Siyasi kriz, ekonomik sıkıntıların halkı bezdirmesi ve bu şartlar altında iktidarını kaybetme korkusu yaşayan ülke yönetimleri, giderek insan hakları kriterlerini ve adalet duygularını yitirir. Para güçtür ve adalet duygusu geri planda kalır.
Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman'ın sadece Türkiye'de değil, uluslararası alanda gördüğü ilgiden söz ediyorum.
Özdemir Erdoğan, şarkısında "Paranın ne önemi var, mühim olan insanlık" diyordu. Acaba öyle mi?
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın geçen nisan başında Riyad'a ziyaretinden sonra bir Suud yetkilisi, "Bizim ona ihtiyaç duyduğumuzdan çok, onun bize ihtiyacı var; bu yüzden ticaret koşullarını biz belirleyeceğiz" diyordu. Suud resmî makamlarının Muhammed bin Selman'ın 22 Haziran'daki Türkiye ziyareti sonrasında paylaştığı fotoğraf da, aynı söylemin görsel kanıtıydı âdeta. Başı öne eğik bir şekilde el sıkan Erdoğan ile objektiflere gururla gülümseyen ve Erdoğan'ın elini göğsünün hizasında kavrayan bir Selman…
Daha düne kadar "Katil prens… Selman için yolun sonu... Çember daralıyor... Ölüm emri Prens Selman'dan…" diye başlıklar atan ve "Şerefsizler" manşetiyle gazete basan yandaş medya şu sıralar ne düşünüyor acaba?
Yanlış anlaşılmasın, Türkiye'nin Riyad'la yeni bir sayfa açma gayretlerini eleştirmiyorum. Ekonomik olarak köşeye sıkışmış AK Parti'nin başka çaresi olmadığını da görüyorum. Ancak bunun, 2 Ekim 2018'de ülkemizde işlenen Cemal Kaşıkçı cinayeti yok sayılarak; 15 Temmuz darbe girişiminin finansörleri unutularak; sanki bunlar hiç yaşanmamış gibi yapılarak gerçekleşmesini yadırgıyorum. Riyad'dan gelecek "SWAP", Kaşıkçı ve 15 Temmuz'da hayatını kaybedenler nezdinde "sevap" falan değil düpedüz "günah" olmayacak mı?
Cumhurbaşkanı Erdoğan, İstanbul'daki Suudi Arabistan Başkonsolosluğu'nda öldürülen gazeteci Cemal Kaşıkçı davasının Riyad'a iade edilmesinden tam 3 hafta sonra, bu yılın nisan başında Suudi Arabistan'a gitmişti. Kısa bir süre sonra da bir iade-i ziyaret gerçekleşti. Üstelik söylenen o ki, bu ziyaretlerin hiçbirinde Kaşıkçı'nın adı dahi telaffuz edilmedi.
İki ülke rekabeti
İki ülke arasında adı konmasa da "İslâm dünyası önderliği" konusunda hep bir rekabet olduğu bilinir. Bir tarafta Selefilik-Vehhabîlik akımını resmî din anlayışı olarak kabul eden Suudi Arabistan; diğer tarafta laiklik temelinde din ve devlet işlerini birbirinden ayıran, demokrasiye bağlı, insan haklarını ön plana çıkaran, "medeni bir toplum" olarak "model ülke" idealini korumaya çalışan bir Türkiye…
Türkiye Mekke ve Medine'nin, özellikle Kâbe'nin ve dolayısı ile Hac faaliyetlerinin Suudi Arabistan'ın kontrolünde olmasına hep olumsuz baktı. Cumhuriyetin kurulmasını takiben, iki ülke uzunca bir süre birbirlerini "yok" saydı. Ancak Suudi Arabistan, Türklerin geçmişte "Araplara zulmettiği" iddiasından; Türkiye ise "Arapların Osmanlıları sırtından vurduğu" tezinden hiç vazgeçmedi.
Suudiler için Türkiye, halifeliği ortadan kaldıran, Atatürk önderliğinde laiklik ilkesini benimsemiş, yüzünü Batı'ya dönmüş bir ülke oldu. Türkiye için ise Suudi Arabistan, petrol zengini ve Hac dönemlerinde vatandaşlarının gittiği bir coğrafya olmanın dışında özelliği bulunmayan bir ülke hâline geldi.
AK Parti iktidarıyla değişen politika
AK Parti'nin iktidara gelmesiyle durum farklılaştı. Eski Osmanlı coğrafyasına siyasi, İslâm coğrafyasına ise dinî önderlik yapma arzusu iki ülke arasındaki rekabeti arttırdı ama Suudiler keyifliydi. Zira Riyad, "Türkiye'yi Kemalizmden kurtaracak" bir hükümetin işbaşına geldiğini; AK Parti ise Müslüman ülkeler ile "ümmet birliği" içinde yeni bir dünyanın temellerini atabileceğini düşündü. Hatta iki ülke Suriye'de BAAS'ı devirmek için ortaklık yaptı. Muhalif gazeteci Cemal Kaşıkçı'nın İstanbul'da Suud Konsolosluğu'nda katledilmesi olayı ile ipler gerilse de paranın dili her zaman kazandı. Hükümetin dış politikada Libya, Mavi Marmara, Rahip Bronson, Deniz Yücel gibi örneklerle hatırlanan manevralarına bir de "Kaşıkçı Dosyası" eklendi.
Batı ile insan hakları ve demokrasi konusunda gerginlik yaşayan iktidar, Arap-İslâm dünyasına doğru dümen kırdı. Katar ile arası iyiydi, Suud ve BAE ile arasını düzeltince de "finansman arayışları" hız kazandı.
Geleceğe yatırım yapan Suudlar
Suudi Arabistan bugün dünyanın en zengin ülkelerinden biri olmasının yanı sıra, dünya siyasetinde de giderek ağırlığını arttıran bir ülke konumunda. Orta vadeli çok büyük yatırımları var. İsrail ile kimi bölge ülkeleri arasındaki olumlu gelişmeler, Orta Doğu'da dengeleri değiştirmeye başladı. Türkiye'nin bu yeni dengeler içinde önemli bir stratejik konumu var. Ancak ekonomik beklentileri nedeniyle eli zayıf.
İşte bu nedenlerle, dünkü fotoğrafta olduğu gibi başımız öne eğik. Muhammed bin Selman ise gülümsüyor bize.
Zeynel Lüle kimdir?
Zeynel Lüle, 5 Ekim 1957'de babasının hâkim olarak görev yaptığı Sivas’ın Divriği ilçesinde dünyaya geldi. Baba tarafından Malatya, Arguvanlıdır.
1980’de gittiği Fransa’nın Strasbourg şehrinde, Fransızca dil ve edebiyat öğreniminden sonra Strasbourg Üniversitesi Sosyal Bilimler Fakültesi’nde öğrenim gördü.
1983'te Strasbourg'da Hürriyet gazetesinde muhabir olarak çalışmaya başladı ve köşe yazarlığı yaptı. 2000'den itibaren Hürriyet’in Brüksel Temsilcisi olarak görevini Belçika’da sürdürdü. Aynı yıl yayın hayatına başlayan CNN Türk’ün de temsilciliğini üstlendi.
Avrupa Parlamentoları Gazeteciler Birliği’nin (AJPE) Genel Sekreterliği’ni, daha sonra Başkan Yardımcılığı'nı yaptı.
Türkiye’nin 12 kentinde gerçekleşen "AB Sürecinde Yerel Medya" adlı projenin koordinatörlüğünü yürüttü. Türkiye ile Avrupa ilişkilerine haber ve makaleleriyle yaptığı katkı nedeniyle 2001’de Avrupa Birliği Gazeteciler Cemiyeti’nin (AJE) prestijli ödüllerinden Costantinos Kaligaris Ödülü'ne layık görüldü.
2008’de Doğan Kitap’tan yayımlanan, Atatürk’ün yaveri dedesi Ali Metin’in anılarından oluşan “Ali Çavuş”u yazdı. Daha sonra bu kitap “Can Yoldaşım” adıyla genişletilmiş olarak A7 Yayınları’ndan çıktı.
2016 yılının Mayıs-Kasım ayları arasında Basın Konseyi Genel Sekreterliği’ni üstlendi.
Bahçeşehir Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde "Yeni Medya Pratikleri" dersi verdi. Haziran 2016’dan itibaren T24’te yazıyor, Tele1’de programlar yapıyor ve Strasbourg yıllarında başlayan müzik çalışmalarını sürdürüyor.
|