yargı sürecinin ardından haklarına yeniden kavuştuklarında birçoğu bambaşka işler yapıyordu. Sokağa çıkma yasaklarının ardından “90’lara mı dönüyoruz” sorusunun iyimserliği, vahşet arttıkça anlaşıldı. Bugünden itibaren de “80’lere mi dönüyoruz” sorusunu duyabiliriz. Ama emin olun; bu kez öncekinden de “iyimser” bir soru olacak bu. Döndüğümüz yer çünkü; geride bıraktığımız tarihin herhangi bir kesiti değil, düpedüz karanlık” ifadelerini kullandı
1402 sayılı Sıkıyönetim Kanunu’ndan işinden olan ve yıllar sana akademiye geri dönebilen Baskın Oran, İMC TV’ye verdiği demeçte içerden YÖK’ün dışardan ‘mafya lideri’ Sedat Peker’in baskıları olduğunu belirtip “Faşist askeri darbelerle nasıl mücadele edilmesi gerektiğini öğrendik ama sandıktan çıkmış tür ile mücadeleyi olaylar üzerinden öğreniyoruz. Sonuçta orta vadede bununla mücadele etmesini öğrenip Türkiye’nin demokratikleşmesini göreceğiz. Fakat şu sırada zor günler önümüzde var. Şimdiki akademisyenlerin kuyruğunu dik tutması, bu işin üzerine gitmesi gerekiyor; demokratik Türkiye başka türlü kurulmaz” ifadelerini kullandı.
© Tüm hakları saklıdır.