13 Şubat 2022

Satın aldığın her marka aslında senin bir parçan

İşi marka yönetmek olan ya da markasını kuvvetlendirmeye çalışan herkese tavsiyem şu: Markanızın bir özü olmalı. Buna önce siz inanmalısınız

Londra'da en çok Notting Hill'e gitmeyi severim. Mesela neden Holland Park ya da South Kensington ya da Pimlico değil de Notting Hill beni bu kadar etkiliyor? Çünkü orada kendimi mutlu hissediyorum.

Nedenini sorgulamaya çalıştığımda farkettim ki buranın bana verdiği bir dinginlik ve huzur var.

Çok genç ruhlu bir yer, binaları güzel, trendy lokantalar, kafeler var.

En önemlisi de Portobello Road var. Hafta sonu kurulan eskici pazarı.

Burası batının Shoreditch'i, hatta biraz daha lüks hâli desem daha doğru olur.

Çok iyi yeme içme yerleri var.

Bazı sabahlar kruvasanın kokusunu özleyip gittiğim Ottolenghi burada mesela.

Pancake yemek için 12 bin adım attığım Granger & Co. burada.

Bir de adına market diyeceğim Daylesford var. Taze sebze ve meyveleri kendi çiftliklerinden getiriyorlar.

Aslında saymakla bitmeyecek irili ufaklı bir sürü yer var Notting Hill'de. Hepsi de özel ve güzel markalar.

Dün akşam, havam değişsin diye dışarı çıktım ve kendimi yine Notting Hill'de buldum. Yürürken hep ilgimi çeken ama tam da her şeyiyle "İşte benim tarzım" diyemediğim kıyafetler satan bir mağaza var, adı "TOAST". Oradan içeri girdim. 

Bu mağazayı hep beğenmişimdir.

Ama bu sefer aşık oldum. Niye mi? Anlatacağım… Sabırsızlık yok.

Mağazanın dışında minik bir oturma yeri var. Sanki evinin önüne sandalye atmışsın da ara sıra sigara tüttürmek için oraya çıkacakmışsın gibi.

Mağazada sadece kıyafet satılmıyor; ev eşyası ve aksesuar da var. Kadın ve erkek ürünlerini ayrı mağazalarda satıyorlar.

Yalın, abartısız, hep doğa renkleriyle (earthy colours) yapılmış kıyafetleri var. Kumaşlar geri dönüşüme uygun organik pamuk ve ketenden.

Ayakkabıları da kendi tarzlarına uygun seçkilerden oluşuyor. Bazen başka markalar TOAST için özel dizayn ürün de üretiyorlar.

Mağazanın değişik köşelerinde dekoratif ev eşyaları; seramik vazolar, mumlar, tütsüler var.

Çoğu, yerel bir sanatçının ürettiği ürünler. Harika seramikler ve cam eşyalar bulmak da mümkün.

Mağaza bana hep birinin evine girmişim de etrafı geziyormuşum hissi verir.

Ne alabilirim diye bakınırken bir şey dikkatimi çekti. Bir iki elbisenin üzerinde fiyat etiketi yoktu. Sadece kocaman bir kartın üzerinde el yazısıyla isim ve birtakım bilgiler yazıyordu. Hemen sordum bunlar ne diye. Satış görevlisi anlattı:

"Bunlar daha önceki sezonlarda müşterilerimizin bizden aldıkları ama bir süre sonra artık kullanmaktan sıkılıp ya da başka bir nedenle geri getirip verdikleri kıyafetler."

"Nasıl yani?" dedim. "Çok yeni bunlar."

"Evet, iyi durumda olmayanları almıyoruz zaten." dedi. "Bu askıdan sevdikleri başka bir kıyafet varsa onunla takas edebiliyorlar. Böylece hem kıyafetlerini değerlendirmiş oluyorlar hem de yeni bir kıyafet alma hissini bir başkasının kıyafetini alarak yaşıyorlar." dedi.

Eğer o askıda müşterinin hoşuna giden bir şey olmazsa, getirdikleri kıyafetin yaklaşık değerini temsil edecek bir fiş veriliyormuş, bir dahaki sefer de o fişle gelip, o askıdan başka bir şey alabiliyorlarmış.

Fikre ba-yıl-dım.

Bunun para kazanmalarına engel olup olmadığını sordum.

"Yok, bizim müşterimiz farklı. Onların yaşam felsefesi de bizim markamıza çok uyumlu.

Genellikle biz onları biliyoruz, onlar da bizim markamızı. Müşterilerimizin marka bağlılığı çok yüksek, ayrıca biz bir yaşam felsefesi sunuyoruz." dedi.

"Biz şirket olarak iyi bir dünya için mal üretiyoruz. Şirketimizin kurucuları buna inanıyor.

Marka felsefemiz bu! Amacımız daha çok tükettirmek değil, doğru ve mutlu eden bir ihtiyacı karşılamak. Bu sebeple mağazamızda eski kıyafetlerinizi ya da eskiyen mobilyalarınızı onarmayı da öğretiyoruz. Daha yavaş, daha sakin ve düşünceli bir yaşama inanıyoruz. Kaybolmaya yüz tutmuş el sanatlarını canlandırmayı önemsiyoruz.'' dedi.

Çok etkilendim. Akşamım renklendi, hem öğrendim hem de heyecanlandım…

Her hafta bir mağazalarında eğitim varmış. Tekstil tarihi ve kıyafet tarihi eğitimleri bile veriyorlarmış.

İşte sadece mal satma telaşına düşmemiş bir marka. Çok cool. 

Gerçekten çevre için sürdürülebilirlik kavramını damarlarında hisseden bir felsefe. İşi marka yönetmek olan ya da markasını kuvvetlendirmeye çalışan herkese tavsiyem şu: Markanızın bir özü olmalı. Buna önce siz inanmalısınız. İnanmalısınız ki bu DNA sizi yıllarca taşısın, rakiplerinizden ayrıştırsın.

Bir felsefeye sahip çıkın ve markanızın özünde o olsun. Ona uygun ürün üretin. Gerisi zaten çok kolay gelecektir.

Size anlattığım TOAST markası 1997'de Galler'de James ve Jessica Seaton tarafından bir çiftlik evinde ev kıyafetleri ve gecelik tasarımı yaparak başlamış.

Bugün hâlâ zamansız, rahat ve kaliteli kıyafetler üretmeye özen gösteriyorlar. Dünyanın dört bir yanındaki el sanatlarını korumaya ve el yapımı tekniklerinin yok olmasını engellemeye çalışıyorlar.

Harika bir online dergileri ve birbirinden kıymetli tasarımcılarla verdikleri eğitimler var.

Kendi kitlesini yaratmayı çok iyi başaran bir marka.

Podcast'lerini de tavsiye ederim. TOAST dergisinin bu sayısında dizayn danışmanı ve küratör Mariah Nielson var. 

Dünyanın pek çok şehrinde mağazası olan TOAST sadece bir kıyafet markası değil, bundan öte bir değer artık benim için.

Web sayfalarına da göz atmanızı öneririm.

Kalın sağlıcakla…

Yazarın Diğer Yazıları

Bir daha asla demeyeceğim: "Hindistan mı asla! Ne işim var orada!" dedim ve yine gitmek istiyorum

Giderken beni hijyenle ilgili o kadar korkutmuşlardı ki yanıma aldığım kraker ve kuru yemişlerle iki hafta geçirmeyi planlıyordum. Oysa hiç öyle olmadı. Gezi boyunca inanılmaz güzel Hint yemekleri yedim. Her şey nasıl baharatlı ve lezzetliydi anlatamam

Yeni yıldan ne istiyorum?

"Bak bu benim manifesto listem, seninki nerede?"

Shavasana

Kendinle yalnız kalmak ve o derin sessizliğin içinde ne istediğini bulmaya çalışmak çok zor ama bir o kadar da çekici…