20 Temmuz 2017

Surlarından kanayan şehir

Neden minarelerinden vurulmuş, niçin kiliselerin yaralı?

Seni vurdular!

Balıkçılar Çarşısı’nda Dört Ayaklı Minare’ydin sen, ayaklarından vurdular.

Dört Ayaklı Minare’nin başucunda Tahir Elçi’ydin sen, seni bir kez daha vurdular.

Çocukların vardı senin Sur Kapı’da, Dağ Kapı’da, Mardin Kapı’da.

Oyunlar oynarlardı Urfa Kapı’da; Lalabey’de, Melikahmet’te, Hançepek‘de.

Çocukların vardı senin fedai, qırıx, serseri!

Kimi İstanbul’da tinerci, ciğerleri slikozis dolu, kimi birkaç kilo kalmış, kemik.

*  *  *

Sur diplerinde çocukların vardı senin.

Telaş içinde koşarlardı.

Yüzlerinde yorgun suretleri, sanırsın ağır bir dünya yükü. 

Sabahları, siftah yapmak olurdu biricik hayalleri.

Kaşları çatık, bakışları tedirgin, hayal içinde hayal satarlardı.

Senin ki surlarında Yedi Kardeşler’in, Keçi Burcu’n vardı, Kırklar Dağı’yla göz göze, Hevsel’in Bahçeleri’yle komşuydun.

Sen ki bir zamanlar Rumların, Ermenilerin, Süryanilerin yurduydun.

Kürtlere, Türklere, Yezidilere yar olmuştun.

Sen ki taş ustalarının, duvar ustalarının elinde büyümüş, güzel bir diyar olmuştun.

Şimdi söyle bana, nedir bu halin?

Diyarbakır Suriçi'nde bir mahalle

Dicle’nin kıyısında bir büyük mezara gömmüşler seni.

 

Görüyorum.

Taşlarına, duvarlarına, hanlarına kıymışlar senin!

Seni surlarından vurmuşlar!

Bazalttan yapılarına kıymışlar senin ey şehir!

Bütün kapılarını kırmışlar!

Paramparça olmuş kapılarından girmişler, kalelerini zapt etmişler.

Taşını, toprağını almışlar, etini tırnağından ayırmışlar senin!

Seni kürek kürek, kamyon kamyon taşımışlar!

Dicle’nin kıyısında bir büyük mezara gömmüşler seni.

Sana her gün, her geçen gün biraz daha kıymışlar…

*  *  *

Sur içi

Biliyorum.

Sokaklarında simit, selpak satan karakaşlı, kara gözlü çocukların var.

Kayıplarının peşinde diyar diyar dolaşan bağrı yanık anaların var.

Burçların, nasıl da tedirgin bakıyor şimdilerde Dicle’nin vadisine.

Korku dolu, ürkek, huzursuz; kaderine terk edilmiş sürme gözlü Hevsel

Bahçeleri’n var.

Uzak diyarlardan nice hayallerle gelmiş kavimlerin, bütün kapılarından yürüyerek geçmişler.

Onlar ki Deliller Hanı’nda atlarıyla, develeriyle konaklamışlar.

Demiri bükmüşler, bakırı dövmüşler, altını ilmek ilmek işlemişler.

Surlarını dövmelerle süslemişler.

Onlar ki vakit olmuş, Sülüklü Han'ın şarabından içmişler.

Kocatepe’de, Çanakkale’de, Conkbayır’da yedi düvele karşı birlikte vuruşmuşmuşlar.

Sen ki kavimler diyarısın, bazalttan yapılmış duvarlarında 27 kavmin izi var.

Bugünlerde niye böyle boynun bükük?

Söyle bana şehir, o güzelim bahçelerinde başka kimin gözü var?

Dört Ayaklı Minare

Mimberlerde okunan dua, kiliselerde ayin!

 

Şimdi eğil de bir surlarına kulak ver. 

Dinle!

Harap duvarlarının, bazalt kayalarının sana diyecekleri var.

İnanma, senin için söylenenlere, hep yalan!

Sana verilen vaatler, senin için söylenilen ilahiler hep yalan!

Camilerde ezan sesi, mimberlerde okunan dua, kiliselerde ayin!

Hepsi yalan!         

Nasıl anlayacak şimdi seni kalbim?

Nasıl inanacak bunca yalana, nasıl kanacak?

Seni nasıl anlatacaklar bu şehrin tarihine?

Çocukların, surlarına bakıp da neleri hayal edecekler?

Hangi yüzle sığacak bu ülkenin vicdanına bunca riyakârlık?

Gelenler, yemişlerini toplar olmuş hep sofrandan.

Sen kendi çocuklarına niye böyle haramsın?

Söyle bana ey şehir, sen hangi yüzyıla kanayan yaramsın?

*  *  *

Duyuyorum.

Ezan sesleri eksilmiş semalarından.

Yerine, dalga dalga anonslar yükseliyor artık minarelerinden.

Ali Paşa, Veli Paşa Mahalleleri yıkılacak!”

diyorlar...

Seni surlarından, minarelerinden; seni tarihinden yıkmak istiyorlar ey şehir!

Elimden bir şey gelmiyor, laikin sana bir çift sözüm var…

Taşköprülerin de onlarca gözün var senin.

Onun akışına karşı gelenlerin mezarlığı olmuştur hep tarih.

Boyun eğmeyecek surların, her devirde başı dik kalmış kalelerin, binyıllardır

taşlarına el sürmüş kavimlerin var senin.

Biliyorum, belki güç, belki bağışlaması yok tanrıların!

Bırak o zaman, kalmasın içimde, söyleyeyim!

Aman dilemiyor, dilemeyecek bu şehir kimseden.

Aman dilemeyecek yıkılan surlar.

Aman dilemeyecek kimse!

Çünkü senin, kapılarına hayat veren dokuz bin yıldan eski bir tarihin var.

Diyarbakır surları

Amed’sin, Amida’sın, Dikranagerd’sin sen!

 

Bil ki, yalnız değilsin.

Sana nasıl diz çöktürebilirler?

Surlarının ötesinde aklı sende olan kardeşlerin var.

Lakin söyle bana, hangi kardeşin, hangi kardeşe ahısın sen?

Sana, zulümlerden zulüm beğen diyen nasıl tanrıların var?

Söyle, niçin çocukların senden böyle uzakta?

Ocakları sönmüş, yurtları tarumar, aşları eksik.

Kimi pancarda, fındıkta, tütünde, pamukta…

Çocukların neden gurbet yollarında şimdi senin?

Niçin böyle tersanelerine sağ girip, üç günde ölü çıkan evlatların var?

Diyarbakır surları

Görüyorum, Surp Sarkis zor durumda.

Anto Dayı mezarında huzursuz, Surp Giragos’tan ise haber yok.

Çanı düştü mü, duvarı yıkık mı, bahçesi temiz mi?

Paramparça olmuş şimdi bazalt taşların.

İş makineleri sabırsız, üç vardiya birden çalışmada.

Biteviye betonla dolduruyorlar kalbini.   

Şimdi nasıl atacak bu yürek, nasıl yaşayacak; tarihine neler yazacak bu şehir senin?

Kubbelerin delik deşik olmuş, kiliseler çansız, minareler ezansız.

Duvarların neden böyle yıkık, semtlerin harap, çocuk sesleri azalmış sokaklarında.

Söyle bana, Dicle’nin kıyısında zaman, nasıl böyle nankör, nasıl böyle vefasız?


*  *  *

Diyarbakır Surlarından Hevsel Bahçeleri, Kırklar Dağı ve On Gözlü Köprü

Haberin var mı?

Kırklar Dağı bir süredir zaten yaralı.

Sana nasıl kıymışlar böyle ey şehir!

Dicle’nin kıyısında, kanın tarihe karışıyor, sen şimdi Dicle gibi yaralı bir nehirsin.

Suları yetmiyor Dicle’nin yıkamaya.

Hevsel’in bahçeleri örtemiyor yaralarını.

Diline mühür, ayaklarına prangalar vurulmuş, duvarlar içinde kalmış bir esirsin sen.

Etrafı bazalt kayalarla çevrilmiş bir bekirsin.

Amed’sin, Amida’sın, Dikranagerd’sin.

Yedi veren güllerinin diyarısın.

Diyarbakır’sın sen!

Söyle!

Nasıl bir kardeşliktir bu sana reva görülen?

Hangi yüzyılda, hangi kardeşin, hangi kardeşe zulmüsün?

Neden minarelerinden vurulmuş, niçin kiliselerin yaralı?

Niye böyle surlarından kanamalı bir şehirsin şimdi sen?


Not: Sur, 9000 yıllık şehrin merkezinde bulunan ve etrafı surlarla çevrili ilçedir. İlçenin etrafını saran 5000 yıllık surlar, dünyanın ikinci büyük surları olup UNESCO tarafından Dünya Tarihi Listesi’ne alınmıştır. Aralık 2015’te başlayan çatışmalar sonucunda Suriçi’ndeki 595 tescilli yapıdan 89’u tamamen yıkılmış, 48 yapı da hasar görmüştür. Uydu fotoğraflarında bazı mahallelerin büyük oranda ortadan kalktığı anlaşılmaktadır. İlçedeki bazı mahallelerde ise “kentsel dönüşüm” adı altında yıkım ve yeniden yapılaşma sürmektedir.

Yazarın Diğer Yazıları

Çocuklar şeker, hayvanlar mama yiyebilsinler

Filistinli çocuklar şeker de yiyebiliyorlar mı? Peki ya Gebze'de katledilen can dostları bundan böyle mama yiyebilirler mi? Bir soru düşüyor aklıma; şeker mi, mama mı?

Aklın Ayak İzleri'nde yolculuklar (6) | Yüz karası değil, kömür karası

İçinde yol aldığımız bu serüven tanrı zamanda çıkılan bir yolculuk gibiydi. Var olmanın öncesinden, yok olmanın sonuna uzanan, aklın ayak izlerinde bir yolculuk... Karanlık, sınırsız, gizemli... 

Aklın Ayak İzleri'nde yolculuklar (5) | Bir kavalın ezgileri

Çınar ağaçları, iri koca gövdeleriyle gökyüzüne uzanmış bir abide gibiler. Ihlamurların arasından bize ulaşan rüzgârın sesi kuş cıvıltılarına karışıyor

"
"