05 Mart 2025
-En iyi savaş hiç başlamamış olanıdır-
T24'teki son yazımı (“Terör” bitti!) tamamladıktan sonra kendi gündemime döndüm. Önümde yazmakta olduğum yeni romanım duruyordu. Büyük bir keyifle satırlarının arasına daldım.
Mola vaktim geldiğinde dünyada neler oluyor diye haberleri karıştırmaya koyuldum. Bir de ne göreyim.
Devlet Bahçeli'den DEM Parti Eş Başkanı Tuncer Bakırhan'a telefon:
“Bu ülkeyi birlikte demokratikleştireceğiz.”
Gülümsedim…
Romanı bırakmış, kendimi yeni bir yazının içinde bulmuştum bile.
Kurtlarla Dans (Dances with Wolves, 1990) filminde Teğmen John Dunbar’ın bir kurtla olan dostluğu anlatılır. Filmde onun bir kurtla ilişkisi, Sioux yerlileriyle –bir bakıma ötekiyle- geliştirdiği bağın küçük bir yansımasıdır. “Kurtlarla dans etmek”, ilk başta korkulan ya da anlaşılmaz bulunan bir şeyle zamanla derin bir bağ kurmayı temsil eder. Dunbar, hem fiziksel hem de ruhsal olarak kendi korkularını ve önyargılarını aşar, yeni bir kimlik kazanır. Dunbar’ın kurt ile dostluğu, Sioux halkıyla olan ilişkisinin de metaforik bir ön izlemesi gibidir.
Dunbar’ın askerî kimliği, Batı medeniyetini ve beyaz adamın yayılmacı politikasını simgelerken, Sioux yerlileri doğayla uyum içinde yaşayan özgür bir toplumu temsil eder. Adeta bizim dağlarımızda “kart kırt” sesleri çıkararak yürüyen Kürtler gibi. Dunbar, Sioux’larla yaşadıkça, Batı’nın dayattığı değerlere yabancılaşır ve doğayla, özgürlükle iç içe bir yaşamı benimser.
1968’de MHP’nin gençlik teşkilatı olarak kurulan Ülkü Ocakları, kısa sürede ‘Bozkurtlar’ adıyla anılmaya başlandı. Bir yıl geçmeden MHP, parti sembolü olarak “Bozkurt” sembolünü seçecekti. Ülkenin bazı yerlerinde gizli “ülkücü komando kampları”nın kurulmaya başlandığı yıllardı. Bu kamplarda silahlı eğitim, saldırı, suikast planları öğrenip komünizmle mücadeleye hazırlanıyorlardı. ABD tarafından, CIA eliyle komünizme karşı mücadelede kullanıldığı iddiaları yaygındı. Bu bağlamda sık sık Gladio, Kontrgerilla, Özel Harp Dairesi gibi gizli yapılanmalarla anıldı adları.
Ülkeyi 12 Eylül darbesinin karanlığına sürükleyen birçok kanlı cinayette Bozkurtların parmak izleri vardı. Doç. Dr. Bedrettin Cömert, Prof. Dr. Cavit Orhan Tütengil, Doç. Dr. Necdet Bulut, Prof. Dr. Bedri Karafakioğlu, Milliyet gazetesi baş yazarı Abdi İpekçi, Prof. Dr. Server Tanilli, DİSK Başkanı Kemal Türkler, yazar Ümit Kaftancıoğlu bunlardan bazılarıydı. Maraş, Çorum, Sivas, Bahçelievler, İstanbul Üniversitesi gibi katliamlarda yine hep Bozkurtların ayak izleri görülüyordu. Mahkeme ifadesinde biri, canımız sıkıldıkça, solcu avına çıkardık diyecek kadar açık sözlüydü.
İçlerinde, bu gizli ve kirli ilişkilerden bihaber, milli duygularla hareket eden milliyetçiler de elbette yok değildi. Belki de, çoğu neye alet olduklarını bile bilmiyorlardı.
90’lı yıllarda bazıları kimi mafya gruplarına karıştı. Çek senet mafyası olarak nam yapanları bile oldu. Bizim kuşağın malumudur. En ünlülerinden biri, cezaevinden kaçırılmış, Papa’yı öldürmeye bile kalkmıştı. Bozkurtların en önemli liderlerinden bir diğeri ise devletin gizli adamı olmuştu. Uyuşturucudan silah kaçakçılığına varıncaya dek kirli işler yaparken ülke ülke dolaşmış, yurt dışında devlet adına operasyonlar yapmıştı. Susurluk Kazası’yla ortalığa saçılan cerahatin içinde aşiret reisi bir milletvekili, bir polis okulu müdürünün yanı sıra onun da adı vardı. Kazada emniyet mensubu, ülkücü bozkurt ve sevgilisi ölmüştü. Ele geçen ruhsatsız ve gizli silahlar, mermiler, susturucular, sahte kimlikler, kokain ise cabasıydı… Devletin raporlarına böyle geçmişti. Üstü bantla kapatılarak gizlenmiş olanları ise kimse öğrenemedi…
Devlet nezdinde çoğu kez makbuldüler. Belediye başkanı da oldular, milletvekili ya da bakan da. Yargılandıkları da oldu, kendileri için özel af çıkarıldığı da. Bakan olmuşlardan biri, yeri geldi, söz söyledi. Dağda silahlı gezmektense insin, ovada siyaset yapsınlar, dedi. Buna kulak veren Kürtler oldu. Parti kurup siyaset yapmaya yeltendiler. Sonuç mu? Millet Meclisi'nde iki kelime Kürtçe söz söylediler diye enselerinden tutulup, on yıl kalmak üzere cezaevine tıkıldılar.
Bugünkü ülkücülerin, eski bozkurtlarla ne kadar bağı kalmıştır bilinmez. Ancak aynı Bozkurt sembolünü kullanmaya devam ediyorlar hâlâ. Ve eski Ülkü Ocakları Başkanı Sinan Ateş cinayetinde olduğu gibi katillerin izleri, eski bozkurtların ayak izlerini andırıyor.
En iyi savaş hiç başlamamış olanıdır. Keşke bu savaş hiç başlamasaydı. Keşke 40 yıl önce, bu ülkenin anayasasını silah zoruyla askıya alıp meclisi kapatanlar, siyasetçileri zindanlara tıkmasaydı. Asmayıp da beslemeyecek miyiz diyen katiller, keşke bu ülkede Kürt yok, dağda “kart kırt” diye yürüyen dağ Türkleri var demeseydi. Keşke Diyarbakır zindanlarından çıkan gençler, yüreği atıp dağa çıkmasaydı. Keşke bu savaş hiç başlamasaydı. On binlerce insanın kanı gereksiz yere akmasaydı…
Bu savaş 40 yıl daha sürmemeli. 40 yıl değil 1 yıl dahi ve hatta 1 dakika bile sürmemeli.
Kürtler, sosyolojik olarak 100 yıllık yalnızlıklarında çok acılar çektiler. Birçok kez başkaldırdılar, çok kaybettiler. Ve çok da öğrendiler. Ne kadar iyi ki sivil alanda, hiçbir zaman Türklere karşı bir düşmanlık gütmediler. Hiçbir Kürt ilinde bir Türk, Kürtler tarafından hor görülmedi, omuz vurulmadı, linç edilmedi. Kürt’ün coğrafyasında çokça dolaştım, çok anılar biriktirdim onlara dair. Gidip sofralarına oturdum, gözlerine baktım. İnsan sıcağı vardı bakışlarında. Ellerini sıktım, kucaklaştım. Hep dostçaydı sarılmaları, hep kardeşçeydi.
Çok kaybettikleri gibi çok da kazandılar. O topraklardaki gericiliğe, cemaat ve tarikatlara karşı büyük bir direnç gösterdiler. Her şeyden önce güçlü bir kadın hareketi yarattılar. Kürt siyasal hareketinin yarattığı aydınlanma, çağdaşlık, inançlara saygı; kimliklere, cinsiyetlere, mezheplere, dinlere karşı geliştirdikleri eşitlikçi tutumla o toprakların modern bir damarı oldular.
MHP’nin tarihsel olarak kullandığı “Bozkurt” sembolü, Türk milliyetçiliğinin en belirgin simgelerinden biri olmaya devam ediyor. Kürt meselesinde yıllarca sert bir duruş sergileyen Bahçeli’nin bugün DEM Parti’ye “ülkeyi birlikte demokratikleştirme” vaadinde bulunması, geçmişteki söylemleriyle açık bir tezat oluşturmakta.
Kurtlarla Dans filminde ana karakter, farklı bir kültüre adım attıkça dönüşüme uğrar ve ona uyum sağlar. Ancak Bahçeli’nin siyasetinde böyle bir içsel dönüşümden söz etmek olası mı? Yoksa bu sadece konjonktürel bir manevra mı? “Kurtların Kürtlerle Dansı”, taraflar arasında gerçekten bir uyuma mı işaret ediyor, yoksa daha büyük bir satranç tahtasındaki oyunun, birbirini kollayan rakipleri arasında, yapılan hamlelerden sadece biri mi?
Filmde John Dunbar’ın yerlilerle olan ilişkisi, karşılıklı güven ve zaman içinde gelişen bir anlayış üzerine kuruluydu. Ancak burada “Bozkurtların” Kürtlerle dans etme isteğinin nasıl karşılandığı önemli bir soru işareti. DEM Parti cephesinden bu dansa gerçekten ortak bir adım atılacak mı, yoksa geçmişte yaşananlar nedeniyle ihtiyatlı mı yaklaşılacak?
Açıktır ki Bozkurtlar, Türk milliyetçiliğinin en sert kanadını temsil etmekte. Kürt siyasi hareketi ise uzun yıllar boyunca milliyetçi-devletçi politikaların baskısı altında. Bugün “birlikte demokratikleşme” söylemi, bu tarihsel zıtlığı aşabilir mi? Yoksa bu, bin odalı sarayın kapalı kapıları ardında planlanan kısa vadeli bir “dans” olarak mı kalacak?
Bekleyip göreceğiz.
Barış üstümüze olsun.
Yusuf Nazım kimdir?Yusuf Nazım (1962) Hanak-Ardahan doğumlu. 1984 yılında Ankara'da, Hacettepe Üniversitesi Elektronik Mühendisliği Bölümü'nü bitirdi. Uzun yıllar bilişim sektöründe çalıştı. 1992-1999 yılları arasında Özgür Gündem, Özgür Ülke, Emek, Evrensel, gazeteleriyle; Gerçek ve Evrensel Kültür dergilerinde deneme, öykü ve yazıları yayımladı. 2007 yılında Hayat Televizyonu'nun ilk kurucuları arasında yer aldı. 2010'da bilişim sektöründeki profesyonel çalışmasını sonlandırdı. 2011 yılından itibaren Cumhuriyet, Radikal, Evrensel, Özgür Gündem ve BirGün gazeteleriyle; T24 ve bianet platformlarında yazıları; Evrensel Kültür ve İnsancıl Kültür Sanat dergilerinde öykü ve denemeleri yayımlandı. 2012-13 yıllarında Güneydoğu'da Diyarbakır, Batman ve Van illerinde çekilen Düşümdeki Uçurtma belgesel filminin genel koordinatörlüğünü yaptı. Kızak (Evrensel Basım Yayın, 2012) ve Leyla'yı Beklerken (İnkılap Kitabevi, 2017) isimli öykü kitapları ile Aklın Ayak İzleri, (3 Cilt, İzBB Yayınları, 2024) isimli romanı vardır. |
Büyük kentin barınamayanları, kenar semtlerin açları, köyün yoksulları, etin, sütün, odunun ve kömürün muhtaçları, öğrenciler, emekliler, asgari ücretliler sevinin, yaşama sırası sizde, “terör” bitti!
Serap Hanım, partisinden ayrılıp tüm söylediklerine rağmen “otoriterizmi kurumsallaştıran” bir partiye geçerken iyimserliğini hâlâ koruyor mu, bilemem. Belki de Ergun Özbudun'un dediği gibi "mükemmeli ararken mümkün olanı kaçırmamak" için verdi kararını
Ölüm her yerde, her an ve her şeyde, sinsi bir pusuda bizi bekliyor. İstiyorlar ki merak etmeyelim, istiyorlar ki bilmeyelim, istiyorlar ki öğrenmeyelim!
© Tüm hakları saklıdır.