Böyle bir yazıya hiç niyetli değildim. Çünkü eski defterleri açmak hoşuma gitmiyor ve parti siyasetiyle hiçbir ilgim yok. Ne var ki bugün olup bitenleri anlamak açısından 1994 seçimlerine göz atmak yararlı olabilir.
Birtakım yazılara bakılırsa 1994’te hiç beklenmeyen biçimde Refah Partisi büyük şehirlerde zafer kazanmış. Anketler yanılmış.
Sevgili arkadaşlar, o dönemde olanları nasıl unuttunuz? Refah’ın büyük şehirleri ele geçirmek için neler yaptığını, oy pusulası basan matbaa makinelerini, eve götürülüp bir hafta sonra teslim edilen sandıkları, çöplüklerden çıkan binlerce oyu ve en önemlisi seçim kurulu kararlarını nasıl hatırlamazsınız.
Refah Partisi 1994’te yeminli bir strateji uyguladı. ‘’Tamam inşallah’’ diyerek büyük kentleri almaya yemin etmişlerdi. ‘’Dava’’ bunu gerektiriyordu. Bunu da ancak sandıklara hakim olmak yoluyla alabileceklerini biliyorlardı. Geleneklerine göre savaşta hile uygundu. Burası da 'dâr-ül harb'ti nasıl olsa.
AKP lideri geçen seçimden önce; "Seçim sandıklarda kazanılır. Biz bunu İstanbul seçiminde daha önce yaşadık" demedi mi.
Evet, İstanbul seçim sonuçları günlerce netleşemedi. İl Seçim Kurulu’na itirazlar yapıldı. Buna rağmen o dönemde pek kimsenin tanımadığı Erdoğan’a alelacele mazbatası verildi. İl Seçim Kurulu, yapılan inceleme sonucu seçimde hile yapıldığına karar verdi. Ama sonra hukuk tarihine geçen yanlış bir hüküm açıkladı:
"Tespit edilebilen sahte oylar sonucu değiştirmeye yetmemektedir."
Ya tespit edemediklerin, demedi kimse. Bu saçma karar yüzünden ve yanlışlık başlangıçta engellenemediği için sorunlar büyüdü, büyüdü ve bugün, açık zaferine rağmen Ekrem İmamoğlu’na mazbatasını vermeme noktasına kadar geldi.
***
Bunları, niye belediye başkanı olmadım, diyerek kendi adıma üzüntüyle yazdığımı sanmasın kimse. Zaten oldu bittiye getirilerek ‘’zoraki aday’’ yapıldığım için romanıma, müziğime dönmek benim için çok daha iyi oldu. Ben bu ülkenin, daha sonra tanıdığım politik mezbahasına dayanacak insan değilim. Siyasi lider dediğin Ekrem İmamoğlu kardeşim gibi olur ve Türkiye’nin karanlık yüzünü bilerek ona göre önlemlerini alır, oylarını çaldırmaz.
Ne yazık ki, üç kuşaktır devlet memuru olan ailemin de etkisiyle, devletin güvencesi altında bulunan oyların çalınacağı aklıma bile gelmezdi. Evet saflık ama ne yapalım ki böyle.
***
Şimdi size birkaç gerçek olay aktaracağım:
27 Mart 1994. Bizim seçim merkezi.
Sandıklar açılıyor, bütün televizyonlar bizim kazandığımızı bildiriyor, zaten bir gün önce tüm anket şirketleri de böyle tahmin etmiş.
Gece yarısı yaşlı bir hanım gelip görüşmek istiyor. Buyursun, diyorum. İçeri gelen yaşlı hanım, gözlerinden sel gibi akan yaşları engelleyemeyerek "Bu seçimi kaybettiniz Zülfü Bey" diyor, sonra devam ediyor:
"Ben yıllardır hep sandıklara giderim, görevimi yapmaya çalışırım. Bu akşam beş sandık dolaştım; hiçbirinin başında SHP’li yoktu. Tutanakları istedikler gibi yazıyorlar, sizin oylarınızı kendilerine kaydediyorlar."
Pek inanmadım ama haklı çıktı. Ertesi sabah işin rengi değişmeye başladı. Gece boyunca çalışmışlardı. Bu sefer işi, halkın iradesine bırakmaya niyetleri yoktu.
Geçen yıl eve televizyon kanalları kurulumuyla ilgili bir şirket yetkilisi geldi. Laf arasında "94’te size karşı çalışan ekiptendim, şimdi değilim. Allah bizi affetsin" dedi. Anladım ama yine de sordum: "Neden dolayı affetsin."
"İşte anladınız" dedi, "O seçimde sadece ben beş ayrı oy kullandım, sonra da sizin oylar çöpü boyladı."
Buna benzer itiraflar buraya sığmayacak kadar çok.
Sahte seçmenler
Seçimden dört beş ay önce, aday olmayı aklımdan bile geçirmediğim dönemde Sabah gazetesinde yazarken, sahte seçmenlerle ilgili birçok ihbar geliyordu. Kumburgaz’daki boş yazlıklara ve buna benzer birçok mahalledeki evlere binlerce seçmen kaydedildiğini ihbar ediyordu okurlar.
Bunları yazdım, önlem alınmasını istedim, ama bu ülkede uyarıların işe yaradığı görülmüş şey mi!
25 yıldır DSP faktörü
Birkaç yıl önce Yaşar Nuri Öztürk’ün Beykoz’daki evinde yemekteyiz. Fikret Ünlü ve o gün ilk olarak tanıdığım Hüsamettin Özkan da var. Bir ara Hüsamettin Özkan "Siyasi hayatımızda yaptığımız en büyük yanlış 94’te sizin oylarınızı bölmemiz oldu. Maalesef Türkiye’nin kaderini değiştirdik" dedi.
Haklıydı. Çünkü o seçime üç sol parti girdi. SHP, DSP, CHP. En fazla oyu SHP aldı, ama DSP de onun yarısı kadar oyu böldü. Deniz Baykal’ın CHP’si Ertuğrul Günay’la yüzde 1'lerde de kaldı. (SHP 20,3 / DSP 12,4 / CHP 1,4)
Sonunda toplam yaklaşık olarak yaklaşık yüzde 34 oy alan sol partiler, yüzde 25 alan Refah’a verdi İstanbul’u.
Oysa ben üç lidere de "Madem SHP bu kadar ısrar ediyor, üç partinin de adayı olayım. Sadece SHP’nin değil" diye adeta yalvarmıştım.
Tam tersine en saldırgan kampanyalarını bana karşı yaptılar, akıl almaz almaz iftiralar savurdular.
O günden beri DSP her seçimde aynı rolü oynadı ve AKP’nin değirmenine su taşıdı. 1994’te Refah’ın zaferine (!) nasıl yol açtılarsa, bugün de aynı işlevi sürdürüyorlar.
SHP fecaati
O sırada "Şeffaf Belediyecilik" programı açıklıyordum. Mesela yapılan ihaleler herkesin incelemesine açık olacak, her kuruş şeffaf biçimde harcanacaktı.
Bir gün SHP’li müteahhitler Ercan Karakaş’a sormuşlar. "Bu adam böyle açıklıyor, ama siyaset mi yapıyor, gerçekten mi böyle düşünüyor?"
Ercan da "Zülfü böyle bir insandır. Dediği gibi davranır" demiş.
Bunun üzerine aldığı cevap şu: "O zaman seçilmesin ya, biz başkalarına çalışırız."
Zaten sırtında İSKİ kamburunu taşıyan SHP, örgüt olarak da kılını kıpırdatmadı, sandıklara bile sahip çıkmadı.
Bugün birçok belediye başkanı ve CHP ileri geleni dostum "Sana örgüt kaybettirdi" derler sık sık.
Karşımdakiler
Beni yok etmek için bir araya gelenleri de kısaca belirteyim: Başbakan Tansu Çiller, Susurluk çetesi, Hürriyet başta olmak üzere birçok yayın kuruluşu, Milliyet ve Cumhuriyet’teki bazı sol (!) yazarlar, Adnan Oktar örgütü, SHP örgütünün büyük kısmı, DSP, CHP, ANAP, DYP, Uzan grubu, Show grubu televizyonları, Emniyet...
O tehlikeli yıllarda bu kadar düşman karşısında sağ kaldığıma şükrediyorum bugün.
Düşünün ki o zaman internet ve sosyal medya yok, iftiralar karşısında sesinizi duyuramıyorsunuz, cevap bile veremiyorsunuz. Boğuyorlar.
İftiralar ise öyle böyle değil: Evimdeki köpek kulübesini bile kaçak villa olarak gösteren bir gözü dönmüşlük.
Turgut Yılmaz örneği
Eski bakanlardan Bahattin Yücel’in yeni yayınlanan anı kitabından öğrendim: Turgut Yılmaz 1994 seçimleri sırasında Atina’da Türk bayrağı yakan bazı göstericilerin videosunu bulmuş. Uzaktan ve arkadan zor seçilen birinin üstüne ok koyup "İşte Livaneli"’ diyerek basına servis etmiş. Bu video milli maç arasında Star TV’de defalarca gösterildi.
Şimdi öğreniyorum ki böyle bir şeyi yapabilen, gördüğü yerde yanıma gelip elimi sıkan ve "Ne kadar efendi bir insansınız" diyen Turgut Yılmaz'mış.
Bravo!
Tansu Çiller ve Adnan Oktar
Sabahattin Önkibar’ın yazdığına göre yine o dönemde Başbakan Tansu Çiller, gazetelerin Ankara temsilcilerini toplayıp "Bir komüniste İstanbul’u teslim ediyorsunuz, yazıklar olsun" diyerek içi pis iftiralarla dolu bir dosya dağıtmış.
Adnan örgütünün polis ifadelerinde ise neler var neler. Bana karşı akıl almaz komplolar düzenlemişler. Kadir Çelik diye bir televizyoncu da baş tetikçiymiş meğer.
Ankara’da Korel Göymen’in oyları da aynı yöntemlerle çalındı.
***
Daha fazla uzatmayayım.
Bugün olup bitenlerin ve seçimi bileğinin hakkıyla kazanan Ekrem İmamoğlu’na yapılanların daha iyi anlaşılması için yazdım bu yazıyı.
Ne var ki bu kez karşılarında siyaseti iyi bilen ve bu işi gerçekten isteyen bir aday var; CHP örgütü aslanlar gibi çalışıyor, iletişim olanakları çok fazla, sosyal medya ve internet gazeteciliği var. En önemlisi de; insanlar uyandı.
Ekrem İmamoğlu kaybedilen 25 yılı telafi edecektir. Hiç kuşkum yok.
İyi ki ölmeden bugünü gördüm.