Sözcü yazarı Emin Çölaşan, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın "Kusura bakmayın, mağdur falan yok" açıklamasının ardından okurlardan gelen darbe girişimi soruşturmasında mağduriyet yaşadıklarına ilişkin iddialar içeren mektupları yayımladı. Çölaşan'ın aktardığı mektupta, ikiz bebeğe hamile olan eşini muayeneye götürken gözaltına alındıklarını belirten baba adayı, "Suç olarak örgüt üyeliği, delil olarak da daha önce adını bile duymadığımız bir uygulama, telefonunda ByLock kondu önümüze. Bir anda örgüt üyesi oldu eşim" diye yazdı. Baba adayı eşinin tutuklandıktan sonra ikiz bebeklerini kaybettiklerini ileri sürerek "Eşimin maddi ve manevi sağlığı da bozuldu. Stresten uzak durması gerekirken, yine parmaklıklar ardına götürdüler. Henüz yavrularını kaybetmenin şokunu atlatamamışken tekrar cezaevine kondu" diye yazdı.
Emin Çölaşan'ın Sözcü gazetesinin bugünkü (15 Ekim 2016) nüshasında yayımlanan 'Bu haksızlıkları durdurun' başlıklı yazısı şöyle:
Sevgili okuyucularım, ülkemizdeki son gelişmeler nedeniyle çok sayıda masum ve çaresiz insana haksızlık yapıldığını düşünüyorum.
Devlet buna en kısa zamanda çare bulmalıdır.
Darbeye, teröre bulaşan kim varsa tepesine atmaca gibi binsinler, eyvallah. Hukuk çiğnenmediği sürece kimse itiraz edemez.
Ama suçsuz, günahsız, masum insanlara eziyet çektirilmesine razı olmak mümkün değildir.
Devletin görevi kurunun yanında yaşı da yakmak, at iziyle it izini karıştırmak değildir.
Bu konuda çok sayıda mektup alıyorum. Bunlardan bazılarını özellikle insancıl açıdan sizlere iletmeyi görev biliyorum. İşte birkaç örnek:
* * *
“Merhaba, ev hanımı olan eşim Nurhayat Yıldız 29 Ağustos Pazartesi günü, 14 haftalık hamile olarak Sinop'tan Samsun'a muayeneye giderken otobüs kontrolünde gözaltına alındı. Sinop adliyesine intikalin ardından suç olarak örgüt üyeliği, delil olarak da daha önce adını bile duymadığımız bir uygulama, telefonunda ByLock konuldu önümüze. Bir anda örgüt üyesi oldu eşim. Herhangi bir örgütün üyesi değilim, böyle bir program kullanmadım, telefonum burada, numaram belli dese de tutuklanarak Sinop cezaevine götürüldü.
Eşim evliliğimizin 3. yılında ilk defa anne adayı olmuştu. İkiz bebeğimiz olacaktı. Hassasiyetle kontrollerini yaptırıyor, sağlıklı bir gebelik geçirmesi için elimizden geleni yapıyorduk. O zamana kadar da hekim kontrollerinde herhangi bir sağlık sorunu yoktu. Ancak gebeliğinin 14. haftasında cezaevi şartlarıyla tanışmak zorunda kaldı.
İkiz gebelik olması sebebiyle yaşam şartları daha da önemliydi. En azından denetimli serbestlik olsun, günlük imza atsın ama gebeliği tehlikeye girmesin, iki can taşıyan bir anne demir parmaklıklar ardında kalmasın istedim. Bu gerekçe ve sağlık raporları ile yaptığımız itirazlar incelenmeden reddedildi…
6 Ekim Perşembe eşimin cezaevine girişinin 40. günü, gebeliğinin ise 19. haftası idi.
Maalesef ikiz yavrularımızı kaybettik. Daha dünyaya gözlerini açmamış iki can, Sinop Cezaevi'nde 25 kişilik koğuşta yaşam mücadelesi verdi ve maalesef yenik düştü.
Bir baba olarak yüreğim yandı, beynimden vurulmuşa döndüm. Ne yapacağımı şaşırdım, bu kadar ucuz muydu insan hayatı. Bebeklerimizi kaybetmenin üzüntüsü ile eşim daha kötü oldu. İki gün jandarma nezaretinde hastanede kaldı. Olan oldu üç yıllık evliliğimizin meyvesi olan yavrularımızı kaybettik. Ama eşimin maddi ve manevi sağlığı da bozuldu. Stresten uzak durması gerekirken, yine parmaklıklar ardına götürdüler. Henüz yavrularını kaybetmenin şokunu atlatamamışken tekrar cezaevine konuldu.
İtiraz, sağlık raporu, ameliyat, ikizlerin kaybı, hiçbiri yeterli olmadı. Eşim bu psikoloji ile orada ne yapacak, nasıl beslenecek? Ya da eşime de bir şey olursa bunun hesabını kim verecek?
Bütün bunlar sadece sözlü olarak bize söylenen şu programı kullanmışsın iddiasıyla başladı. Eşimin ifadeleri hiçe sayıldı, kullandığına dair bir tane delil gösterilmedi. Gösterilemez de zaten çünkü kullanmadı. Ama bu sebeple tutukluluğu devam ediyor. Şu an ikiz bebeklerini kaybetmiş bir anne olarak orada yaşam mücadelesi veriyor.
Çaresiz kaldım, tıkandım. Eşimin sağlığından ve psikolojisinden çok ciddi endişe duyuyorum. Yardımcı olursanız çok sevinirim. Benim ne yapmam gerekiyor?
Size her türlü bilgi, dosya no, tarih verebilirim. Telefonum…”
Bir insanlık dramı… Nurhayat Hanım'ın eşini aradım. Haklı olarak korkuyor, isminin verilmesini istemiyordu.
* * *
Bir başka mektup:
“Bugüne kadar hep AKP'ye oy verdik, muhafazakâr medyayı izledik ve sizlere karşı mesafeli durduk… Oğlum adliyede zabıt katibi olarak çalışıyordu ve tutuklandı. Devletin hastaneleri tarafından verilen yüzde 75 engelli raporu var. Ayrıca yetişkin alt bezi kullanmasına ilişkin raporlar var.
Suçu ByLock programı kullanmak. Ne olduğunu bilmediğimiz bu nesneyi asla kullanmamıştır.
Evimizde yapılan aramalarda örgütle ilgili hiçbir şey çıkmadı.
Oğlumun sol ayağı sakat. İki ameliyat geçirdi. Ayağını vidaların yardımı ile hareket ettirebiliyor. Ayrıca omurilik sinirlerindeki yapışma ve sıkışma nedeniyle dört ameliyat geçirdi.
Buna rağmen büyük ve küçük tuvaletini kontrol edemiyor. (Altına kaçırıyor.) 25 yaşında olmasına rağmen hep engelli ve hasta alt bezi kullanmak zorunda. Bu konuda raporlarımız var.
Oğlum annesinin bakımı olmadan cezaevinde yaşayamaz.
Raporlarının yeniden çıkarılmasını istiyoruz, tam teşekkülü bir hastaneye yeniden sevk edilmesini istiyoruz ama bütün kapılar yüzümüze kapanıyor. Çaresiz bekliyoruz… Sesimizi lütfen siz duyurun.
İsmimin sizde kalması ricasıyla.”
* * *
Bir de özür dileyenler var ki, sayıları epeyce fazla.
“Bugünkü yazınızı okudum ve son satırlarda (Fetullah cemaati olarak geçmişte) belki de bana küfrediyorlardı kısmında kendimden utandım. Evet, size ve sizinle aynı görüşte olanlara yıllarca küfrettim.
Ama bugün yaşananlar bana gösteriyor ki mesele dünya görüşü değil insanlıkmış.
Yıllarca peşinden koştuğum, her seçimde oy verdiğim insanlar, bir soruşturmaya bile tabi tutmadan sorgusuz sualsiz işimize son verdi. Bir de şimdi sanki herkeste ByLock varmış gibi televizyonlarda algı operasyonları yapıyorlar.
Ben kendimden adım gibi eminim. 2015 Aralık ayında istifa ettiğim ve kurulmasına devletin izin verdiği Aktif-Sen üyeliğim yüzünden ihraç oldum. Başka bir şey varsa idam edilmeye razıyım.
Gelelim işin başka bir boyutuna. Bu hain örgütün kapatılan okullarına devlet teşviki verenler, Aktif-Sen'in açılmasına onay verenler, cemaatin banka, okul ve sendikalarını kapatmayanlar suçlu değil!.. Kendi adıma söyleyeyim, ayda 12 lira sendika aidatını maaşımdan kesenler de suçlu değil ama ben suçluyum, öyle mi!
Emin Bey, bana hakkınızı helal edin, geçmişte gerçekten çok küfrettim size.
İsmim ….., telefonum …..ama lütfen sizde kalsın.”
* * *
Bir özür mektubu daha:
“Merhaba Emin Bey, sonda söyleyeceğimi en başta söylemek istiyorum. Ben ve benim gibi binlerce insanın size özür borcu olduğunu düşünüyorum ve kendi adıma özür diliyorum.
İmam hatip lisesi çıkışlı 16 yıllık öğretmenim. 1 Eylül günü meslekten ihraç edildim.
Öğrencilik yıllarım dahil olmak üzere şimdiki iktidarı destekleyen yayınlarla birlikte cemaat yayınlarını takip ettim.
O yayınlarda sizleri hep elitist, halka yukarıdan bakan, toplumu anlamayan kişiler olarak tanıdım. Daha doğrusu bize öyle tanıtıldınız.
Fakat şu son yaşadığımız süreçte, bizim uzun yıllar takip ettiğimiz dindar, inançlı ve vicdanlı sandığımız yazarları ve yapılan haksızlıklara karşı nasıl duyarsız olduklarını net bir şekilde gördüm.
Bir de sizin, görüş ve düşüncelerini benimsemediğiniz insanların mağduriyeti ile ilgili yazılarınızı okudukça, size büyük bir özür borcum olduğunu düşündüm.
Şunu net bir şekilde anladım ki dindar olmak ya da öyle görünmek ahlâklı olmaya yetmiyormuş.
Şu anda sizin bazı görüşlerinize halâ katılmıyorum ama insanlık ve vicdan gibi ortak noktalarda buluşmak demek ki mümkünmüş.
Sizi şimdiye kadar yanlış tanıdığım ve hakkınızda olumsuz düşündüğüm için lütfen bu samimi özrümü kabul edin. Hakkınızı helal edin.
Adım sizde saklı kalırsa sevinirim.”