Londra
Çocukluğumdan beri evde oturmayı sevmem...
Şimdi zorunlu olarak bu düzene alışmaya çalışıyorum.
Yaklaşık 5 yıldır İstanbul'dan sonra en sevdiğim şehir olan Londra'ya git-gel yaparak yaşıyorum.
Hayatımın son 5 yılında pek çok değişiklik oldu.
İş yapma şeklim, yaşam şeklim, oğlumla ilişkim, aile ilişkilerim dâhil pek çok şey değişti.
Değişimi çok sevmeme rağmen bu kadar üst üste gelince kendi içimde de pek çok şeyi sorgulayıp yeni bir iç denge yakalamaya çalıştığım bir dönemde sık sık kaybettiğim rahmetli babamı da sıklıkla hatırlarken buldum kendimi.
Babam yaşarken enerjisini hep topraktan aldığını söylerdi. Ağaçlarla konuşup meyvelerini her gördüğünde doğaya şükrederdi.
Erken ısınan havaları sevmez, yağmursuz geçen baharlara küserdi.
Yaş ilerleyince ben de tabiata daha çok döndüğümü fark ediyorum.
İşte tam bu sorgulamaların ortasında bütün dünyayla birlikte amansız bir virüs tüm dünyayı alt üst etmeyi başardı. Hem de çok hızlı ve acımasız bir şekilde.
Covit-19 yakın geleceğimizi nasıl değiştirecek?
Akıl ve vücut sağlığımızı korumayı başardıktan sonra yeni bir dünyaya uyanacağız, buna eminim.
Bizim nesil savaş görmedi derken neredeyse savaştan da büyük olduğunu düşündüğüm dünya buhranı başlıyor.
Sadece ekonomik değil, sosyal hayatımızı da etkileyecek; sınırların sorgulandığı, milliyetçiliğin arttığı bir yeni dünya pek yakında ya da ikinci bir olasılık ki bunu zor görüyorum, doğanın ve insani değerlerin egemen olduğu yeni bir dünya.
Aynı gemide olduğumuzu hatırlatan evrenin gücüyle!
Kurallar beni sakinleştirir. En azından bocalamam.
Britanya Başbakanı Boris Johnson'a kulak kabartıp, her gün dinleyip anlamaya çalıştım.
Niye hâlâ okulları kapatmadığını ve sokağa çıkma yasağı getirmediğini sorguladım.
Hepsini şeffaf bir şekilde hükümet paylaştı, eleştiriler yapıldı; ancak bu büyük krizi gün ve gün şeffaf bir iletişimle yönettiler.
Bu sürede kendim ve oğlumla ilgili pek çok soru kafamda dönüp durdu!
Ya virüsü kaparsak bize kim bakacak, nasıl karantinada kalacağım?
Sağlık sistemi hakikaten hazırlıklı mı, ülkemize dönsek mi derken zaten uçuşlar bitti, sınırlar kapandı.
Etrafımda panik halinde alışverişler çılgınca devam ederken ben "yok yahu, ihtiyaç malzemesi bitmez, abartıyorsunuz" cümleleri kurmaya devam ediyordum.
Bilgisayarın başına oturup sipariş veremediğimi görünce anladım ki sabah erken kalkıp yollara düşme zamanım gelmiş.
Buralarda minicik evler ve küçücük buzdolaplarıyla minimal yaşamlar sürüyoruz. Stok en fazla 3 hafta yeter, o da tabii benim gibi az yemekle yasayan birisi için geçerli.
Kriz Londra'da yaşamı nasıl etkiliyor?
Önce oturduğum binayla başlamak istiyorum. Eğer İstanbul'dan örnek vermek gerekirse, yaşadığım yer Zorlu ya da Kanyon gibi bir yer. Kimse kimseyi tanımıyor.
Komşularla tek ortak noktamız, her gün selamlaştığımız resepsiyon görevlileri ve güvenlik elemanları.
Bir de e-mail ortamında bize bilgi ulaştıran yönetim takımı ki, onları da isimleriyle biliyoruz.
Bina yönetimi krizi çok hızlı yönetti.
Neler mi yaptı?
Öncelikle sürekli iletişim içinde oldular; bizi sürekli maille ve bina içindeki panolardan eğitip bilgi paylaştılar.
Bina hızla sterilize edildi, tüm asansörlere dezenfektanlar konuldu.
Resepsiyon giriş ve çıkışlarında kolonya tutar gibi anti-bakteriyel/anti-viral jel ikram edildi.
Yakın tarihte bir seyahate gidip gitmediğimizi soran, sağlık durumumuzla ilgili bir değişim hissediyorsak evde kendimizi karantinaya alıp etrafa hastalığı yaymamamızı tavsiye eden yazılar ve notlar yollandı.
TV kanalları, özellikle BBC çok bilgilendirici idi.
Her gün virüse yakalananların, hayatını kaybedenlerin ve virüsü yenenlerin sayısı detaylı olarak paylaşıldı. Elbette ölüm haberleri artmaya basladıkça moraller giderek daha da bozuldu.
Korku giderek artmaya başladı
Londra'da da sokaklar ve alışveriş merkezleri boşaldı, şehir hayalet şehre dönmeye başladı. Hiçbir şey yasaklanmadığı halde insanlar tavsiye edilen kararlara hızla uydu.
Evden çalışmaya çok alışık olan İngilizler evlerine döndü. Önemli ölçüde herkes hem işini hem de çalışanını korumaya ve sistemi devam ettirmeye çalışıyor.
Çevremizdekilerle tanışmasak bile kader birliği içinde olmamız yeni bir ilişki türü, başka bir bağ oluşturdu.
Büyük marketlerden Tesco ve Waitrose, ilk günlerin yağmalanan raflarını hızla doldurmaya çalıştılar.
Raflar eski halini almaya başladı derken; cuma günü “Londra için sokağa çıkma yasağı geliyor ve askerler tanklarla şehre indi" söylentileri sokaklarda büyük panik yarattı ve yine herkesi marketlere koşturdu.
Yaşlıları unutmadılar!
Londra'da sosyal dernekler çok kuvvetli. Her İngiliz büyük bir olasılıkla bir yardım derneğinde gönüllü olarak çalışıyor.
Yaşlıların dışarıya çıkmaması için gönüllüler hep birlikte çalıştı.
Süpermarket zinciri Sainsbury yaşlıları riske atmamak için onlara öncelikli alışveriş saati koydu.
Hükümetin sistemi kredilendirmek için koyduğu 330 milyar pound, milli gelirlerinin yüzde15'ine karşılık gelse de piyasalara beklenen güveni veremedi.
İş dünyası bu krizi nasıl atlatır, bizler kendimize nasıl geliriz bilemiyorum.
Ödenemeyen kiralar, verilemeyecek maaşlar, işsizlik, elektrik-su-gaz faturaları yakın gelecekteki en önemli sorunlar.
Hükümet faizleri düşürse de emlak piyasası durdu. Virüs korkusuyla hiç kimse ne ev gösteriyor, ne ev bakıyor. Ama bir şirket hemen online randevu vermeyi akıl etmiş,
Özellikle Çinli ve Arap müşterilere hizmet vermeye devam ediyorlarmış.
Öbür taraftan online satışları düzene sokmaya çalışan süpermarket zinciri Morrison 3 bin 500 kişiyi işe almak istediğini açıkladı, online satış devi Amazon'da bu sayı 100 bine çıkıyor.
Facebook dünyada servis verdiği 30 ülkedeki küçük işletmelere 100 milyon dolarlık kredi desteği vereceğini duyurdu. Mağazalar güvenlik nedeniyle kapanırken online mecrada satışları devam ettirebilmenin yaratıcı yollarını arıyorlar. Çoğu işletme parayla teması kesmeye ve kartla alışverişe dönmeye çalışıyor.
Ve sağlık görevlilerinin bu dönemde verdikleri hizmetleri eminim hiçbirimiz unutmayacağız. Buradaki zincir cafelerden 'Pret a Mange' NHS (Ulusal Sağlık Servisi) çalışanlarına sıcak içecek ve alışverişlerinde yüzde 50 indirim vermeye başladıklarını duyurdu.
Bu virüs salgınına 'pandemi' demek istemiyorum, benim için bu bir tufan, Corona tufanı, daha ilk dalgada sarstı hepimizi. Artık çok açık biliyoruz ki daha şiddetli sarsacak.
Alışkanlıklarımızı, gündelik hayatımızı, politik ve ekonomik sistemlerimizi sarsacak ve yeniden yapılandıracak.
Hiç hafife alınacak bir durum değil, ama bu bir kıyamet de değil.
Çünkü uzun bir süredir tahrip etmiş de olsak sığınabileceğimiz bir evimiz, gezegenimiz var ve hâlâ aynı gemideyiz.
Tıpkı Nuh'un gemisi gibi.