02 Ekim 2015 21:23
Hürriyet gazetesi yazarı ve Cnn Türk'te yer alan 'Tarafsız Bölge' programının sunucusu gazeteci Ahmet Hakan'ın, program çıkışı evinin önünde uğradığı saldırı köşe yazarlarının ana gündemi oldu. 20 gazetede 58 yazar saldırıyı kaleme aldı.
Hürriyet’ten Ertuğrul Özkök, Mehmet Y. Yılmaz, Taha Akyol, Fatih Çekirge, Yalçın Bayer, İsmet Berkan, Oral Çalışlar; Sabah’tan Mehmet Barlas, Hıncal Uluç, Okan Müderrisoğlu; Cumhuriyet’ten Emre Kongar, Ali Sirmen, Güray Öz, Mine Söğüt; Sözcü’den Uğur Dündar, Bekir Coşkun, Yılmaz Özdil, Necati Doğru, Mehmet Türker, Saygı Öztürk; Posta’dan Nedim Şener, Candaş Tolga Işık; Milliyet’ten Melih Aşık, Güneri Civaoğlu, Mehmet Tezkan; Habertürk’ten Umur Talu, Fehmi Koru, Soli Özel; Yeni Şafak’tan Ali Bayramoğlu, Özlem Albayrak, Hikmet Genç; Star’dan Ahmet Kekeç, Hüseyin Gülerce, Özay Şendir; Vatan’dan Güngör Mengi, Reha Muhtar, Okay Gönensin, Murat Çelik; Evrensel’den İhsan Çaralan; Bugün’den Erhan Başyurt, Nazlı Ilıcak, Yavuz Baydar, Orhan Kemal Cengiz; Akşam’dan Kurtuluş Tayiz; Milli Gazete’den Ali Haydar Haksal; Yeniçağ’dan Ahmet Ünal, Arslan Bulut, Yavuz Selim Demirağ; Güneş’ten Memiş Hoca; Aydınlık’tan Mustafa Mutlu, Sabahattin Önkibar; Yurt’tan İdris Akyüz; Meydan’dan Atilla Taş, Abdullah Kılıç, Ömer Şahin; Yeni Akit’ten Ali Karahasanoğlu, Ersoy Dede, Hasan Karakaya
Eğer sanıyorsan ki, bu alçakça saldırı sadece Ahmet Hakan'a, sadece Hürriyet'e, sadece Doğan Grubu'nun bir üyesine yapılmıştır...
* * *
-Eğer sanıyorsan ki, bu alçakça saldırı, bir trol sürüsünün, iktidar yanlısı bir medya grubunun hedef göstermesinin sonucunda yaşanmış, sıradan bir olaydır...
Bil ki gaflet içindesin...
Bil ki bu olay bir işaret fişeğidir...
* * *
Bu ülkede yaşayan herkesi, laiğiyle, muhafazakârıyla,
liberaliyle, sağcısıyla, solcusuyla, milliyetçisiyle,, Türk'üyle, Kürt'üyle herkesi endişelendirecek bir gelişmenin işaret fişeğidir bu...
Bil ki bu bir son değil, bir başlangıçtır... İyiye doğru bir gidiş değildir bu...
* * *
Bugün belki sadece bizlere, ama emin olun ki yarın hepimize dönecek pusuların, kalleşliklerin, demokrasimize kastedecek olan gelişmelerin keşif koludur Ahmet Hakan'a yapılan saldırı...
Bugüne kadar Allah korudu bugünden sonrası için tevekkül
YİRMİ beş yıl boyunca...
PKK'sı, DHKP-C'si, İslamcısı, mafyası ile bütün terör örgütlerinin saldırısına uğradık.
* * *
Ayağımızın dibinde bombalar patladı.
Tesadüflerle kurtulduk...
* * *
Binalarımız saldırıya uğradı...
Allah korudu...
* * *
Peki ya yarın...
-'Baas'laşmış bir devlete...
-'Muhaberat'laşmış bir yapıya...
-'SS'leşmiş bir medyaya karşı kim korur bizi, bizleri...
* * *
Önlemimizi alırız, ama şu can var ya, Allah'ın verdiği şu can...
O, yine Allah'a emanettir...
* * *
Ne yapacağız öyleyse...
Tevekkül diyorum kardeşim...
İmanlı bir tevekkül...
* * *
Böyle vicdansız, orantısız bir güce karşı kendimizi atabileceğimiz tek sığınak o...
* * *
Bir de bizi anlayacak vicdanlı Müslümanlar...
* * *
Bir de şu cümle...
Zulüm, zalimin yanına kalmaz...
Yazının tamamı için tıklayın.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 13 Şubat 2015 tarihinde Meksiko City'deki basın toplantısında, ABD'de 3 Müslüman gencin öldürülmesinden sonra Obama'ya hitaben şunları söylemişti:
"Ben Obama'ya sesleniyorum, 'Neredesin Başkan' diyorum. Biz siyasiler, ülkemizde işlenen cinayetlerden sorumluyuz. Tavrımızı ortaya koymak zorundayız. Çünkü halk size oylarını verirken 'Benim can güvenliğimi, mal güvenliğimi sağlayacaksın' diye veriyor. Eğer siz, bu tür bir olay karşısında sessiz kalırsanız dünya da size her zaman sessiz kalacaktır."
Ben de buradan Cumhurbaşkanı Erdoğan'a sesleniyorum, "Neredesiniz Sayın Cumhurbaşkanı" diyorum!
Siz siyasiler, can ve mal güvenliğimizi sağlamak için oylarımızı aldınız.
Tavrınızı açıkça ortaya koyun lütfen artık.
Gazetemize saldırıldığında siz çıkıp saldırıyı kınayabilseydiniz, bir tek söz söyleyebilseydiniz, devlet görevlilerinin de tutumu farklı olurdu.
Dün bu yazıyı yazdığım saate kadar da her gün her konuda açıklama yapan Cumhurbaşkanlığı'ndan, Ahmet Hakan'a bir "Geçmiş olsun" mesajı gelmemişti.
Ahmet Hakan, yandaş medyadaki besleme kalemler ve politikacı kılığındaki bir maganda tarafından günlerdir hedef gösteriliyor, tehdit ediliyor.
Ve görevi vatandaşların can güvenliklerini korumak olanlar, başvurulara rağmen kıllarını kıpırdatmadılar, Ahmet Hakan'ı koruyamadılar.
Kim bilir belki de korumak istemediler.
Bu saldırı, dört tane kiralık magandanın kendi kendilerine yapacakları bir iş değil.
Bu kişileri kim kiralamıştır, kim Ahmet Hakan'a saldırılması emrini vermiştir, bunun bir an önce ortaya çıkarılması gerekir.
Gerçek failler ortaya çıkarılana kadar bu işin peşinde olacağımızı herkes bilsin.
Bizi susturamazsınız, korkutamazsınız.
Ahmet Hakan'a geçmiş olsun dileklerimi bir kez de buradan iletiyorum.
Çağırmalı koruma!
İstanbul Valiliği, Ahmet Hakan'ın koruma talebine yanıt verilmediğine ilişkin haberler üzerine bir açıklama yaptı.
Valilik "haberlerin gerçeği yansıtmadığını" belirtiyor ve "Sayın Coşkun'a, talebi üzerine 'çağrı üzerine koruma' tahsisi yapılmış olup müessif olayın meydana geldiği gün Sayın Coşkun'un koruma çağrısında bulunmadığı anlaşılmıştır" deniliyor.
Valilik, acaba Ahmet Hakan'ın geleceği okuyabileceği bir cam küresi olduğunu mu zannediyor?
Ya da gelecekten haber veren bir başka aleti olduğunu?
Ona bakacak, gece yarısı saldırıya uğrayacağını görecek ve hemen Emniyet'i arayıp, "çağırmalı korumayı" harekete geçirecek!
O da bir koşu gelip Ahmet Hakan'a saldırıyı önleyecek!
Merak ediyorum, böyle aletler varsa Valilik bana satın alabileceğim yerin adresini gönderebilir mi acaba?
Yazının tamamı için tıklayın.
Ahmet Hakan'a yapılan barbarca saldırının failleri bellidir, azmettirenlerin kimler olduğunu ise hukuk belirleyecek.
Ahmet Hakan gibi "eleştirel" bir gazeteciye niye böylesine düşman olunur? Bunun şahsi bir sebebi olamaz. Bu saldırının ülkedeki genel şiddet ortamından en azından cesaret aldığı da bir gerçektir.
Savcılık da soruşturmayı "organize suç" tanımıyla yürütüyor. Hukuki neticeyi göreceğiz.
Kardeşim Ahmet Hakan'a geçmiş olsun diyorum.
Bu barbarca saldırıda ülkede yükselen şiddet dilinin payı büyüktür. Öyle bir dönemde yaşıyoruz ki, siyasette ve medyada şiddet dili, bir kesim için maalesef göze girme yolu haline geldi.
ŞU SÖZLERE BAKIN
Siyaset ve medya tarihimizde kavgalar, kutuplaşmalar, ağır sözler az değildir fakat emsali görülmemiş şu sözlere bir bakın:
"Biz başkan yaptırdıktan sonra onlar da defolup gidecek...
Bunlar dayak yememiş hiç. Bizim hatamız bunlara zamanında dayak atmamak olmuş...
İstersek seni sinek gibi ezeriz. Bugüne kadar merhamet ettik de hâlâ hayatta kalabiliyorsun...
Herkes haddini bilecek...
Korku içinde yaşıyorsunuz...
Onun tırnaklarını da dişlerini de sökmesini biliriz."
Liste uzatılabilir. Her ağız açtığında birilerine hakaret eden, düşman ilan eden, militanlarına hedef gösteren siyaset dili toplumu önce gerdi, kutuplaştırdı. Bunu "eli kalemli Yakup Cemil'ler"in azgınlaşması izledi.
Yakup Cemil, biliyorsunuz İttihat ve Terakki'nin silahşoruydu.
Şimdi "kalemşor"lar var.
Sayın Bülent Arınç'ın deyişiyle "kan damlayan kalemler" nefret söylemiyle siyasi şiddeti sürekli körüklüyor. Bir göze girme yolu oldu kalemşorluk!
Yazının tamamı için tıklayın.
Gece yarısı bir haber:
"Ahmet Hakan'a saldırmışlar."
Mafya bozuntuları...
Mesleğimiz adına, Türkiye adına utanç verici bir tablo.
Bu arada İstanbul Valisi, Ahmet Hakan'ı arayıp "Koruma verme konusunda biraz gecikmişiz" demiş.
İnanılır gibi değil...
Ve gece bu olayla çalkalanırken...
Sabaha karşı bir haber...
Nusaybin'de sokağa çıkma yasağı.
Sonra...
SİLVAN
Tam yüzümü yıkayacağım...
Bu defa Silvan'dan bir acı haber...
Yine teröristler... Ve iki şehit...
ANKARA'DA FACİA
Daha Ahmet Hakan'ın olayı nedir, Nusaybin'de ne oluyor, Silvan'da ne kadar yaralı var?...
Diye sorarken, bu defa Ankara'dan bir facia haberi geliyor.
Bir otobüs halkın arasına dalıyor, şu ana kadar 12 ölü.
Yazının tamamı için tıklayın.
Ahmet Hakan'ın saldırıya uğramasına sadece 'dayak' gözü ile bakılmamalıdır. Trafikte sataşma ya da 'darp' mıdır? Hayır... Böyle bir bakış açısı zayıf kalır. Esasında bu tür vakalar 'suikast girişimi' sayılmalıdır. Çünkü olay planlıdır; Ahmet Hakan'ın arabası günlerdir takip edilmekte ve bunun dışında yoğun tehditler almaktadır.
Geriye dönük MOBESE'ler izlenirse her şey ortaya çıkar ama ciddi bir soruşturma yapılırsa...
"Aynı benim gibi saldırıya uğramış Ahmet Bey" diyor, CHP Kadıköy/İBB meclis üyesi Hüseyin Sağ.
Kadıköy'de evinden çıktıktan sonra aynı yöntemle saldırıya uğradığını söylüyor.
"17 Temmuz sabahı evden çıkıp arabama bindiğimde, arabama dokundular, ne oluyor diye indiğimde üç kişi üzerime bir anda saldırdı. Hepsi de iri yarıydı. Ben spor yapıyorum, boks biliyorum. Düşünün, teke tek olsam, hepsini deviririm. Ama bir anda üç kişi birden yüklendi. Ben de kendimi hemen korumaya aldım. bu yüzden attıkları yumrukları etkisiz hale getirdim."
Bu tür saldırılarda sahte plaka veya çalıntı bir araba ile yapmıyorlar bu kişiler... Polisi 'yormak' istemiyorlar; kendilerinin uzun süre takibini de bu yolla engelliyorlar. 'Faili meçhul' kalsın istemiyorlar yani; çünkü 'darp' olayının cezası ne ki...
Sağ, kendisine saldırıda kullanılan aracın bir süre önce alınmış, 10-12 bin TL'lik bir araba olduğunu söylüyor. Ahmet Hakan olayında arabanın kiralandığı firma belli; yani çalıntı değil.
Yoksa, sahte plaka ve çalıntı araba bulmak ne ki, böyle 'mafya' grupları için...
Sağ olayında saldırganların birinin 'eroin' işi var; Ahmet Hakan'a saldıranlardan biri aynı şeyden sabıkalı...
Yani, saldırganlar olayın gizli kalmasını istemiyor.
Trafik kazası ve kavgasından 'çıkmış' olay aslında 'adam öldürmeye tam teşebbüsten' olması gerekmiyor mu? Öldüresiye saldırı var.
Yani caydırıcı bir tarafı yok bu benzer olayların.
Eğer birine kızıyorsan 'dövdür', bir başkasını da dövdür; soruşturma nasıl olsa dar bir bakışla yapılıyor.
Sonra ne oldu? Sağ diyor ki:
"Kendimi önemsemiyorum ama her iki olayın ortak yanları çok... Failleri ve azmettiriciler farklı olsa da sizi evinizin önünde dövebiliyorlar. Ben aracıma bindikten az sonra arkadan hafif de bir darbe hissettim. Yere indim ve etrafıma bakarken arkadan muşta ile yüzüme vuruldu. Yaklaşık iki dakikada üç kişi öldüresiye dövdü beni, burnum kırıldı. Ameliyat oldum. Basın olayın üzerine gitti, ancak yargı için öyle bir şey söyleyemem. Yaklaşık üç aydan beri dava açılmasını bekliyorum. Belki benim yaşadığım olaydan sonra ciddi bir soruşturma yapılsaydı, Ahmet Hakan'ın başına böyle bir olay gelmeyebilirdi. Ahmet Bey, gözlük takıyor, gözlüklü bir adamın yüzüne vurulmaz. Önemli bir konu da şu...
Şimdi işler değişti; ranttan ötürü belediyeler öne çıktı. Benim hatırladığım iki kişi daha benim gibi dövüldü. Eskiden bu tür eylemler 'derin' devlet işiydi veya siyasi grupların (Sağ veya sol örgütler)... Şimdi ise bu saldırılar mafya gruplarına yaptırıyorlar."
Yazının tamamı için tıklayın.
Matematikçi Ali Nesin dün Facebook hesabında Ahmet Hakan'a yönelik saldırıyı eleştirirken şöyle yazdı: "Her zaman söylemişimdir: Türkiye'deki siyasi mücadele öncelikli olarak ideolojik, ekonomik, sınıfsal falan değildir. Asıl mücadele uygarlık mücadelesidir."
Ali Nesin daha önce başka vesilelerle bu cümleleri yazdığında içimden tepki göstermiştim; bu sefer 'Adam haklı' diye düşündüm.
Neden?
Çünkü maalesef aramızdan bazıları Ahmet Hakan'ın o yumrukları hak ettiğini, hatta kurşunlanıp öldürülmüş olsa onu bile hak edeceğini düşünüyor.
Evet böyle düşünenler var.
Peki ne yapmış Ahmet Hakan? Yazı yazmış, söz söylemiş.
"Ama yazdıklarını, söylediklerini beğenmiyoruz, öyle yazmaya, konuşmaya devam ederse sonuçlarına katlanır."
İşte uygarlık kavgası tam bu noktada başlıyor.
Söz söyleyene karşı sözü yetemeyenler yumruklarını, silahlarını konuşturmaya başladıklarında, başka birileri de yumrukların ve silahların konuşmasını meşru göstermeye kalktığında yani.
Biri şiddeti, kaba kuvvet kullanımını meşru gören ve buna başvurmaktan çekinmeyen bir 'sıfır noktasında uygarlık', diğeri ise elinde kelimelerinden başka bir şeyi olmayan uygarlık.
Kaba kuvvet aradan çıkabilse, kim bilir belki o zaman kelimelerle uygulanan şiddeti de konuşabileceğiz, belki onu da kesinlikle reddedilmesi gereken ayıplar sınıfına sokacağız. Ama hayır, tam oraya geliyoruz sanırken biri silahını çıkarıyor, öteki taşını sopasını eline alıyor, beriki yumruğunu sallıyor ve yeniden sıfır noktasına geri dönüyoruz.
Ahmet Hakan, kelimeleri ve sözleri dışında hiçbir şeyi olmayan bir insan.
Becerebiliyorsanız, kendi kelimeleriniz ve sözlerinizle alt etmeye çalışın, yumruğunuzla, tabancanızla, Kalaşnikof'unuzla, Doçka'nızla, bombanızla değil.
Ahmet Hakan'a kaba kuvvetinizle saldırdığınızda, kelimeleri ve sözleri dışında hiçbir şeyi olmayan koca bir uygarlığa saldırmış oluyorsunuz.
Kazanamazsınız.
Yazının tamamı için tıklayın.
Ahmet Hakan'a yapılan saldırı bütün gazetecilere, düşünce ve basın özgürlüğüne yapılmış bir saldırıdır. Gazeteci meslektaşım Ahmet Hakan'a geçmiş olsun diyor, acil şifalar diliyorum.
Saldırganların kim oldukları ve hangi motifle harekete geçtiklerinden/geçirildiklerinden daha önemli olan, son dönemde Türkiye'de gazetecilere karşı yaratılan hava.
7 Haziran'dan bu yana, ülkedeki ruh hali normal değil. Suruç katliamıyla başlayan, PKK'nın saldırıları tırmandırmasıyla yükselen bir gerilim ve kriz ortamının esiri haline geldik.
Güneydoğu'da çatışmalar yaygınlaşırken, çocuklarımız hayatlarını kaybederken, medya da doğal olarak bu tırmanıştan etkileniyor. Gazete sahipleri kurşunlanıyor, gazete binaları basılıp camlar indiriliyor, gazete sahipleri tehdit ediliyor. Köşelerden, TV ekranlarından, sosyal medyadan yükselen saldırgan ifadeler birbirini izliyor. Dil, üslup ve anlayış klişeleşiyor, basitleşiyor.
Seçimlere bir ay kaldı. Güneydoğu'nun bazı kentlerinin bazı mahalle ve köylerinde sandık güvenliğinin tehdit altında olduğunu düşünen valilikler, sandıkların daha güvenli yerlere taşınmasını seçim kurullarından istiyorlar. HDP bunu gerekçe göstererek seçimlerden çekilebileceğine ilişkin mesajlar veriyor.
***
Herkes zarar görüyor
İlk yapılması gereken, sakin ve saldırganlıktan uzak bir ortama dönmemiz gerçeği üzerinde mutabık kalmak. Çatışma ve kavgayı aşmanın yollarını hep birlikte aramak...
Gazeteler gazete olmaktan, TV'ler TV olmaktan çıkarak birer savaş makinesine dönüşebiliyor. TV ekranlarından sürekli tehditler dinlediğimiz, yalanın sıradanlaştığı, şiddetin normalleştiği günlerden geçiyoruz.
Siyasi rekabet, daha fazla nasıl oy alabilirim hesapları, ortamın daha da gerilmesine neden olabilir. Özellikle Güneydoğu'da tırmanan şiddet, normal bir seçimi imkansızlaştırabilir. Şimdiden bile bazı yörelerde sandık güvenliğinin tehdit altında olduğu yerel yöneticiler tarafından belirtiliyor.
Özenli bir dil ve tutum değişikliği
Medyanın özellikle ağır bir sorumluluğu ve zor bir konumu var. Kutuplaşmaya zorlanıyoruz. İktidar kavgalarının rüzgarı, yazı hayatımızı olumsuz yönde etkiliyor. Medya köşelerine egemen olmaya başlayan tehditkar ve yıkıcı ruh halinin, artık son bulması gerekiyor. Daha yapıcı, daha olumlu, daha yenilikçi, özeleştiriye daha açık bir düşünce şekline ihtiyaç var.
Öncelikle Cumhurbaşkanı ve çevresinden başlaması, diğer toplumsal ve siyasi kesimleri de kapsaması gereken bir tavır ve dil değişikliğine ihtiyaç hissettiğimiz günlerden geçiyoruz.
Siyasi partiler arasındaki kopukluğu ve toplumsal gruplar arasındaki gerilimi aşabilmek adına, yeni bir diyalog ortamının kurulmasına acilen ihtiyaç var. Farklı bir dil, farklı bir ufuk, farklı bir cesaret mümkün olabilmeli.
Yazının tamamı için tıklayın.
Düşünceye karşı kurşunun, söze karşı bombanın, yazıya karşı yumruğun kullanılmasının yadırganmadığı bir siyasi coğrafyadayız... Türkiye Cumhuriyeti çoğulcu ve özgürlükçü demokrasiyi bir hayat tarzı olarak benimseyerek, bu coğrafyadan kaderini ayırmayı seçti. Ama yine de yakın tarihimizde Abdi İpekçiler, Çetin Emeçler var.
Hürriyet'in bir köşe yazarına yapılan saldırı, dilerim hepimize bu gerçekleri hatırlatır. Şiddeti ve terörü demokrasinin meşru araçları olarak görenler, kalemlerinin namlusuna kurşun sürer gibi kelimeleri sürenler, teröriste "Terörist" diyemeyenler, bir kez daha düşünmek gereğini hissederler.
Eşkıyanın ne yapacağı belli olmaz
Siyaseti aktif olarak icra edenlerin de, siyaseti gazeteci olarak yorumlayanların da, üsluplarına çeki düzen vermeleri için bir uyarıdır bu... Bir dönemde rahmetli İsmet İnönü'nün dediği gibi "Eşkıyanın gece ne yapacağı belli olmaz" bu coğrafyada... Bakarsınız bir sabah bir medya grubunun patronuna kurşun yağdırılır ya da bir gece bir köşe yazarına kaba kuvvet uygulanır. Daha da ötesi demokratik sistemin nimetinden yararlanıp TBMM'ye giren bir siyasi partinin sözcüleri, terörist eylemlerinin yanında durmayı ve insanları sokak eylemlerine çağırmayı bir erdem olarak da sunabilirler...
Yazının tamamı için tıklayın.
Mutfaktaki masama serdiğim gazetemi, kahvemi yudumlarken okuyup bitirdikten sonra, her zamanki gibi salona geçtim. Uzaktan kumandayı tıkladım. Haber kanalım açıldı ve alt yazıyı okudum..
"Gazeteci Ahmet Hakan, evinin önünde saldırıya uğradı!.."
Orda, o anda, beynim de dondu, kanım da..
Diyarbakır'da altı sandığın yeri değiştirilmiş. Bulundukları ilkokul güvenli değilmiş..
Diyarbakır değil, İstanbul!.. İstanbul'un tam da merkezi, göbeği Nişantaşı.. O Nişantaşı'nda, bu ülkenin en çok satan gazetesinin, en çok okunan yazarı güvende değilse eğer, o zaman, Diyarbakır'ı konuşmanın anlamı ne?.
Daha bir kaç saniye evvel okumuştum mutfak masamda dün yazdığım satırları..
"Herkesin, ama herkesin birbirine gözünü kulağını kapayıp sövdüğü, herkesin kendisinden olmayan herkesi "Öteki" ilan edip, hatta hedef gösterdiği, yıkmaya, yok etmeye çalıştığı günümüzde, fikir savaşının faydalı olacağına inanıyor musunuz?."
***
Bugünün İstanbul Emniyeti, Ahmet Hakan'ın saldırıya uğrayacağını istihbar edemedi mi?. Hadi edemedi, tahmin de mi edemedi?. Ortada yazılıp söylenenlere bakıp, bir takım kent teröristlerinin harekete geçebileceğini düşünmek için, üstün zekalı mı olmak gerek?.
Ortada bir ihmal olduğu açık.. Bu ihmalin sorumlusu da, İstanbul Valisidir!.
Sayın Valiye iki sorum var..
1- İstanbul'da korunan kaç gazeteci var?.
2- Bu listede Ahmet Hakan niye yok?.
Cevap verebileceğini sanmıyorum!.
Yazının tamamı için tıklayın.
Gazeteci Ahmet Hakan saldırıya uğradı...
Kim, ne gerekçeyle yaparsa yapsın hiçbir şekilde şiddeti onaylamak mümkün değil. Hele gazetecilere dönük her türlü eylemi kınarım ve doğru görmem. Birinin düşüncesi size yakındır, birinin düşüncesi size karşıdır o ayrı bir durumdur. Ama şiddetin her türlüsü yanlıştır ve hukuk devleti içinde mutlaka müsebbipleri bulunur ve cezalandırılır.
Yazının tamamı için tıklayın.
Niçin Ahmet Hakan da bir başkası değil?
Yanıt asında basit gibi görünüyor:
“Çünkü en çok satan gazetelerden birinde en çok okunan yazar ve en çok seyredilen haber kanallarından birinde de en çok seyredilen programı yapıyor, yani Türkiye’nin en etkili özgür (muhalif?) yazarı ve televizyoncusu” yanıtı doğru...
Ama yetersiz.
Ahmet Hakan’ı iktidar yanlılarının hedefi yapan birinci özelliği, onların içinden çıkmış, onların ait olduklarını iddia ettikleri ideoloji içinde yoğrulmuş, kısacası “onlardan” biri olması; bu özelliği “dönek” damgası yemesine yol açmış.
İkinci özelliği, “özgürlük” gibi “demokrasi” gibi, iktidarın, içlerini boşaltarak kullandığı birtakım evrensel değerlere bağlılığı ve bu bağılılık üzerinden, “iktidarın ve iktidar yanlılarının” foyalarını meydana çıkarması.
Üçüncü özelliği, belki de en önemlisi: Lidere mutlak itaate dayalı dogmatik bir yapı içinde, sorgulayıcı kimlik geliştirerek bağımsızlaşan bir “kötü örnek” olması.
Elbette başka ikincil nedenler de var:
Çok iyi bir yazar olması, çarpıcı vurucu noktaları yakalaması ve bunları çok iyi ifade etmesi...
Yumuşak ve uzlaşıcı tavrı...
Bu tavrına karşın, cesur ve atılgan olması...
Cesareti ve atılganığıyla birlikte, okurlarda ve izleyicilerde nesnel davrandığına ilişkin bir izlenim yaratmış olması...
Kendisine saldıranlarla acımasız ve sert, kışkırtıcı polemiklere girmekten çekinmemesi.
Yazının tamamı için tıklayın.
Ahmet Hakan’ın saldırıya uğraması beklenmeyen bir olay değildi. Zaten Hakan’ın avukatları Turgut Kazan ve Aslı Kazan, Star yazarı Cem Küçük’ün müvekkillerini ölümle tehdit etmesi üzerine koruma verilmesi için başvuru yapmışlardır.
Başvuruya rağmen koruma verilmemiş ve Ahmet Hakan saldırıya uğramıştır.
İstanbul valisi Vasip Şahin de geçmiş olsun derken, ihmallerini itiraf etmiştir.
Tıpkı Hrant Dink olayındaki gibi, burada da devletin hizmet kusuru vardır.
***
Kaldı ki, A. Hakan’ın avukatları talepte bulunmasalardı bile, devletin koruma vermesi gerekirdi. Sürekli tehditlere maruz kalan bu arkadaşımızın tehlike altında olduğu herkesin malumuydu. Gerginliğin böylesine arttığı bir ortamda, özellikle muhalif gazetecilerin, güvenliklerini sağlamak devletin görevidir.
Devletin asli görevini yerine getirmesi için vatandaşın talebi şart değildir.
Basın özgürlüğü, devletin erkini özgürlüklerini bastırmak yönünde kullanmamasının yanı sıra, özgürlük tehdit altında olduğunda özgürlüğün kullanım alanının temizlenmesi, olayımızda, saldırganların caydırılması amacıyla erkini kullanarak müdahalesini de içerir.
Burada bu zorunluluk yerine getirilmediği için devlet, Ahmet Hakan’ın uğradığı saldırıda sorumlular arasındadır, tıpkı Hrant Dink cinayetinde olduğu gibi...
Tabii olaya olması gerektiği açıdan değil de, her şeyin şimdiyle dek olageldiği açıdan bakınca, teorik olarak mümkün böyle bir müdahalenin pratikte imkânsız olduğunu görmemek olanaksız.
***
Kimse bu olayın sorumlusunun “derin devlet” olduğunu da ileri sürmesin!
Devlet onun erkini kullanan kişilerle somutlaşır. Burada da, sorumlu olan karşımızda duran “Aşikâr Devlet”tir. Kimlerden oluştuğu da isim isim bellidir.
Yazının tamamı için tıklayın.
Panik havası kendini kof cesaret, içi boş kabadayılıkla gösterir. “Döveriz, acıdık da onun için hayattasın” gibisinden heyheylenmelerin arkasında da paniklemenin işaretlerini bulabilirsiniz. Kuşkusuz henüz yitirilmemiş iktidarın, iktidar nimetlerinin, sırtınızı dayadığınız duvarın sağlamlığına hâlâ güveniyor olmanızın da payı vardır bu zorbalık gösterilerinde.
Panik havası tez yayılır, bulaşıcıdır, aynı zamanda çılgınlaşmaya eğilimlidir. Çünkü nihayet köşeye sıkışmış haksızlığın çaresiz öfkesidir. Öfkesi de çaresizliği de sırtını dayadığı köşeye sıkışmış siyasetten gelir.
Geçmiş olsun Ahmet Hakan, ama bilelim ki hemen geçmeyecektir.
Yazının tamamı için tıklayın.
Resmen kabadayılıkla yönetilen bir ülkede yaşıyoruz. Eskiden Kasımpaşalılıkla övünenler palazlanıp anca mafya babası olurlardı.
Artık cumhurbaşkanı bile oluyorlar.
Kasımpaşalılığın temsil ettiği kabadayılık mahallesinden çıktı, devletin tepesine yerleşti.
Şimdi de doğal olarak oradan sokaklara sirayet ediyor.
Ortada hem dünya politikalarını hem de yerel politikaları, ona buna dayılanarak sürdürmeyi marifet sayan kontrolsüz bir güç var.
Bu güç, yardakçılarına fazla cesaret verdi.
Ama iktidar yanlıları tarafından tehdit edildiği için koruma isteyen muhalif bir gazeteciye koruma vermedi.
Önüne gelenin gazetecileri tehdit etme cüreti, iktidarın bir madalyon gibi göğsünde taşıdığı bu küstah tavrından besleniyor.
İktidar, kürsüden duydukları her şeye inanan ve işaret edilen düşmanı hemen hedefine alan yığınla tehlikeli insana güvenerek esip gürlüyor.
Galeyana getirdiği kalabalıkları, demokrasinin yıkıntıları arasında direnmeye çalışanlara hunharca saldırmaya teşvik ediyor.
Yazının tamamı için tıklayın.
Ahmet Hakan’ı hedef alan saldırı, özgür düşünen, biat etmeyen, yağcılık yalakalık yapmayan tüm bağımsız gazetecilere olduğu gibi, iktidarın istediği doğrultuda düşünmeyen herkese yöneliktir.
Özgür düşünceye karşı söyleyecek bir şeyi kalmayanların, şiddetten medet umacak kadar acz içine düştüklerini gösteren ibret verici bir olaydır.
Bağımsız medya üzerindeki faşizan baskıların vardığı ürkütücü noktadır.
Bundan sonrası, bazı IŞİD kafalıların itiraf ettikleri gibi, tırnak sökmeler, işkenceler ve faili meçhul infazlardır.
Çünkü bu korkunç örgütün arkasında hesap vermemek için her şeyi göze almış bir zihniyet vardır.
Yazının tamamı için tıklayın.
Ahmet Hakan’a geçmiş olsun…
Çoğu yazıları ya da tutumu sevimsiz bulunsa bile, çalışkan, işini yapan, başarılı bir gazetecidir Ahmet Hakan…
Saldıranların kim olduklarını henüz bilmiyoruz…
Ama bu ülkede eşkıya çok, serseri çok, beyni işlemediği için yumruğunu kullanan çok… Ve onları sopa niyetine kullanan, nasıl olmuşsa “Devlet adamı olmuş eşkıyaların” ülkesidir burası…
*
Olsun…
Biz işimizi yaparız…
Çekinmeyiz…
Sinmeyiz…
Bu milletin çoğunluk vatandaşları, kimi aydınları, işadamları, hocaları, bürokratları, sendikaları, hatta askerleri korkup sindiklerinde, biz bildiğimizi yazarız-çizeriz…
Canımız yettiği kadar…
Bize güvenen okurlarımız, sokaktaki insanlarımız, saçı süpürge annelerimiz, çocuklarımız için direniriz…
Vatan için canını veren o yiğitlere borcumuz var…
Yazının tamamı için tıklayın.
Gazete denilen kavram, sizin gazeteci sandığınız egosu patlak üç beş köşe yazarından ibaret değildir. Muhabirinden matbaa işçisine, santralinden arşivine, ulaştırmasından dağıtımına, binlerce isimsiz kahramandan, binlerce aileden oluşur. Üç bin kişiyi kurtarmak için, bazen mecburen üç kişiden vazgeçilebilir. Kişisel sıkıntıları abartmamak gerekir. Gidersin, başka yerde yazarsın, olur biter.
*
Ayrıca, gazete denilen kavram, sadece ticari bir ürün değildir. Sosyal ihtiyaçtır. Arz-talep dengesini, parayla kuramazsın, anca haberle-bilgiyle kurabilirsin. “Bidon kafalı” siyasiler anlamamakta ısrar eder ama… Halk isterse alır. Zorla okutamazsın. İstediğin kadar havuz kur, istediğin kadar yandaş gazete dağıt, Pravda bile başaramadı.
*
Hal böyleyken, haksız vergi cezaları kesiliyor, mitinglerde hedef gösteriliyor, yandaş manşetlerde iftira atılıyor, gazete binası baskına uğruyor, taşlanıyor, yazarları tehdit ediliyor, evinin önünde dövülüyor. Çünkü… Senelerdir anlatmaya çalıştığımız, orman yangınıdır bu… Ne kaplumbağa kaçabilir, ne ceylan kurtulabilir. Nasıl olsa kanatlarım var zanneder ama, alevler kontrolden çıktıktan sonra, kuşların akıbeti de aynıdır.
*
Bu satırları fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür bir gazetede, Sözcü’de yazmaktan onur duyuyorum… Aydın Doğan’ın yanında durmak, yurttaşlık görevidir. Ya hep birlikte söndüreceğiz, ya hep birlikte yanacağız. Üçüncü seçenek yoktur.
Yazının tamamı için tıklayın.
Dövene değil, dövdürene bak. Dövülene değil niyete bak. Ahmet Hakan’ın kaburgalarını kıranlar kimin adına o tekmeleri atıyordu ona bak. Ahmet Hakan’a vururken aslında “onun kaburgalarını kırdık, senin kaburgalarını kurşunlayacağız” demek istiyorlardı; dön bir de kaburga kırmanın altında gizlenen faşist niyete bak.
Kör değilsin…(!)
Ahmet Hakan’a sopa gösterip; “İstersek seni sinek gibi ezeriz… Bugüne kadar merhamet ettik de ayakta kalabiliyorsun…” diye korkutma, sindirme yazısı yazılan gazetenin sahipleri Ethem Sancak ile Murat Sancak’ın iktidar partisi AKP’nin son kongresinde şeref misafiri yapıldığını… Ve Ahmet Hakan’ın yazı yazıp, TV programı sunduğu Hürriyet Gazetesi binasını 40 kişilik eli taşlı sopalı yakmaya gelmişlerin başını çeken iktidar milletvekili Abdurrahim Boynukalın’ın da aynı kongrede divan üyesi olarak baş köşeye oturtulduğunu…
Göreceksin…(!)
Dövene bakma!
Dövdürene bak!
Dövülene bakma!
Faşist niyete bak!
* * *
Ahmet Hakan, pencerede duran, yazılarının başlığına “tarafsız bölge” koyan; “balans ayarcı bir yazar gazeteci” oldu. İslamcı iktidar partisi AKP’yi, kurucularını, en önde gidenlerini, ideolojilerini alkışlamak için fırsat kaçırmayan yazılar da yazıyor. Bugün kendisini dövenlerin partisinden sözcüleri de TV programlarına çıkartıyor, en çok süreyi onlara konuşsunlar diye veriyordu.
Başlangıçta birlikteydiler.
Aynı davanın adamıydılar.
Ahmet Hakan da imam hatip bitirmiş; Tayyip Erdoğan’ın eski partisi Refah’ın Milli Görüş çizgisinin desteklediği bir TV kanalında gazeteciliğe adım atmış, birlikte namaza durdukları, birlikte hacca, umreye gittikleri, birlikte şirket kurup belediye ihalesi aldıkları, ve “vesayet” adını taktıkları laikliği geriletme, “Türkiye Cumhuriyeti’ni İslamcı Cumhuriyete dönüştürme davasının” adamıydılar.
Ayrı düştüğü için değil…
Eleştirdiği için de değil…
Aslında onları kayıtsız şartsız övemediği için de değil Aydın Doğan’ın kaburgasını kurşunlayacakları uyarısını yapmak için Ahmet Hakan’ı gece yarısı evine giderken çevirip ağzı köpüklü 4 kişiyle dövdürdüler.
Yazının tamamı için tıklayın.
Ahmet Hakan’ın evinin önünde 2’si sabıkalı 4 kişi tarafından saldırıya uğraması tek başına bir olay değildir!..
Bu saldırı bütün basına, bütün gazetecilere, basın özgürlüğüne yapılmış bir saldırıdır!..
Basına verilmek istenen bir gözdağıdır!..
Bu gibi saldırılar dikta rejimlerine özgüdür!..
Geçmişte Demirperde ülkelerinde böyle olaylar çok görüldü; şimdi de Rusya gibi otoriter rejimlerde ve dikta ile yönetilen bazı Afrika ülkelerinde görmeye devam ediyoruz…
Bunun bir adım ötesi, muhalif gazeteci cinayetleridir!..
***
Peki, basına yönelik bu terörden sonra iktidar biraz olsun kendine gelir mi?..
Hiç ümidiniz olmasın!..
Bu iktidarı biraz olsun kendine getirecek olan sadece millet iradesidir!..
1 Kasım’da milletten okkalı bir tokat yemedikleri takdirde…
Hukuksuz, kaba şiddetle beslenen pervasız halleri, faşizan saldırıları katlanarak devam edecektir!..
Yazının tamamı için tıklayın.
Her ne kadar Başbakanımız “Terörün belini kırdık” dese de “can güvenliğinin olmadığı” bir ülkede yaşıyoruz. Bu ülkede yalnız terörle mücadele edenlerin değil hükümete muhalif olanların da can güvenliği yok. Meslektaşımız Ahmet Hakan’a “ha bugün, ha yarın saldırılacağını” Allah aşkına güvenlik birimlerinin yetkilileri bilmiyor muydu?
Yazının tamamı için tıklayın.
Öncelikle saldırganlar, bildik tiplerden seçilmiş, “uyuşturucu madde ticareti”, “silahla yağma”, “tehdit”ten sabıkalılar. En iyi tetikçi tipi onlardır; çünkü kamuoyu, saldırganların kendiliğinden bu tür suç işleme potansiyeline sahip olduğuna çabuk inanır.
Saldırganların yakalanmış olması, sorumluluğu olan siyasetçiyi ve bürokratı da kurtarır; “Saldırganlar yakalandı” diyerek görevlerini yaptıklarını söylerler. Faili meçhul dosyaların bir özelliği de yakalanan saldırganın ilk ifadesinin yalan olmasıdır.
Arkasında koca derin devlet yapısının çıktığı Mehmet Ali Ağca, vurduğu Abdi İpekçi cinayeti için “Tek başıma planladım ve yaptım” demişti. Hrant Dink’in katili Ogün Samast da “Dink’e kızdığım için milliyetçilik duygularıyla öldürdüm” diye yalan ifade vermişti.
Daha öncekiler gibi Ahmet Hakan’a saldıranlar da ilk ifadelerinde açıkça yalan söyledi. Ahmet Hakan ile trafik yüzünden tartıştıklarını anlattılar. Oysa Bağcılar’daki CNNTürk televizyonu binasından itibaren kiralık araçla Ahmet Hakan’ı Nişantaşı’ndaki evinin önüne kadar takip ettikleri kamera kayıtlarıyla sabit.
Ahmet Hakan’la trafik nedeniyle tartıştıkları yalanını söylemeleri, onların saldırıya giderken kullandıkları araba gibi “kiralık” olduklarını gösteriyor. Evet saldırganlar yakalandı ama görüntülerde hiçbir tedirginlikleri yok.
Ne yaptıklarını çok iyi biliyorlar ve işledikleri suç karşılığında çok az bir ceza alacaklarının da farkındalar. Hatta bir kesim tarafından kahraman muamelesi yapılacağından da eminler. Soruşturma Asayiş Şube’den, Organize Suçlarla Mücadele Şubesi’ne devredilmiş.
Eğer saldırı örgütlü çıkarsa durum değişir ama şu ana kadar elde bu yönde bir delil elde edilmiş değil. Yani saldırganları azmettirenlere ulaşılmasını sağlayacak bir delil şu ana kadar ortaya konamadı. Dediğim gibi muhtemelen “faili meçhul” kalacak. Ama biz biliyoruz ki, böyle bir saldırıda gerçek fail meçhulse, aslında fail devlettir.
Umarım yanılırım, umarım gerçek faillere ulaşılır.
Yazının tamamı için tıklayın.
Dün gece yarısı saat 03.00 suları…
İstanbul’daki bir hastanenin acil servisinin en uçtaki odasında Türkiye’nin en çok okunan köşe yazarı yatıyor. Yanı başında Türkiye’nin en köklü gazetesinin yayın yönetmeni var. Diğer başucunda ise hükümetin hoşuna gitmeyen yazılar yazdığı için işini kaybetmiş bir başka gazeteci endişeyle bekliyor.Tam o sırada yine iktidarın tehdit ve baskısı yüzünden yazılarına ara vermek zorunda kalmış bir başka meslek büyüğümüz giriyor içeri: “Bunun olacağı belliydi. Şükür yine ucuz atlattık. Bundan sonra hepiniz dikkat edin çocuklar” diyor.
*
İstanbul Nişantaşı’ndaki bir hastanenin acil servisinde dün gece şahitlik ettiğim bu resim Türkiye’nin utanç tablosudur.
*
“Trafik kavgası” dediler önce…
Oysa saldırganlar işinden çıkıp evine gelene kadar takip etmişlerdi Ahmet Hakan’ı... “Cem Uzan yaptırmıştır” dediler sonra…
“Genç Parti” dediler. Saldırganlardan birinin sosyal medya hesabının fonunda AK Parti logosuyla sağa sola küfürler, tehditler savurduğu ortaya çıktı.
*
Şimdi ise “Gereği yapılacak” diyorlar.
*
Ahmet Hakan’ın evinin önüne gitmeyi düşünen, ona dayak atmadığı için hata ettiğini söyleyen Tarlabaşı’nda bir müptezel değil, AK Parti milletvekiliydi. Gereğini yaptınız mı? “Yaşıyorsan sayemizde, seni sinek gibi ezeriz...”diyen gazeteci kılığındaki tetikçi hâlâ elini kolunu sallayarak dolaşıyor.
Yazının tamamı için tıklayın.
Bir gazeteci “İstersek seni sinek gibi ezeriz”. “Bugüne kadar merhamet ettik de hâlâ hayatta kalabiliyorsun” veya “Bizim hatamız bunlara zamanında dayak atmamak oldu” gibi tehditlere uğruyor ve yargı bu tehditlerde suç görmüyorsa...
Hemen her gece iktidara yakın ekranlarda linç programları düzenleniyor...
Kendini yargı yerine koyan bir takım adamlar gazetecilere suç ve ceza biçiyorsa... Emniyet tehdit altındaki gazeteciye ısrarla koruma vermiyorsa...
Olacak olan budur... Geçmiş olsun Ahmet Hakan...
Artık eski politikacı sayılan Bülent Arınç söylenecek her şeyi söylemiş attığı tweetlerde:
“Geçmişten bugüne, basına, gazetecilere, gazete sahiplerine yapılan gizli-açık tehdit, baskı ve hedef göstermelerin kötü sonuçlarını görmüştük.
Gazetecilere, yine kendi camialarından, eski - yeni medya patronlarından ya da gazetecilerden tehdit gelmesi de ayrı bir facia. Bu kötü rüyadan bir an önce uyanmamız dileğiyle...”
Gazeteciler neden sık sık saldırıya uğrar?
Birileri gerçeklerin yazılmasından veya söylenmesinden hoşlanmadıkları için...
Türkiye bir cinnet halini yaşıyor... Bir yanda şehit kanları ve bölünme tehlikesi, bir yanda iktidarın cemaatle savaşı gibi iç savaşlar. Bir yandan medyaya saldırılar...
Kavgaları azaltmak yerine çoğaltmaktan yarar umanlar, buradan nereye varacaklarını umuyor? Barış ve huzura mı? Efendim?
Yazının tamamı için tıklayın.
Gazeteciye şiddet için “Artık geçmişte kaldı” diye düşünüyorduk.
Abdi İpekçi, Uğur Mumcu, Çetin Emeç terör örgütleri tarafından öldürülmüşlerdi.
Çeyrek yüzyıldır gazeteciler fiili saldırıya uğramıyordu.
Gerçi olayları izleyen gazeteciler zaman zaman polisin ya da göstericilerin darplarına maruz kalıyorlardı ama bilerek, isteyerek, planlı saldırılar değildi.
.......................
Ancak...
Son aylarda zorbalar yeniden sahne almış bulunuyor.
Önce...
Star gazetesine saldırı...
Ardından...
İki kez üst üste Hürriyet gazetesine taşlı, sopalı grupların baskını...
Camların indirilmesi, giriş katının tahribi...
Ve...
Son olarak Hürriyet yazarı ve “Tarafsız Bölge” programının sunucusu/yöneteni Ahmet Hakan arkadaşımıza kemiklerini kırarcasına şiddet saldırısı...
.......................
Ahmet Hakan bir süredir tehditler alıyordu.
Hürriyet’e baskın sonrası gazeteci dostlarla bir öğle yemeğinde Ahmet’le beraberdik.
Bu “tehditleri” de konuşmuştuk.
Öyle korkmuş, sinmiş, pısmış bir hali yoktu.
Hiç bunlara “aldırır” gibi değildi.
Öyle yüksekten atıp tutmuyordu.
“Gelecekleri varsa görecekleri de var” gibi büyük ve iddialı laflar da etmedi.
Yazılarında ve TV’de bu gibi seslenişleri olmuştu ama sanırım toplum önündeki imajının gereğiydi.
Dostlar arasındaki sohbette “sade, sakin ve çelebiydi.”
İktidara yakın kalemlerden kendisi için “ezeriz” ya da AK Partili bir milletvekiline ait olduğu öne sürülen ses kaydındaki “Kabahat bizde, zamanında dayak atmalıydık” gibi ifadelere rağmen “endişe” izlenimi vermedi.
Tehditleri “iplemiyordu” ama bunu söylemle ya da beden diliyle şova, kahramanlık gösterisine dönüştürmedi.
Belki de “kuru gürültü” diye algılıyordu.
Gene de “tehlike” için uyarmıştım.
Yazının tamamı için tıklayın.
Hep böyle olur.. Daha doğrusu böyle olmuştur..
Önce laf atmalar başlar..
Sonra itibarsızlaştırma kampanyasına girişilir..
Ardından iftiralar başlar..
İftiraları tehdit izler..
Tehdit bombardımanına girişilir..
Sökmezse..
Gazeteci, yazar, çizer susmazsa, kalemini oynatmaya devam ederse, bilgisayarının tuşlarını tıkırdatmayı sürdürürse..
Korkmazsa, sinmezse, kıvırmazsa, yalpalamazsa..
Dik durursa..
Bu kez yumruğa başvurulur..
Geldiğimiz aşama budur..
*
Ahmet Hakan’a yapılan saldırıya bu perspektiften bakın.. O vurmuş, bu vurmuş; o kişiymiş, bu kişiymiş önemli değildir..
Üzerinde durulması gereken, bu anlayışın devreye sokulmasıdır..
O iğrenç senaryonun yeniden sahneye konulmasıdır..
Tehlikeli olan budur..
Çünkü bu gidişin bir sonraki aşaması kurşundur..
Evet, kurşundur..
Türkiye, aydınlara, yazarlara, çizerlere, gazetecilere sıkılan kurşunu da gördü.. Aydınları evine kuryeyle yollanan bombaya da tanık oldu...
O defteri kapattık zannediyorduk..
Yeniden açılmasın!
Ahmet Hakan’a yapılan saldırı hepimize yapılan saldırıdır.. Nasıl herkesin ‘amasız’ ‘fakatsız’ terörü lanetlemesi gerekiyorsa..
Demokrasiye bağlı herkesin bu saldırıyı da lanetlemesi gerekir..
*
Son söz; Ahmet geçmiş olsun.. Bu son olsun..
Yazının tamamı için tıklayın.
Her ülkede saldırı veya “gazeteciye saldırı” olabilir…
Ama bazı ülkelerde, nadiren, bizatihi cumhurbaşkanları, devlet başkanları, yöneticiler ve emirlerindeki “medya tetikçileri” saldırılacak hedeflerin de “tesadüfen” kulaklarını çınlatmış olur.
***
“Hürriyet binasına saldırı”, iktidar sözcüleri ile Cumhurbaşkanı’nın sözlerine “rast gelmişti” ya…
“Hürriyet’ten Ahmet Hakan”a saldırı da, kim yapmış veya azmettirmiş olursa olsun, iktidardan ve medyasından “tehditler”e denk geldi.
Öyle ya, bir iktidar milletvekili “Defolup gideceksiniz bu ülkeden. Bunlar hiç dayak yememişler. Bizim hatamız bunlara zamanında dayak atmamak” diyebilmişti.
İktidar efendilerinden de hiç tepki görmeden.
Öyle ya, bir iktidar kâtibi, bir de gazeteci sıfatıyla, “İstersek seni sinek gibi ezeriz. Bugüne kadar merhamet ettik de hala hayattasın” diye yazabilmişti vallahi!
Bu kadar rastlantı başka yerlerde de olabilir ama bir “demokrasi”de pek olmaz!
Böyle rastlantıları daha ziyade faşizan rejimler ile “içindeki faşoyu tutamayanlar” sever!
***
Tanıdığım zamanlarda efendi, karıncaezmez, mütevazı bildiğim ama sonradan bilemediğim Ahmet Hakan’a da, yine içtenlikle söylüyorum, geçmiş olsun.
Umarım sağlığına hemen kavuşur; umarım maruz kaldığı şiddetin sorumluları hesap verir.
O arada biraz soluklandığında dikkate alırsa, kendisinden ricam, “Cem Uzan adındaki hesapla twitter atışması”ndaki “Şanzelize üslubu”na bir daha baksın.
Muhatabı ne derse desin, saldırı nereden gelirse gelsin, gazeteci gazeteci kalmalı diyebilirim ancak.
Şanzelize’de de Belize’de de!
Çünkü gazetecilerin baskı, tehdit ve şiddete en iyi, en doğru cevapları harbi gazeteciliktir.
Yazının tamamı için tıklayın.
Hürriyet Gazetesi yazarı Ahmet Hakan’ın darp edilmesi sıradan bir olay değildir; bazıları bunu anlamasa da...
Basına yönelik “tehditler” hafife alınırsa, bu bir süre sonra, basını ve basın mensuplarını birilerinin “kolay hedefi” haline dönüştürür.
***
Keşke okuyan bir millet olsaydık...
Sadece okumakla yetinmeyen, tarihte yaşanmışlıklara dayalı eserler de yazan bir Başbakan’ımız, tarihle 24 saat hemhal olduğu izlenimi veren bir Cumhurbaşkanı’mız var; buna rağmen, onların söz sahibi oldukları günümüzde böyle bir hatırlatma yazısı yazmak zorunda kalıyorum.
Ne kadar hazin.
Elbette olanın Cumhurbaşkanı, Başbakan ve siyasi iktidarla bir ilintisi yok; ama “Hz. Ömer ile Dicle kıyısındaki koyun” öyküsünü de unutamayız.
Ahmet Hakan’a yönelik menfur saldırıdan ders alınmalı.
Geçmiş olsun; hem Ahmet Hakan’a, hem mensubu olduğu yayın grubuna hem de hepimize geçmişler olsun...
Yazının tamamı için tıklayın.
Hürriyet Gazetesi yazarı Ahmet Hakan, çarşamba gecesi programını bitirdikten sonra eve gittiğinde 4 zavallı tarafından saldırıya uğradı. Hakan uzun zamandır alenen ölümle bile tehdit edilen bir gazeteci. Buna rağmen yargı, Hakan’ı gazete sütunlarında veya televizyon ekranlarında şehvet içinde tehdit edenler hakkında herhangi bir adım atma gereği duymamıştı.
Bu tehditlerin dozu arttığı için devletten yakın koruma isteyen, gazetesi 2 kez saldırıya uğramış olan gazetecinin bu talebi ise 17 gün süreyle yerine getirilmemişti. Ancak olayın ardından yapılan açıklamalarda, aslında 2 gün önce kararın çıktığına ve “maalesef” bir bürokratik formaliteye takıldığına inanmamız isteniyor.
Ahmet Hakan üzerine sürü halinde çullanan korkakların elinden kaçmayı becerip bir komşu apartmana sığınamasaydı belki dün çok daha feci bir durumla karşılaşmış olacaktık. Geç Osmanlı ve Cumhuriyet tarihlerinde gazetecilere saldırı, gazeteci katli ve gazetecilerin baskı altında tutulmaları sıra dışı olaylardan sayılmaz.
Yerleşik siyaset kültürü içinde bu türden zorbalıklar, bir devletin hukuk içinde kalması gereğini sindiremeyip çete davranışına yeltenmek çok da istisnai değil. Gene de çok uzun zamandan beri hukuk, kurumlar ve devlet adabı anlamında böylesine derin bir çöküntüyü yaşamamıştık. Çok uzun zamandır bir iktidar partisinin, üyeleri ve mebuslarının böylesine sulta altına alındığına tanık olmamıştık.
Yazının tamamı için tıklayın.
Ahmet Hakan'a yapılan saldırı tüyler ürperticiydi.
Söze, saldırıyı lanetleyerek ve meslektaşımıza, Ahmet Hakan'a büyük geçmiş olsun diyerek başlayalım.
Gazetecilerin haberlerinden, yazılarından dolayı saldırıya uğraması, nedeni siyasal olsun olmasın, tam bir ilkellik göstergesidir. Ucu tüm bir topluma, bütün bir zihniyete uzanır. Saldırı nedeni siyasi olursa vahamet ve endişe artar.
Ahmet Hakan'ın saldırganları hızla yakalandı. Profesyonel sabıkalılardan oluşan bu çetenin azmettiricisi kim sorusu son derece önemlidir.
Ahmet Hakan'a hangi yakınlıkta ya da uzaklıkta olurlarsa olsunlar, basının, gazetecilerin işi, bu saldırıyı polemiklere alet etmeden, gözü kapalı suçlamalar yapmadan, hafifletici nedenler buyurmadan takip etmektir, en azından saldırıya karşı bir hassasiyet göstermektir.
Bu vesileyle şunu özellikle söylemek isterim. Son dönemlerde farklı siyasi eğilimdeki gazeteciler arasındaki ölümcül polemikler ya da hakaret yazıları veya hain vurgulu, itibar hedefli atışlar bu ülkenin beklediği, istediği demokratik olgunluğa hiç uygun olmadığı gibi, zaten gergin ve kutuplaşmış kamuoyunu daha da sertleştiriyor, havayı puslu hale getiriyor.
Gazetecinin, kalem erbabının hızla kendi kesiminin “savaşçısı” olma havasından ve meydan okuyucu ruh halinden uzaklaşması gerekiyor.
Bu, sadece meslek açısından değil demokrasi gerekleri ve kalitesi açısından kişisel ve etik bir sorumluluktur.
Dün yazdım, kendisine benzeyeni talep eden ve yücelten, farklı olanı ise yargılayan ve dışlayan bakış açısı, bu ülkede, yaşadığımız sosyolojik değişime direnen sert bir zihniyet çekirdeğidir.
Doğal olarak, bu sert çekirdeğin içinden konuşmak, taraf olarak, patron ya da siyasetçi, bir ideoloji ya da bir hayat tarzı adına, onları savunarak taş atmak kolay iştir.
“Bir kimlik aydını” ya da “hayat tarzı yazarı” olsanız, bunun tercih etseniz bile, mesele bu çekirdeği kırmaya soyunmaktadır.
Zor olan budur.
Yazının tamamı için tıklayın.
Artık şöyle bir ülke Türkiye:
Memleketin en büyük yayın organlarında terörün kötü bir şey olduğuna, teröristin suç işlediğine yönelik haber/analiz yapılmıyor; köşe yazısı yazılmıyor; terör haberlerinde terör örgütünün adı bile anılmıyor. “Bomba patladı, 3 kişi öldü” rahatlığındaki haberlere baksanız, hayatını kaybedenlerin dış sebeplerle değil aniden hak vaki olduğu için öldüğünü düşünebilirsiniz…
Bu ülkede PKK'nın sosyal medya hesaplarından yayılan propaganda amaçlı yalanlar, memleketin en büyük yayın organlarında çalışanlar tarafından desteklenerek paylaşılıyor. PKK'nın özyönetim ilan ettiği Cizre'ye haklı ve meşru operasyonlar düzenleyen güvenlik güçleri bile, neredeyse katliam yapmakla suçlanıyor.
Öte yandan vuku bulan bütün kötü hadiseler dört koldan AK Parti'ye ve özelde Cumhurbaşkanı'na mal ediliyor: PKK'nın patlattığı mayınlardan sorumlu olan da Erdoğan, Hacıların üstüne vinç düşmesinin kabahatlisi de O; toprağa düşen her damla kanın, kırılan her camın sorumlusu da Erdoğan; Ahmet Hakan'ın dayak yemesinin suçlusu da O…
Hiçbir kutsalı, kırmızı çizgisi olmayan bir savaş yürütülüyor. Erdoğan nefretinde birleşen paraleller, muhalif medya ve diğerleri; öyle bir noktaya varmış durumda ki, terörün sonuçlarını bile Erdoğan'a fatura ederek örgütü temize çekiyor; AK Parti'nin tek başına iktidar olmasının önündeki tek engel olduğu için HDP'yi barış güvercinine, Demirtaş'ı özgürlük havarisine dönüştürüyorlar.
Tüm ahlaki gereklilikler aşılmış; çifte standartlar, yalanlar, şark kurnazlıkları, ikiyüzlülükler, hileler ortaya konulmuş durumda. Her hal karşıtını yarattığı için de, o görüşten ya da bu görüşten herkes kör nefretle bilenmiş durumda.
***
Aydın Doğan'ın, 13 yıl boyunca girdiği her seçimden zaferle çıkan, her seferinde halk tarafından taltif edilen bir Cumhurbaşkanını yalancı çıkaran bir mektup yazması, ardından bir mektup daha yazması; kendisinin henüz kullanmaya başladığı “atışma” dilini sahip olduğu yayın organlarının 94 yılından bu yana kullanıyor olması; başlıbaşına hegemonya mücadelesinin delilidir. 13 yıl değil, 113 yıl daha başta kalsa bile Erdoğan'ı kabul etmeyecek oluşlarının nedeni de, hala sınıfsaldır.
Aydın Doğan'ın “hükümet yıkıp, hükümet kurmadım, imasını bile etmedim” demesi de bir söz oyunundan başka bir şey değildir, çünkü normal şartlarda devlette olduğu varsayılan hegemonyaya sahip olmak demek zaten devletten bile güçlü olmak demektir… Aydın Doğan'ın, seçilmişe iade etmeye direndiği şey de budur.
Yazının tamamı için tıklayın.
Yazımı tamamladıktan sonra başlık atma gibi bir alışkanlığım var… Lakin bu yazı onlardan biri değil… Başlığını önce attığım nadir yazılardan biri bu… İstedim ki önce bir “geçmiş olsun” diyelim…
“Kim, nerede, nasıl, ne zaman, niye..,” diye sormadan önce,
Gazeteci ya da değil,
İnsani, vicdani ve aslında İslami bir refleksle,
Rengine, fikrine, mahallesine bakmaksızın..,
'Geçmiş olsun Ahmet Hakan Coşkun…' diyorum… Kendisine yapılan saldırıyı şiddetle kınıyorum… Ve acil şifalar diliyorum…
Zira her kime olursa olsun şiddet uygulamak, darp, fiziksel saldırı..vs, hiçbir şekilde meşru kabul edilemez…(Vatandaşın can ve mal güvenliğini tehdit eden vandal, çapulcu, terörist..vs, hariç…)
Nokta…
Amma velakin, ve fakat, ve kezalik, ve haddizatında anlamıyorum…
Gazetesi 'üzerimize geldiler, bizi hedef gösterdiler, böyle oldu…' diye feveran ediyor…
Peki, iyi, tamam da.., 'Kim, nasıl, neyi gösterdi?...' bir deyiverin hele…
Yazının tamamı için tıklayın.
Dünkü, “Bu küfürbazdan kahraman yaratmayın!” başlıklı yazım, şehir magandalarından sopa yiyen Ahmet Hakan Coşkun’a “gider” niyetine okunmuş...
Hasan Cemal’i kastetmiştim oysa.
Pekâlâ, Coşkun için de kullanılabilir o niteleme. Coşkun, daha azılı bir “küfürbaz” üstelik...
Dolayısıyla, burnunda kırık var diye “kahraman” ilan etmeyelim adamı.
Bir saldırıya uğramıştır.
Çirkin ve alçakça bir saldırıdır...
Kınayalım.
Bu satırların yazarı da “ama”sız, “fakat”sız, “ancak”sız kınıyor mahut saldırıyı ve “geçmiş olsun” demeyi ödev kabul ediyor. Hakikaten geçmiş olsun. Bu iş hiç hoşuma gitmedi.
Fakat, saldırıyı kınayacağız da, ötesini söylemeyecek miyiz?
Genelkurmay Başkanlığı, “Size Cumhurbaşkanı seçtirmeyeceğiz” diyerek TBMM’ye ve TBMM’den çıkmış meşru hükümete muhtıra verdiğinde, bu zat,“Muhtıraya karşı olduğumuzu söyleyeceğiz de, ötesini söylemeyecek miyiz?” diye atarlı bir yazı yazmış, kendince “işin ötesini” kurcalamıştı.
İşin ötesi şuydu:
Bu hükümet, pekâlâ bir darbeyle yahut muhtırayla alaşağı edilebilirdi. Bunu hak edecek yığınla icraat sergilemişti. “Bu fetihçi zihniyete” bir yerde dur demek gerekiyordu. (“Fetihçi zihniyet” ifadesi, Nuray Mert mamulâtıdır.)
Biz de ötesini kurcalayalım.
Bakalım ne çıkacak?
Hani Ahmet Hakan Coşkun’a yapılan saldırı “basın özgürlüğü”ne yönelik saldırıydı, hani hiçbir güç onları yollarından alıkoyamazdı, hani susmayacaklardı, hani “demokrasi mücadelesi”nden ve doğruları yazmaktan vazgeçmeyeceklerdi, hani bir ölür bin dirilirlerdi...
Yazının tamamı için tıklayın.
Hürriyet gazetesi yazarı Ahmet Hakan’a yapılan saldırıyı kınıyorum. Kendisine geçmiş olsun diyor, şifa diliyorum. Ahmet Hakan’ın dili, üslubu bazen çok kırıcı, hakaretamiz, hatta düşmanca da olsa, hiç ama falan demeden, kaba kuvvete ve şiddete karşı çıkmalıyız. Kendisine medya yoluyla cevap verilebilir ya da yargı yoluna gidilir.
Saldırıyı yapanlar bulunsa bile, bu işin arkasında başkalarının olduğu, bu şahısları birilerinin kullandığı ihtimal dâhilindedir. Dört ihtimal var.
Birincisi, muhalefetin aklına ilk gelen iktidar yanlısı çevreler... Ancak bunların içine Sayın Cumhurbaşkanını, Başbakanı dâhil etmek, tuzak olarak adlandıracağım dördüncü ihtimali kuvvetlendirmekten öte bir anlam ifade etmez.
İkincisi eski medya patronu, şu anda Paris’te yaşayan Cem Uzan... Çünkü Uzan iki gün önce attığı (Ahmet Hakan’a saldırıdan sonra bunların kendisine ait olmadığını söyledi) teweetlerde çok ağır hakaretlerle Hürriyet yazarını açıkça tehdit etti. Bunlar yalanlanmadığı için de Ahmet Hakan, köşesinden Cem Uzan’a; “alçak, şerefsiz, hırsız, sahtekâr” dedi.
Üçüncü ihtimal “Paralel Yapı” şüphesi... Ahmet Hakan, geçtiğimiz 24 Eylül Perşembe günü köşesinde şunları yazdı: “Yürekten iman ederek söylüyorum: “Türkiye’nin en önemli ve en büyük sorunudur “Paralel Yapı”... Tehditler almış olacak ki, ertesi gün şunları yazma gereğini duydu: “Ölüm tehdidi, protesto, kampanya falan...Vız gelir, tırıs gider.”
Dördüncü ve en kuvvetli ihtimal, Türkiye’ye, iktidar-medya çatışması üzerinden bir tuzak kurulduğudur... Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yıpratılmasında, Aydın Doğan’ın sırtını bir yerle dayadığı iddialarını güçlendiren cüreti, meydan okuması da bu açıdan düşündürücüdür.
Yazının tamamı için tıklayın.
Bir fikir fikir doğru da olabilir yanlış da.... Bir fikir iyi niyetle de dillendirilebilir daha başka amaçlarla da... Hiç fark etmez, sonuçta fikir fikirdir.
Bir fikri çürütmenin yolu da ortaya daha iyi ya da daha doğru bir fikir sunmaktır.
Yoksa fikri dile getirenin suratını çürütmek demek beğenmediğin fikrin yayılmasını sağlamaktan başka işe yaramaz...
***
Ahmet Hakan’a düzenlenen saldırıdan söz ediyorum. Meslek hayatım boyunca en fazla karşı karşıya geldiğim isimlerden biridir.
Sabah Gazetesinde yazdığım dönemde Ahmet Hakan’ın Haşmet Babaoğlu ile bir gerilim yaşamıştı. O zaman “Senin uğruna dövüşecek bir şeyin var mı Ahmet Hakan” diye bana göre son derece ağır bir soru da sormuştum.
Sonra defalarca karşılaştık her seferinde medeni konuşmalar geçti aramızda.
Haberturk’te yazdığım dönemde beğendiğim programlarından da söz ettim zaman zaman. Yergide de, övgüde de aynı ilişki aynı kaldı ve bu iyi bir durumdur.
***
Çarşamba gecesi Tarafsız Bölge sona erdiğinde Ahmet Hakan yazmaya karar vermiştim zira Altan Tan sınırları oldukça zorlamıştı.
Sonra saldırı haberi geldi. O zaman ne televizyon yayınının önemi kalıyor ne de ayrı fikirlerde olmanın.
İnsanın aynı fikirde olduğu kişilerin mağduriyetlerini savunması, anlatması kolaydır.
Gerçek demokratlık, fikrine karşı olduğun kişiler saldırıya uğradığında “oh olsun” demek yerine “hayır, bu asla olmamalı” diyebilmektir.
Yazının tamamı için tıklayın.
Terör örgütünün aralıksız süren saldırıları ve verdiğimiz şehitler maalesef gündemden düşmüyor ama şehirlerde estirilen terörün de artık PKK’dan geri kalmadığı anlaşılmıştır. Hürriyet yazarı Ahmet Hakan’a programını bitirip evine dönerken 4 saldırgan tarafından uygulanan terör bunun en bariz ve üzücü örneğidir.
Onu evine kadar takip ettikleri ve teröristlerin yaptığından farksız saldırıyı gerçekleştirdikleri anlaşılan ve 2’sinin çeşitli suçlardan sabıkası olduğu açıklanan saldırganlar bu rahatlığı nasıl buluyor?
Avukatı Turgut Kazan yapılan tehditler üzerine uzun süre önce savcılığa suç duyurusunda bulunmuş. Hakan köşesinde ve TV programında kendisi de bu tehditlerden söz ederek suç duyurusu yaptı.
Diğer avukatı da 17 gün önce İstanbul Valiliği’ne müracaat ederek ısrarla “acilen güvenlik önlemi alınmasını, yakın koruma verilmesini” istemiş.
Valilik cevap vermemiş.
Yazının tamamı için tıklayın.
Türkiye’deki kanlı hesaplaşma ortamının yarattığı negatif enerjiyi ortadan kaldırabilmek, pozitif enerjiyi yerine ikame edebilmek için, “hayatı doğru algılama” biçimlerini ve yöntemlerini bu köşede birer birer yazıyorum...
***
Çatışma eşiğini düşürmeyi başarmış olan “çağdaş toplumlar”, bu başarıyı düşünce ve algı sistematiklerini değiştirerek sağlıyorlar... Hayatı algılama biçimleri, mutluluk, başarı ve huzur kavramlarıyla ilgili tanımlamaları farklı anlamlar içermeye başlıyor...
***
Ahmet Hakan’a; geçtiğimiz günlerde saldırıya uğrayan Murat Sancak’a; kaba şiddete maruz kalan tüm mağdurlara “içten gelen geçmiş olsun” duygularımı iletiyorum...
Yazının tamamı için tıklayın.
Star gazetesinin bahçesine bomba bırakıldı. Hep birlikte kınayamadık, bazıları kuşku beyan ettiler.
Star medya grubunun başkanına ateş açıldı.
Yine hep birlikte kınayamadık, yine bazıları başka şeyler aradı.
Hürriyet gazetesine iki kez taşlı sopalı saldırı oldu.
Bunun bütün basına ve demokrasiye yapılmış bir saldırı olduğunu hep birlikte söyleyemedik. Hatta bazıları savundu.
Sabah gazetesine taşlı sopalı saldırı oldu.
Yine hep birlikte kınamak bir yana, birçoğu “olur böyle vakalar” demeye getirdi.
Hürriyet yazarı Ahmet Hakan’a yapılan saldırı göz göre göre gelen bir saldırıdır.
Bu kez, ilk defa “ama”sız, kuşkulu ifadeler kullanmadan bu saldırı kınandı.
Bir basın kuruluşuna, bir basın mensubuna yapılmış saldırının, bütün basına ve demokrasiye, basın özgürlüğüne yapılmış bir saldırı olduğunu görmekte yine epeyce geç kaldık.
Basına, gazetecilere yapılan saldırının, saldırıların, siyasi pozisyonlara göre farklı muamele görmesinin ayıbını epeydir üzerimizde aşıyoruz.
Yazının tamamı için tıklayın.
Ahmet Hakan Coşkun son örnek.
Bu kadarla geçmiş olsun.
Ve daha önemlisi, gerçekten son olsun.
Özelden, geçelim genele...
Birinizin hoşuna gittiyse, muhakkak bir başkasını rahatsız etmiştir yazdığımız.
Biriniz, “Doğru” dediyseniz, emin olun bir diğeriniz yanlış bulmuşsunuzdur söylediğimizi.
Bazılarınız hak verdiyse yazdığımıza, söylediğimize; bilin ki bazılarınız da yüzde yüz haksız olduğumuzu düşünüyorsunuzdur.
Ve...
Hoşuna giden, “Doğru” diyen, hak verenleriniz tebrik / takdir etmez. Genellikle sessiz kalır, olumlu görüşlerinizi, beğenilerinizi iletmeye gerek görmezsiniz...
Ama…
Rahatsız olur, yanlış bulur, haksız olduğumuzu düşünürseniz, hemen gösterirsiniz tepkinizi.
Nadiren medenice eleştiri, çoğunlukla küfür / hakaret, bazen de hedef gösterilme, tehdit edilme olur payımıza düşen.
Böyledir, alışığız...
“Mesleğin kaderi” der geçeriz.
**
Yalnız...
Bu ülkenin yakın geçmişindeki kritik, karışık, puslu, kirli dönemlerde, gazetecilerin suikastlara kurban gittiğini unutmuş olamazsınız.
Biz unutmuş değiliz.
**
Bir gazete / gazetecinin (ama işi sadece gazetecilik olan, evrensel kriterlere göre gerçek bir gazete / gazetecinin) görüşlerine katılmayabilirsiniz...
Söyledikleri, yazdıkları hoşunuza gitmeyebilir.
Hatta, çıkarlarınızı zedeliyor bile olabilir o gazete / gazetecinin ‘habercilik’ faaliyeti.
İşini maksatlı yapmıyorsa, yalan yazıp yalan söylemiyorsa, dediğim gibi mesleğin evrensel kaidelerine göre ‘haberci’ ise; ne kadar kızarsanız kızın, o kişinin / kurumun hedef gösterilmesine, tehdit edilmesine, fiziksel saldırılara maruz kalmasını mazur göremezsiniz.
Ve bu noktadaki tavrınız; o gazete / gazetecinin sizin düşüncenize, görüşünüze uygun olup olmadığına göre, ismine değişemez.
Benden olan - olmayan ayrımı yapamazsınız.
‘Adamına göre’ davranırsanız, gün gelir roller, pozisyonlar değişir. Geçmişteki yüzlerce örnekte olduğu gibi.
Tehdide, şantaja, saldırıya; karşıysanız karşısınızdır.
Uğrayan kişinin ya da kurumun kim olduğuna göre değil; doğrudan, açık açık.
“Ama...”sız, “İyi de...”siz.
Eveleyip gevelemeden, bahane üretmeye çalışmadan.
**
Her yerde, her alanda olduğu gibi medyada da; iyisi de var kötüsü de, doğrusu da var yanlışı da, olması gerektiği gibi olanlar da var, olmayanlar da.
Bizim sektörde de, değişmesi, düzelmesi, iyileşmesi gereken birçok nokta bulunuyor olabilir.
Bu ülkedeki birçok farklı alan, farklı sektörde olduğu gibi yani.
Soru şu:
Değişimin, düzelmenin, iyileşmenin yolu ‘şiddet’ uygulamak mıdır?
Olabilir mi?
Kabul edilebilir mi bu?
Sadece medya kuruluş ve mensupları için değil elbette. Herkes için.
Yazının tamamı için tıklayın.
Hürriyet Gazetesinin Köşe Yazarı Ahmet Hakan, önceki gece yarısından sonra saldırıya uğradı.
Buradan öncelikle Ahmet Hakan’a ve Hürriyet camiasına, Evrensel çalışanları adına geçmiş olsun diyor, dayanışma dileklerimizi iletiyoruz.
Ahmet Hakan’a evinin önünde saldıran dört saldırganın, siyasi bir kimliklerinin bilinmediği, bazılarının uyuşturucu, darp… çeşitli adi suçlardan “kayıtları” olduğu, yani tam da kullanılarak atılacak türden kişiler olduğu anlaşılmaktadır. Ki bu, ateşi maşayla tutma yöntemi, bu tür vakalarda sıkça görülmektedir.
Önceki gece, Ahmet Hakan’ın saldırıya uğradığını duyan herkesin aklına, son günlerde Hürriyet’e iki kez arka arkaya AKP’nin Osmanlı Ocaklarına mensup militanların yaptığı saldırı ve bu saldırıların ilkini de açıkça AKP Gençlik Kolları Başkanı ve İstanbul Milletvekili Abdurrahim Boynukalın’ın yönetmesi geldi. Ve tabii akıllara gelen bir başka şey de Boynukalın’ın bir “dost sohbetinde”, “Bizim asıl hatamız bunlara zamanında dayak atmamamızdır” dediği ve bu “sohbette” Ahmet Hakan’ı da döveceğine dair söylemleridir.
Ahmet Hakan bu gelişmeleri dikkate alarak 13 Eylül’de İstanbul Emniyetine dilekçe vererek “koruma” istemiş, ancak Emniyet bugüne kadar bu isteğe yanıt vermemiştir.
Bu yüzden de ülkedeki gelişmeleri az çok izleyen, bırakalım gazetecileri, sıradan vatandaşlar da, Ahmet Hakan’a yönelik saldırının alenen, hazırlanılarak ve önceden kamuoyuna ilan edilerek gerçekleştirilen bir saldırı olduğunda hemfikirdir.
Kuşkusuz ki bu saldırıyı sadece Hürriyet’e yönelik saldırılar ve Boynukalın’ın söylemleriyle açıklamak da yeterli değildir. Tersine bu saldırının bir siyasi arka planı da vardır.
Şöyle ki; halka ve ülkeye verecek bir şeyi kalmayan iktidarların son sığınağı şiddet olmuştur. Çünkü kendilerini eleştirenlere verecek mantıklı, ikna edici bir yanıtları kalmayınca, eleştirileri susturmak, muhalefet edenleri ezmekten başka çareleri kalmaz.
Ama bu şiddeti meşru göstermek için de hedefe koyduklarını halkın gözünde “itibarsızlaştırmak”, vatana, millete ihanet içinde göstermek gerekir. Bu yüzden de şiddet yöntemleri, aynı zamanda iktidarı elinde tutanların kendilerine muhalefet edenleri, hainler, alçaklar, namussuzlar gibi sıfatlarla da suçlamakla eş zamanlı olarak biçimlenir.
Yazının tamamı için tıklayın.
Siyasilerin sürekli hedef gösterdiği medyaya, susturma ve gözdağı operasyonlarının ardından artık fiili saldırılar başladı.
“Sabıkalı dört tetikçi” Hürriyet Gazetesi yazarı Ahmet Hakan Coşkun’u, CNNTürk’teki program çıkışından itibaren kiralık bir araç ile takip ederek, evinin önünde saldırıda bulundu.
Planlı ve organize bir suç söz konusu…
Ahmet Hakan Coşkun’a ve Hürriyet ailesine, şahsım ve İpek Medya Grubu adına geçmiş olsun dileklerinde bulunuyorum.
“Tetikçi saldırganların” kim olduğu kadar, onları bu saldırıya teşvik edenlerin kim olduğu da önemli…
Ahmet Hakan, bir süredir iktidar vekilleri ve iktidara yakın gazeteciler tarafından açıktan hedef gösteriliyordu.
Hürriyet Gazetesi’ne taşlı sopalı saldırı sırasında olay mahallinde bulunan AK Parti Gençlik Kolları Başkanı ve AK Parti Milletvekili Abdürrahim Boynukalın’ın baskın sonrası sarf ettiği sözler de bunlardan birisi.
Saldırının sorumluları
Gençlerle sohbetinde Ahmet Hakan’ı korkaklıkla suçlayan Boynukalın, “Ben bugün Nişantaşı’na evinin önüne gitmeyi düşünüyordum, tek başıma. Gidecektim oraya bekleyecektim. Gel bakayım buraya diyecektim. Bizim hatamız bunlara zamanında dayak atmamak olmuş” diyordu.
Star Gazetesi yazarı Cem Küçük de 9 Eylül 2014 tarihli köşe yazısında Ahmet Hakan’ı direkt hedef gösterip “ölümle” tehdit ediyordu:
“7 Haziran seçimleri öncesi PKK’nın baş propagandisti Ahmet Hakan’dı. Bunu bilmeyen yok. Türk milleti Coşkun’un tüm ihanetlerini kaydetti ve elbette bedelini ağır ödetecek… Şizofreni hastaları gibi hâlâ kendini Hürriyet’in Türkiye’yi yönettiği günlerde zannediyorsun. İstersek seni sinek gibi ezeriz. Bugüne kadar merhamet ettik de hâlâ hayatta kalabiliyorsun…”
Ahmet Hakan’a, bu kadar açık “ölüm” tehditlerine ve avukatı aracılığıyla talepte bulunmuş olmasına rağmen 17 gündür koruma verilmemiş olması da ayrı bir skandal.
Hedef gösterenler kadar koruma ihmali gösterenler de bu saldırıdan sorumlu.
Yazının tamamı için tıklayın.
Ahmet Hakan saldırıya uğradı. Bu olaya “Birkaç çapulcunun işi” süsü vermeye çalışanlar çıkabilir. Muhtemelen AK Parti’den de kınamalar gelecektir. Ama tablo meydanda. Gelişmelerin sorumlusu, sürekli “nefret dilini” kullanan Tayyip Erdoğan, havuz medyası ve AK Parti’nin kurduğu AKTroller örgütüdür.
Cumhurbaşkanı bağırıp çağırınca, bu öfke dalga dalga tabana yansıyor ve meselâ Mehmet Metiner çıkıp şöyle konuşabiliyor: “Aydın Doğan kimi kandırıyor? Edep sınırlarını aşıyor. Haddini bilecek Aydın Doğan. Onun tırnaklarını da, dişlerini de sökmesini biliriz. Haddini bilecek. Saygılı olacak, edepli olacak.”
Ya da Abdurrahim Boynukalın Hürriyet Gazetesi’ni basıyor, yanındakiler ana avrat sövüyor; ağza alınmayacak küfürler ediyor. Bu olaydan sonra Boynukalın’ın bir “dost” meclisinde söylediklerine bakın: “Ahmet Hakan'ın damağı filan düşmüş sinirden. Acayip korkaktır Ahmet Hakan. Ben bugün Nişantaşı'nda evinin önüne gitmeyi düşünüyordum. Gidecektim böyle bekleyecektim ‘Gel bakalım buraya’ filan diye. İkinci şeyde de aynı şekilde. Sedat Ergin terliyor, merliyor. Bunlar dayak yememişler hiç. Bizim hatamız bunlara zamanında dayak atmamak olmuş. Dayak yeselerdi...”
En ufak bir pişmanlık emaresi yok. Üstelik AK Parti de bu milletvekilinden hesap sormadı.
Havuz medyasının şeyleri, “terörist” diye Ahmet Hakan ile Aydın Doğan’ı hedef göstermedi mi? Köşe yazarları, en ağır hakaretleri, tehditleri savurmadı mı?
Yazının tamamı için tıklayın.
Türkiye, korkulan her şeyin başa geldiği bir ülkeye dönüşmüş durumda artık.
'Aklına dahi getirme' desen de, akla gelmesini engellemeyi başarsan da, o ihtimal çok geçmeden başına gelecek ve sen böyle bir ülkede mesleğini ifa edemez halde, korka korka, sağını solunu iyice kollayarak yaşama seçeneği ile karşı karşıyasın.
Ahmet Hakan'a geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum.
Allah korusun, ölebilirdi.
Çünkü ahval ve şerait, bu ülkenin gazetecilerinin, aydınlarının, iktidar gibi düşünmeyen insanlarının başına artık her şeyin gelmesi için müsait.
Evet, meslektaşımızın önceki gece dört holiganın saldırısına uğraması, medyanın ve medya çalışanlarının köküne kibrit suyu ekilmesinde yeni bir aşamaya geçişin habercisidir.
Durum aynen böyle.
Ahmet Hakan'ı hedefleyen terör saldırısı, esasen, kısmi felç durumu giderek bünyesine yayılan medyada geriye kalan itiraz cesareti ve çok sesliliği savunma iradesine vurulmuş, 'mesaj veren' bir cürümdür.
Zaten içinde nefret, müsamahasızlık, aydın ve gazeteci düşmanlığı gibi demokrasi düşmanı hissiyatı hep beslemiş ve canlı tutmuş bu ülkede siyasetin alabildiğine mafyalaşması, lümpenliğin temel değer olarak iktidarı rehin alması yüzünden şu ana kadar yaşatılandan çok daha tehlikeli bir safhaya geçiyoruz artık.
Yazının tamamı için tıklayın.
Hukukta kuraldır, iddia eden iddiasını ispat eder.
Ama bazen insan hakları hukuku, mağdurları korumak için ispat yükünün yerini değiştirir.
Mesela, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, sapasağlam birisinin gözaltından yara bereyle çıkması durumunda, devletten bu kişiye işkence yapmadığını ispat etmesini ister.
* * *
Devletin sahip olduğu muazzam güç, o gücün suistimal edildiği izlenimi doğduğunda, ispat yükünün yer değiştirmesini gerektirir.
Ahmet Hakan’a evinin önünde yapılan alçakça saldırının arkasında kimin olduğunu şu anda bilmiyoruz.
Ama Hürriyet Gazetesi’ni hedef alan iktidar öfkesi bu saldırıya ilişkin olarak iktidara, bu işte bir şekilde “devletin” parmağı olmadığını ispat etme yükümlülüğü getiriyor.
* * *
Aylardır Hürriyet Gazetesi iktidarın ve onun destekçilerinin ateş hattı içinde yer alıyor.
Gazete ve köşe yazarları neredeyse günlük olarak iktidar destekçisi gazetelerin yazarları tarafından tehdit ediliyor.
Sayın Cumhurbaşkanı konuşmalarında gazeteyi hedef alıyor.
Sayın Aydın Doğan’ın Cumhurbaşkanı’nın ona atfettiği sözleri söylemediğini beyan etmesi bile iktidar çevrelerinden tehdit dolu sözlerin gelmesine yol açtı.
Hürriyet Gazetesi’ne yapılan fiili saldırılar da herkesin malumu.
O saldırıların ardından kimsenin tutuklanmaması, ciddi bir soruşturma başlatılmaması saldırganların açıkça korunduğunu gösteriyor.
Yazının tamamı için tıklayın.
Uykusunda öldürülen polisler, evlerinin kapısında vurulan askerler maalesef gündem olamıyor bu ülkede; ama bazı gazetecilerin mahalle kavgası bırakın ülkeyi, dünya gündemine oturuyor. Medya, iş dünyası, akademi, siyasi partiler, sivil toplum kuruluşları bir anda ayaklanıyor; ABD Elçisi, Avrupa Konseyi gecikmeden açıklamalar yayımlıyor; Türkiye’de basın özgürlüğü üzerindeki baskıdan, özgürlüklerin kısıtlanmasına ve adaletin işleyişine kadar uzun uzadıya değerlendirmeler içeren uyarılarda bulunuyorlar.
Şiddete karşı bu duyarlılık kuşkusuz önemli ve güzel. Sokak kavgalarına gösterilen bu ilgi bile değerli; peki ya bu çevreler, teröre karşı aynı refleksi, duyarlılığı neden gösteremiyor? Diyarbakır’da önceki gün bir okula bomba konuldu; Van’da okul yoluna döşenen mayın patlatıldı. Fakat bu terör saldırıları, bir mahalle kavgası kadar bile tepki uyandırmadı. Büyük televizyon kanalları, gazete ve haber siteleri bu saldırıları küçük vurgularla geçiştirdi. Kuşkusuz ister bir medya mensubu olsun, ister sokaktaki sıradan bir vatandaş; kimsenin burnu dahi kanamasın. Şiddet sergileyenler yakalansın ve kanun karşısında hesap versin. Doğru olan bu; herkesin bu konuda hemfikir olması gerekiyor.
Fakat şiddet olayları ve terör saldırıları karşısında ortak bir tepki geliştirilemiyor. Daha dün Silvan’da evinin önünde iki asker alçakça vuruldu. Bu korkunç terör saldırısı bir gazetecinin karıştığı mahalle kavgasının gölgesinde kaldı. Bir mahalle kavgasına -içeriden ve dışarıdan- gösterilen tepkinin aynısı neden bu terör saldırısına karşı da gösterilemedi? Bir gazetecinin yediği yumruk, kaç şehide bedel?
Yazının tamamı için tıklayın.
Bugün güçlü olanlar geçmişte gücü elinde bulunduranların durumunu göz ardı etmemeli. Hemen her kesimi düşman ilan etmek kime ne kazandırır? Türk-Kürt, Alevi-Sünni, laik-anti laik, paralel ve iktidar gerilimine daha başkaları de eklenecek gibi görünüyor. Buna fırsat verenler var.
Suriye’nin son durumu ile ilgili bir yazıya yoğunlaşmışken gazeteci Ahmet Hakan’a olan saldırı, niyetimizin değişmesine neden oldu. Bu bir tahammülsüzlük örneği. Bu ve benzeri olaylar aylardır geliyorum diyor, bar bar bağırıyor. İş bu kerteye varmış ise daha neler olacağına dair onlarca soru işareti içeriyor. Ve ne yazık ki yangın körükleyiciler ortama öylesine egemen ki kimseye soluk aldırmıyorlar. Yazık çok yazık.
Geçmiş olsun Ahmet Hakan, şifa diliyorum.
Yazının tamamı için tıklayın.
Başkanın adamları bas bas bağırarak liderlerini korumak için beylik tabancalarını gösteriyor, olmadı kasaplığa soyunuyor, tırnak ve diş sökmeye kalkıyor. Aslında hukuk düzeninin işlemediğini "burada orman kanunları geçer, suçun cezasını devlet değil biz veririz" diyerek haykırıyorlar. Tetikçileri boş durur mu, onlar da ellerinde sopalar basın Hürriyet'ine bodoslama saldırıyor, (geçmiş olsun) Ahmet Hakan'ın kaburgalarını kırıyor...
Habercilere akreditasyon uygulayarak, Tivibu'da basını sansürleyerek, gazetecileri yazılarından dolayı terörle yargılayarak, davalara yayın yasağı koyarak, sosyal medyaya ulaşımı engelleyerek nereye kadar halkın haber alma hakkını engelleyebileceksiniz?
Halkı yıldırarak boyun eğmeye zorlayabilir, iş adamlarını vergi cezalarıyla korkutabilir, yazarları döverek susturabilir, okullara polis baskınlarıyla tedirginlik oluşturabilir, vakıfların derilerine el koyabilir, güvenlik bürokrasisini şantaj kasetleriyle tehdit edebilir, milletvekili satın alarak hükümetinizi bir vakit daha sürdürebilirsiniz ama nereye kadar?
Türk milletine vadettiğiniz bir umut kalmadı. Tam tersine kaosu göstererek ayakta kalmaya çalışıyorsunuz. Ancak ufuktaki hezimetin ayak sesleri işitilirken ve iktidar gemisi batarken fareleriniz kaçmaya başladı bile... Safra atarken kendiniz de milletin yükselmesini engelleyen birer safraya dönüştünüz... Yandaşlığınıza yanma vakti gelmeden kurtulabilir misiniz, sanmıyorum!
Yazının tamamını için tıklayın.
Doğan Grubu ve Aydın Doğan, Cumhurbaşkanı seviyesinde hedef alınıyor. Yandaş medya, Hürriyet gazetesini ve Aydın Doğan'ı terör destekçisi diye suçluyor. Genç bir milletvekili liderliğindeki AKP'li gençler, gazeteyi iki defa bastı. Aynı milletvekili, "bunları dövmemekle hata yaptık" dedi. Bir kişi de Ahmet Hakan'ı alenen ölümle tehdit etti. Dolayısıyla Ahmet Hakan'a saldırı düzenlenmesine kimse şaşırmadı. Tabii Ahmet Hakan'ın, Doğan Grubu'na yönelik AKP teröründen parsa toplamaya çalışan Cem Uzan ile takışması da var.
Her ne şekilde olursa olsun, bu saldırı, "seçmen, gerçekleri görmesin" diye yapılmıştır. Saldırı, Ahmet Hakan ve Hürriyet'in şahıslarında, basın özgürlüğüne, ifade özgürlüğüne ve Türkiye'nin geleceğine yapılmıştır. Gerçeklerin gizlenmesi için basına saldırmak, kimseye bir fayda getirmeyecektir. Etrafa saldırmak, başını sıkıştıran leoparın bile aklına gelmedi. Leopar, başını kurtarmak için sağa sola çarpmadı ama AKP çarpıyor.
Yazının tamamı için tıklayın.
Sonunda yaşadığı haksızlıklara, inandığı değerlerin suistimal edilmesine dayanamayarak çıldıran Erol gibi çevremizde o kadar çok insan var ki... Yoksul ama inançlı bir aileden gelen Erol önce eş-dost yardımıyla bir çayevi açar. Derken müdavimleri artıp da dini sohbetlerin ağırlaştığı çayevi mütevazı bir kitap evi haline dönüşür. Bir müddet sonra çay parası bile olmayan gençlerin müdavimi olduğu çayevine öğretmenler, bürokratlar gelmeye dini sohbetler koyulaşmaya başlar. Ayetler ve hadislerin yorumlanmasıyla kalmaz, iş dünyadaki gelişmeler takip altına alınır. Dünyanın bütün Müslümanlarının kurtarılacağı bir üs haline dönüşür. Ve bu geçen süre içinde çayevinin müdavimleri devletin çeşitli kademelerinde görev almaya başlarlar. Lakin devlet onlar için halen yıkılması gereken kurumdur. Zira inançsız sayılır.
Bahri tiplemesine de çok rastlarız. Yine bir devlet kuruluşunda görevlidir. Dini konularda mahalleliden fazla şey bildiği için çoğunlukla o konuşur. Çayevinin da, kitap evinin de Hoca'sı ilan edilip, rüyaları bile dine göre yorumlayıp, hikmet arar. İnsanların özel hayatına, giyim kuşamına müdahale etme hakkını elinde tutar. Aslında dedikodu kumkumasının baş rolündeki bağnazın biridir.
İçten pazarlıklı Osman'ın çirkinliği yüzüne de yansımıştır. Yalakalıkta sınır tanımaz. Dedikodu, gıybet ile insanları bir birine düşürmekte ve işin içinden sıyrılmakta pek mahirdir.
Küçük bir kız çocuğu iken ailesine katkı sağlamak için mendil satarken tanıştığı kitapevi sahibi Erol'un yardımcılığına yükselip bir taraftan tahsiline devam eden Aysun, dobradır. Doğru bildiğinden asla taviz vermez. Baskılara boyun eğmez. Vefalıdır, bırakıp gittiği Erol'un çıldırdığını öğrenince onu kurtarmak için olağanüstü çaba sarf eder.
Nur'a gelince... Son on yılda Nur tipinde o kadar çok kız peydahlandı ki her birini ayrı ayrı anlatmak mümkün değil. Bol makyajı, cilveli edalı konuşmaları ile başındaki örtü uyum sağlamıyorsa da cehaletine rağmen kitapevi tezgahtarlığından televizyon yorumculuğuna terfi edecek kadar uyanıktır.
Ve Dua... Suriye'den gelen iki milyondan fazla mülteciden biridir. Kocası tarafından dilenmeye, fuhşa zorlanan dünya güzeli kadınların yaşadığı dramın yansıdığı insan...
Yılların tecrübesi ise gözlemlediği benzeri karakterlerin din adına inandıkları rüya yorumları ve zaaflarını davranış tarzları ile bütünleştiren Nihat Genç, edebiyat tarihimize geçecek, yıllar sonra "klasikler" arasında yer alacak eserinde aslında Türkiye'de yaşanılan gerçeğin fotoğrafını çekmiş. Bir dönem Haliç'te pis kokular içinde yaşayıp o iğrenç kokudan etkilenmeyenleri de pis tuvaletlerde resmetmiş.
Erol'un çıldırması bir ilk değil. En güzel gençlik yıllarını, varını yoğunu inançları için harcayıp, yaşadığı hayal kırıklıkları yüzünden çıldırıp, meczupça sokaklarda gezip, parklarda yatan çok Erol var memleketimizde.
"Öbür dünyadan fırlatılan cesetler, vicdanın cephanesi, bir saniye süren aşk ve ruhsuzlar ile beyinsizlerin hiç bitmeyen savaşı..."
Evet "İslamcı Erol Nasıl Çıldırdı" romanı dindarlığın, dincilikle vahşi kapitalizmin çarklarında nasıl tahrip edildiğini anlatıyor. Bu kitap sadece alıp okunmamalı. Elden ele dolaşmalı. Gençlerimizin örümcek ağına düşmemesi için beşer, onar alınıp hediye edilmeli. Her mahfilde günlerce, aylarca, yıllarca bu romandaki karakterlerin tahlili yapılmalı.
Not: Hürriyet gazetesi yazarı Ahmet Hakan'a evinin önünde yapılan saldırı, derin anlamlar yüklü. Bir gazeteciye değil mesaj, bütün Türkiye'ye. Umarım saldırının şifrelerine ulaşılır. Hakan'a geçmiş olsun derken, yılmayacağına, susmayacağına olan inancımın katmerlendiğini belirtmek istiyorum. Ve Ahmet Hakan'a Nihat Genç'in romanını mutlaka okumasını tavsiye ediyorum.
Yazının tamamı için tıklayın.
Artık iyice zıvanadan çıktık, birbirimize tahammülümüz, sevgimiz ve saygımız hiç kalmadı. Televizyon programlarına baktığımda ne yazık ki konuşmacılarında birbirine tahammülü sevgi ve saygısı kalmadığını görüyorum. Dolayısıyla sokakta da vatandaşların arasında da büyük bir kutuplaşma ve bölünmüşlük var. Ya gazetelere baktığımda onlar da siyasi bölünmüşlük içinde birbirine acımasızca saldırıyorlar. Neredeyse birbirlerini bir kaşık suda boğacaklar. Hükümete yakın medya ile muhalif olan medya arasında öyle büyük savaş yaşanıyor ki adeta düello halindeler. Hatırlarsanız Es Medya Gurup Başkanı olan Murat Sancak'a silahlı saldırı oldu. Çok şükür ALLAH korudu, bu saldırıda sağ salim kurtuldu. Ardından Hürriyet Gazetesi'ne iki defa protesto gösterisi yapılarak camlar ve çerçeveler kırıldı. En son olarak da Hürriyet Gazetesi yazarı ve CNN Türk televizyonunda program yapan Ahmet Hakan Coşkun'a evinin önünde 4 kişi tarafından saldırı yapıldı.
İnşallah cezasını alır
Çok şükür Ahmet Hakan Coşkun'un hayati tehlikesi yok. Birkaç yerinde kırıklar oluşmuş. İnşallah Rabbim şifalar verir ve bir an önce iyileşir. Bu saldırıyı yapanlarda hak ettikleri cezayı alırlar. Sabah gazetelerde Ahmet Hakan Coşkun'a yapılan bu saldırıyı okuduğumda, acaba kim veya kimler yapmıştır dedim. Evet son günlerde Hürriyet Gazetesi'nde hükümete karşı muhalif yazılarını okumaktayız. kim yaptıysa inşallah hak ettikleri cezayı alırlar. Asıl benim sıkıntım şu; İnsan olarak herkesin fikrini kabul etmeye biliriz, gazete ve televizyonların yayınlarını beğenmiyor da olabiliriz. Ahmet Hakan Coşkun'un da fikrine, yazılarına saygı duymaya biliriz; yalnız sevmesek de, saygı duymasak da tahammül etmek mecburiyetindeyiz. Demokrasinin güzelliği insanların hakaret içermeden yasal çerçevede fikrini açıkça ortaya koymasıdır. Sevgili okuyucularım, tabiri caiz ise dağ başında yaşamıyoruz, öyle her önüne gelen sevmediği veya fikrini kabul etmediği kişilere saldırıp ceza kesmeye kalkarsa bu olmaz. Hukuk devletinde bu şekilde zorbalıkla hak arama yoluna gidilmemelidir, eşkiyalık olmaz. Dediğim gibi televizyondaki yayınları, gazetedeki yazıları ve kişilerin fikir ve görüşlerini kabul etmesek de ; tahammül etmek mecburiyetindeyiz. İnşallah Ahmet Hakan Coşkun'a yapılan bu saldırıyı birileri istismar edip hükümete mâl etmez. Ne diyeyim CENAB- I ALLAH BIZLERI BİR BİRBİRİNE TAHAMMÜL EDEN KULLARINDAN EYLESİN. ALLAH ,KALBİMİZE MERHAMET DUYGUSUNU VERSİN. ALLAH ,KUTUPLAŞMIŞ OLAN TOPLUMDAN, BIR BİRİNİ SEVEN HUZURLU KULKARINDAN EYLESIN.
Yazının tamamı için tıklayın.
Ahmet Hakan’la kanımız tutmaz... Onun, gerici geçmişinin etkisinden tamamen kurtulduğuna ihtimal bile vermem çünkü...
Yeni mahallesinin sakinleri tarafından beğenilmek ister ama eski mahallesinin sevgisini ve ilgisini de yitirmekten korkar.
Bu yüzden hep “orta”dadır...
İşine gelmediği zaman da “salağı” oynamaya bayılır. Örneğin, PKK’lı teröristlere canlı kalkan olmak için Güneydoğu’da kamp kuran bazı “yarasalar”ı canlı yayında, “Onlar Mehmetçiğe de kalkan olmuyorlar mıııı?” diye sempatik göstermeye çalışır!
Evet; Ahmet Hakan’a hep kuşkuyla bakarım...
Ama bu kuşku, önceki gece ona saldıran alçakları lanetlememi de engelleyemez!
Görünen o ki; saldırganlar, birileri tarafından kiralanmış... Bana göre kiralayan korkağın ve alçağın teki... Peki; kim?
Kim olduğunu Ahmet çok iyi biliyor. Çünkü 24 Ağustos’ta aynen şunları yazmıştı:
“Resmen, alenen hedef gösteriyor Şems Ethem. (Ethem Sancak...) Korkmuyorum ama katlimi gördüğümü de haykırmak istiyorum. Ey geride kalacak olanlar! Yazın bir kenara. Başıma bir iş gelirse...Bilin ki... Azmettiricisi Şems Ethem andıççısıdır. Cinayeti gördüm. Katilimi tanıyorum.”
Yazının tamamı için tıklayın.
Ahmet Hakan’a yapılan saldırı sürpriz değil. Bir Medya Grubu sırf yandaş değil diye böylesine açıktan hedef yapılırsa olacağı budur ki bundan sonra cinayetlerin işlenmesi bile ihtimal dahilindedir.
Bu saldırının gerçek failleri ise tartışmasız olarak toplum vicdanında bellidir .
Diyeceksiniz ki çılgınlığın bu kadarı nasıl olur?
Olur çünkü panikteler!
Art arda yapılan bütün anketlerde AKP’nin oy oranları bir türlü yükselmiyor ki iktidarı kaybettikleri an kendileri için sur’un üflenip kıyametin kopacağını biliyorlar.
İki gün önce Ankara Çayyolu’ndaki Tavacı Recep Usta’da karşılaştığım AKP’li tanıdık eski bakan bile kulağıma,”Önkibar başımız belada, yükselemiyoruz” demiştir.
Doğan Grubu’nun hedef alınması ve kızını ihanet sürecinde “Akıl İnsan” yapan Aydın Doğan’ın PKK’lı ilan edilip itibarsızlaştırılmaya çalışılması ise bu medya gurubu ile diğer muhalifleri susturma amaçlıdır. Seçime bir ay kala bireysel saldırı ve tehditlerle eleştirel medya gurupları ve yazarlar sindirilmek isteniyor.
Yazının tamamı için tıklayın.
Adamlar, televizyon ekranlarından ve gazete sayfalarından “ilanen duyuru” ile hedef göstererek tehditler savuruyor… Kimi, “sinek gibi ezeriz” kimi, “Bunlar sopa yemedi” bir başkası ise, “dişlerini sökeriz” diye haykırıyor… Bu arada, bir grup “vandal”, gazete basıyor… Cam çerçeve aşağı indiriyor… Üstelik bunu fütursuzca iki kez üst üste yapıyor… Ve hihayet, Hürriyet Güzetesi Yazarı meslektaşımız, dostumuz Ahmet Hakan, “taamüden” (Daha önceden planlanarak) bir saldırıyla darp ediliyor! Burnu ve kaburgaları kırılıyor, kanlar içerisinde bırakılıyor…
Bu nasıl bir ülke Allah aşkına!
Tanığa gerek kalmaksızın, herkesin gözü önünde suç işleniyor ve kimsenin “gıkı” bile çıkmıyor? Bu sürece “dur” diyecek devlet nerede? Hukuk nerde? Bu ülkeyi yöneten ve yeri geldiğinde devlet adına “mangalda kül bırakmayan”lar nerde, ne yapıyorlar?
Sayın Başbakan, Hürriyet’e saldırıyı onaylamadığını söylerken, “gençlik ateşi işte” deyip, sığ bir bakış açısıyla işin içinden çıkmaya çalışıyor. Bir diğeri, “bunlar yanlış işler” demekle yetiniyor. Bu ülkenin savcıları ise “emir bekler” gibi davranıyor. İşin en dramatik yanı ise bütün dünya bize acıyor ve gülüyor.
Ne yaptı Ahmet Hakan? Yazılarında ya da televizyon programlarında, kime ne ile nasıl saldırdı? Kime, hangi hakarette bulundu? Kimi aşağıladı? Ya da amiyane tabiriyle “kimin tavuğuna kış” dedi? Ne yaptı Ahmet Hakan? O’na karşı beslenen bu öfkenin, altında ne var?
Ayıptır, günahtır, yazıktır!
***
Ahmet Hakan’ın darp edilmesi asla vaka-i adiye’den kabul edilemez. Bu saldırı aynı zamanda basın özgürlüğüne ve en önemlisi kişi hak ve özgürlüklerine yapılan bir saldırıdır. Ve bunun sadece adli yollarla hesabının sorularak geçiştirilmesi söz konusu olamaz. Ahmet Hakan’ı hastanelik eden “şehir magandaları” kimden cesaret aldılar? Acaba arkalarında onları azmettiren ya da yönlendiren birileri var mı? Varsa kimlerdir bunlar ve amaçları nedir?
Polisin ve yargının, yani devlet dediğimiz mekanizmanın en temel görevi bu soruların yanıtını bulmaktır şimdi. Ve devleti yöneten kadrolar, bütün bu yaşananlardan önce, “devletin vatandaşını koruma” görevini yerine getirecek kararlılığı göstermelidir.
Yazının tamamı için tıklayın.
Havuz basınıydı, Boynukalın’ıydı, trol’üydü derken, o kadar kışkırtma, tehdit ve hedef göstermeden sonra ne olabilecekse o oldu ve Ahmet Hakan evinin önünde 4 kişi tarafından saldırıya uğradı. Nefretle kınıyor ve kendisine geçmiş olsun diyorum. Nereden geldiği açıkça belli olan bu saldırı, açıkça, muhalif basına ve tüm yazarlara verilen bir gözdağıdır, siyasi yollardan yetmediği gibi seçim öncesi baskıları arttırıp artık gayri meşru yollardan da çevreye korku salarak açıkça muhalif sesleri kısmaya çalışıyorlar. Ahmet Hakan tehditler üzerine emniyetten koruma talebinde bulunmuş ama geri dönmemişler bile, bakın hele ne kadar da ilginç değil mi? İktidarı almak için yapamayacakları hiçbir şey kalmadı, olayın faili bellidir, ben bunlardan artık her şeyi bekliyorum. Şunu da unutmasınlar ki, bu panikleri ellerine yüzlerine bulaşacak! Gözlerini karartmışlar, adaletsizlik artık her yerde! Onlardan olmayan herkesi cezalandırıp, bastırıp, amaçlarına ulaşacaklarını sanıyorlar. Firavunun en güçlü anı, sular altında kalmadan hemen önce Hz. Musa’nın peşinden dörtnala koşarkenki anıydı. Yapın bakalım bu zulümleri, gün gelir devran döner size de kalmaz bu dünya, ölümsüzlüğün sırrını bulmadınız ya!
Yazının tamamı için tıklayın.
Hürriyet yazarı Ahmet Hakan Coşkun, önceki gece Nişantaşı’nda evinin önünde dört kişi tarafından darp edildi.
Ahmet Hakan’a büyük geçmiş olsun…
Gece yarısı meslektaşımız Emin Çapa’nın “Hayati tehlikesi yok” tweet’ini görünce “Buna da şükür” dedim.
Biliyorum saçma bir refleks!
Ama Ahmet Hakan’a saldıranlar, “Dövün” yerine “Öldürün” talimatı almış olsaydı emin olun bugün kendisi aramızda olmayacaktı!
O yüzden nefes aldığımıza şükreder hale geldik!
Hatta güvencemiz olan “Gazeteci evine rahatça gidebiliyorsa orada basın özgürdür” sözlerinin sahibi Başbakan Davutoğlu’na teşekkürü borç bildik!
Şaka yapmıyorum!
Öyle karanlık bir dönemden geçiyoruz ki hayatta kaldığımız her an için ne kadar sadaka versek azdır…
Ama verilmek istenen mesajı da aldık!
Susmayacağız…
Hem gazetecileri tehdit eden, döven; bu ortamı onlara sunanları da tanıyoruz!
Unutmayacağız da...
Kimler mi bunlar?
Yazının tamamı için tıklayın.
Yapılması en zor meslekler arasında ‘gazetecilik’ de sayılır ama daha çok ‘savaş muhabirleri’ bu kapsama sokulur.
Ülkenin doğusu ‘çatışma’ halinde olsa da çok şükür savaşta değiliz. Buna rağmen ‘gazetecilik’ yapmanın ateşten gömlek giymek olduğu bir dönemden geçiyoruz.
Muhabir, köşe yazarı, programcı, yönetici… sıfatı ve görevi ne olursa olsun ‘medya’ sektöründe olan herkes diken üzerinde.
Medya ateş altında. Yeri geliyor kamu imkanlarıyla dövülüyor. Reklam ayrımcılığı, ilan cezası, maliye sopası sürekli tepesinde.
İşten atılmalar, hakaret davaları, dayak ve hapis tehdidi altında can çekişiyor mesleğimiz.
Biz gazetecilerin işimizi ne kadar düzgün yaptığını eleştirelim. Ama şunu kabul edelim medya baskı altında.
Farklı seslere, tercihlere olan tahammülsüzlük bizi nerelere sürükledi.
Dizi senaryosu ve köşe yazısından dolayı cezaevinde olan gazeteciler var bugün.
Daha geçenlerde çalıştığı gazetenin camı çerçevesi indirilen Ahmet Hakan gece yarısı evinin önünde darp edildi. Yumruk yerine kurşun da yiyebilirdi, Allah korumuş.
Ahmet Hakan’a geçmiş olsun derken bu saldırıların son olmasını da umuyorum.
Şiddet,saldırı kimden gelir ve kime yapılmış olursa olsun kınamalıyız.
Star Grubu, Doğan Grubu farketmez.. Faillerin bir an önce yakalanıp yargı önüne çıkarılması gerekiyor.
Ahmet Hakan vesilesiyle dün yapılan açıklamalar olumluydu. Hükümet ve muhalefetten Avrupa Konseyi’ne kadar geniş bir çerçevede saldırının kınanması inşallah caydırıcı bir etki yapar.
Yazının tamamı için tıklayın.
Başlığı okur okumaz, kızdınız değil mi?
“Bir de hukukçu olacaksın..” diye de, kızgınlığınıza tavan yaptırdınız değil mi?
“Mülayim mülayim yazılar yazıyordun..Şimdi söylediğin lafa bak” diye devam ediyorsunuz değil mi?
Doğrusunuz..
Yumruk atan adama..
Böyle destek verilmez..
Ben böyle destek verirsem.
Yarın bir başkası da..
A. Hakan olmazsa.. Benzer bir adama.. Benzer bir yumruk daha atar..
Bir daha.. Bir daha.. Bu işler arkası kesilmeden devam eder..
Nereye geleceğim?
A. Hakan’ın..
Ve benzerlerinin yaptıkları ikiyüzlülüğün deşifresine..
A. Hakan, yumruğu yemeden yarım saat önce..
CNN televizyonundaki programda..
Altan Tan’a..
Şu cümleyi kurdurtuyordu: “Dağdaki gerilla da benim kardeşim.”
Yazının tamamı için tıklayın.
Hürriyet gazetesi yazarı Ahmet Hakan dün gece bir fiziksel saldırıya uğradı.. Önce daha yazıya başlarken söyleyeyim.. Ahmet Hakan’a yapılan bu saldırıyı kınıyor ve yapanları lanetliyorum.. Bu sözü söylerken de arkasından başka bir cümle beklemeyin. Sahiden, kalpten, candan, yürekten geçmiş olsun diliyorum Ahmet Hakan’a.. Her ne gerekçeyle olursa olsun, kimsenin kimseyi dövmediği bir dünya diliyorum. Ayrıca bu saldırıyı gerçekleştirdiği saptanan 4 kişi tespit edilerek yakalanmış. Bu dört kişinin kullandığı araç ve bu aracı kiralama koşulları vesairesi de ortaya çıkmış. Denilebilir ki: olay yarı yarıya çözülmüş.. Hayır.. Ortada çözülen eden bir şey yok .. Ben sayın savcılarımıza, tahkikatı yürüten ekibe yalvarıyorum: Lütfen ama lütfen. Bu dört kriminal tiple, profesyonel dayak atıcı bu kiralık adamlarla meseleyi bırakmayın. Gidebildiği yere kadar gidin. Bakın çok açık söylüyorum. Kim varsa bu adamların arkasında. Kendi banka hesaplarına mı bakacaksınız.. Eşlerinin ya da en yakın arkadaşlarının banka hesaplarına mı bakacaksınız.. Telefon konuşmalarını mı indireceksiniz. Son gittikleri yerleri mi geriye dönük kameralarla tek tek çıkartıp bulacaksınız, bilmiyorum. Tek bildiğim bir şey var ki, bu işin peşini bırakmayın.
Yazının tamamı için tıklayın.
Artık “kabak tadı” verdi!..
“Bu son” diyor ama,
“Mektup ishali” devam ediyor!..
Kâh “Erdoğan’a cevap”, kâh “Kamuoyuna Duyuru” deyip, her gün bir “mektup” yazıyor!..
“Patron” musun,
“Başyazar” mısın?..
Diyorsun ki;
“Gazetelerimi kendi çıkarlarım için kesinlikle kullanmam!”
Sonra da kalkıp, “şahsî meseleler”ini anlatmak ve “kendini savunmak” için “gazetenin 1. sayfası”nı kullanıyorsun!..
Bir karar ver artık;
“Patron” musun, yoksa Oktay Ekşi’nin yerine “Başyazar”lığa mı soyundun?..
AHMET HAKAN’A SALDIRI!
Aydın Doğan’dan söz ettiğimi herhalde anladınız... Dün, bir yazı daha yazıp, “Bu son!” demiş!.. Ama, çok iyi biliyorum ki, “son” olmayacak!..
Canı sıkıldıkça yazacak!..
Hani, “kıro”nun biri; “Kıroyum ama para bende” demiş ya, Aydın Doğan da, herhalde şöyle diyecektir:
“Yedek parçacıyım ama, medya bende!”
Doğru...
Hürriyet onda, Posta onda, Radikal onda, CNN Türk ve Kanal-D onda!..
Bir “Havuz Medyası” olan Cumhuriyet’in “yüzde 10 hissesi” de onda!..
Yazının tamamı için tıklayın.
© Tüm hakları saklıdır.