11 Nisan 2025

Yılgınlık yok…

Şehrin en ince damarlarından toplanarak gelmiş; azimle, umutla, inançla çoğalmış, İstanbul’un bir sokağında tek yürek olmuş, dev bir koro halinde yükseliyordu sesleri: Yılgınlık yok, direniş var!

Beyoğlu’nda bir sokak.
Alelade bir İstanbul gününün kalabalığı. Elele yürüyeni, bir bankta oturmuş sohbet edeni, heyecanla bir şeyler anlatanı, güleni, şakalaşanı, telaşla koşturanı; kaldırımda pinekleyen kedisi, köpeği…

Birden elinde dövizle bir kadın fırladı kaldırımdan.
Üzerinde el yazısıyla "Her şey çok güzel olacak!" yazıyordu. Ağzını kocaman açtı, ciğerlerini dalayarak avazı çıktığı kadar haykırmaya başladı:

"Her şey çok güzel olacak!"
"Her şey çok güzel olacak!"
"Her şey çok güzel ol…” 

Gerisini getirememişti. Nedeni, arkasından kollarıyla mengene gibi sarılıp ağzını kapatan bir çift eldi.
Nereden çıktığı belli olmayan kırçıl sakallarıyla hırpani, kirli giysileri içinde iki sivil bir anda genç kadını sımsıkı kavrayıvermişti. Biri ağzını kapatırken diğeri elindeki dövizi almak istedi.
Vermedi!
Birkaç resmi polis de onlara katıldı, çoğaldılar. Biri kolundan tuttu, diğeri yakasından; bir diğeri ise önden çekiştirmeye başladı. Kadının çelimsiz bedeni, kollarını büken iki güçlü erkeğin kuvveti karşısında ince bir dal gibi büküldü. Onu sürüklemeye başladılar. Kadın bağırıyordu:

"Her şey çok güzel olacak!"
"Her şey çok güzel …” 

Tam o esnada, sokağın diğer başından başka bir ses yükseldi: 

“Yılgınlık yok direniş var!”
“Yılgınlık yok direniş var!”
“Yılgınlık yok direniş var!” 

Başlar o tarafa döndü. Kolluğun ikisi ve bir sivil, kadını bırakıp slogan atana doğru seyirtti.

“Yılgınlık yok…”

Hışımla üzerine atladıkları adamı kıskıvrak yakalamış, yere yatırmışlardı bile. Delikanlı, ellerini bacaklarının arasında saklamaya çalışıyordu.

Tam o esnada sokağın yüzüne patlayan başka bir erkek sesi duyuldu:

"Yılgınlık yok, direniş var!”
“Yılgınlık yok, direniş var!”
“Yılgınlık yok, direniş var!" 

Polisler şaşırmış bir hiddetle o yana döndü. Sokağın köşesinde dikilmiş biri, yumruğunu sallayarak bağırıyordu:

“Yılgınlık yok, direniş var!”

Her iki gruptan kolluğun bir kaçı hızla bu yeni adama doğru yöneldi. Yakalamaları zor olmadı. Kollarından kavrayıp, sürüklemeye başladılar.

Derken, arkadan başka bir sesin gümbürtüsü doldurdu sokağı. Aynı şekilde bağırmaya başladı:

"Yılgınlık yok, direniş var!”
“Yılgınlık yok, direniş var!”
“Yılgınlık yok, direniş var!" 

Bir anda gözler o yana döndü. Kolluk şaşırmıştı! Hemen bir kaçı da o tarafa doğru koştu.
Adam, kendini sürüklemeye çalışan polislere karşı kendini yere bıraktı, pasif bir şekilde direnmeye koyuldu. Polisler adamı zapt etmeye çalışıyordu ki, öte taraftan gür bir ses daha işitildi:

"Yılgınlık yok, direniş var!”
“Yılgınlık yok, direniş var!”
“Yılgınlık yok, direniş var!" 

Polisler iyiden iyiye şaşırmıştı! Az önce kendini yere bırakan adamı sürüklemeye çalışan polislerden biri bu yeni bağıran delikanlıya doğru koştu, kolundan yakalamıştı ki, sokağı yeni bir sesin yankıları doldurdu.

"Yılgınlık yok, direniş var!”
“Yılgınlık yok, direniş var!"

Başka bir polis aceleyle o tarafa yöneldi. Aynı anda sokağın diğer tarafından başka bir ses bağırmaya başlamıştı bile:

"Yılgınlık yok, direniş var!”
“Yılgınlık yok, direniş var!" 

Derken bir diğeri daha katıldı koroya:

"Yılgınlık yok, direniş var!”
“Yılgınlık yok, direniş var!"

Ve öteden biri daha, işte sokağa fırlayan biri daha, derken başka biri daha...

Kolluktakiler ne yapacağını bilemez haldeydiler. Telaşla bir o yana bir bu yana koşuyor, slogan atanları susturmaya çabalıyor; yakaladıklarını kolundan çekiştiriyor, birini bırakıyor ötekine yetişmeye çalışıyordu. Öfkeli, çaresiz, kan ter içindeydiler. Onlar koştukça sokağa girenler daha çok artıyor, bağıranların sayısı giderek çoğalıyordu. Sokak neredeyse tamamen dolmuştu.

Sloganlarla sokağı inleten insanların arasında şaşkın, sıkışmış kalan polisler, ellerindekileri bırakmış, kendilerini içinde kayboldukları kalabalığın arasından kurtarma telaşına düşmüşlerdi.
Sokağın tamamı çoğu genç, kimi orta yaşlı, kimi esnaf ya da müşteri, kimi emekli veya işsiz ama hepsi öfke dolu bir kalabalıkla dolmuştu.
Hepsi, damarın bıçağa en yakın olduğu yerden sıyrılmış gibiydiler.
Şehrin en ince damarlarından toplanarak gelmiş; azimle, umutla, inançla çoğalmış, İstanbul’un bir sokağında tek yürek olmuş, dev bir koro halinde yükseliyordu sesleri:

"Yılgınlık yok, direniş var!”
“Yılgınlık yok, direniş var!”
“Yılgınlık yok, direniş var!"

Yusuf Nazım kimdir? 

Yusuf Nazım (1962) Hanak-Ardahan doğumlu. 1984 yılında Ankara'da, Hacettepe Üniversitesi Elektronik Mühendisliği Bölümü'nü bitirdi. Uzun yıllar bilişim sektöründe çalıştı.

1992-1999 yılları arasında Özgür Gündem, Özgür Ülke, Emek, Evrensel, gazeteleriyle; Gerçek ve Evrensel Kültür dergilerinde deneme, öykü ve yazıları yayımladı.

2007 yılında Hayat Televizyonu'nun ilk kurucuları arasında yer aldı. 2010'da bilişim sektöründeki profesyonel çalışmasını sonlandırdı.

2011 yılından itibaren Cumhuriyet, Radikal, Evrensel, Özgür Gündem ve BirGün gazeteleriyle; T24 ve bianet platformlarında yazıları; Evrensel Kültür ve İnsancıl Kültür Sanat dergilerinde öykü ve denemeleri yayımlandı.

2012-13 yıllarında Güneydoğu'da Diyarbakır, Batman ve Van illerinde çekilen Düşümdeki Uçurtma belgesel filminin genel koordinatörlüğünü yaptı.

Kızak (Evrensel Basım Yayın, 2012) ve Leyla'yı Beklerken (İnkılap Kitabevi, 2017) isimli öykü kitapları ile Aklın Ayak İzleri, (3 Cilt, İzBB Yayınları, 2024) isimli romanı vardır. 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Açların ayak sesleri

Belli ki duyulan, sadece bir belediye başkanına yapılan adaletsizlik için yükselen bir ses değildi. Yıllar yılı yok sayılmış, ötekileştirilmiş, lokmaları küçülmüş, hor görülmüş, haksızlığa uğramışların sesi bu

Ekmek de istediler, gül de

Bugün, ekmek de gül de isteyenlerin hikâyesini anlatacağım. Peşinen söyleyeyim; okurlarımın alışageldiğinin dışında, biraz uzunca bir tarih yazısı olacak bu. Yazıyı, içinde 8 Mart’ın bir de öteki tarihini bulup arşivleyenleriniz bile olacaktır. Kadına yönelik şiddetin, zorbalığın sona erdiği, bayramlarını yalansız, yasaksız ve gönül rahatlığıyla kutlayacakları bir dünya dileğiyle. 

Kurtların Kürtlerle dansı

“Kurtların Kürtlerle Dansı”, taraflar arasında gerçekten bir uyuma mı işaret ediyor, yoksa daha büyük bir satranç tahtasındaki oyunun, birbirini kollayan rakipleri arasında, yapılan hamlelerden sadece biri mi?

"
"