Bir kadın.
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi mezunu.
Adli Tıp'ta uzmanlık eğitimi yanı sıra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nde Klasik Arkeoloji Lisans Eğitimi aldı.
1992'de kurulan Adli Tıp Uzmanları Derneği'nin kurucularından olup 1993-1996 arasında derneğin yönetim kurulu başkanlığını üstlendi.
Türk Ceza Hukuku Derneği kurucu üyelerinden.
Mesleki ömrünü işkenceyle mücadeleye adadı. Hazırladığı işkenceyi belgeleyen sayısız rapor ve tıp etiği üzerine yazılarıyla devletin sivri oklarını üzerine çekti.
Uğur Mumcu sanıklarıyla ilgili verdiği rapor nedeniyle tehdit edildi, görevden alınmasına dair yazılan gizli yazılar açığa çıktı, 90'lardaki Susurluk Çetesi'nin adli tıp üzerindeki baskılarına karşı mücadele etti.
1997'de İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı Başkanı oldu. Bu görevinden ve yürüttüğü Adli Tıp Kurumu İhtisas Kurulu Başkanlığından çeşitli defalar uzaklaştırıldıysa da her seferinde yargı kararlarıyla geri döndü.
İngilizce, Almanca ve Klasik Yunanca biliyordu.
Birleşmiş Milletler Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi adına, 1996'da Bosna'nın Kalesija bölgesindeki toplu mezarlardan çıkarılan cesetlerin otopsi çalışmalarına katıldı.
1999'da, Birleşmiş Milletler 'in İstanbul Protokolü olarak bilinen işkencenin saptanmasında dair uluslararası standart kılavuzun hazırlayıcıları arasında yer aldı; bu protokolün uygulanması konusunda birçok ülkede eğitim verdi.
İnsan Hakları İçin Hekimler 'in 2000'de Güney Afrika'daki uluslararası çalışmasında, 2002'de ise Dünya Sağlık Örgütü'nün (WHO) Kadına Yönelik Cinsel Şiddet Araştırması ve El Kitabı çalışmalarında yer aldı.
Uluslararası İşkence Rehabilitasyon Merkezi (IRTC) adına gittiği Bahreyn'deki bir ölüm olayında, yaptığı otopsiyle ailenin iddiaları doğrultusunda gencin gözaltında işkenceyle öldürüldüğünü kanıtladı.
Yaş haddinden emekliliğine 7 yıl kalan zorunlu emekli edildiği 2019 yılına kadar İstanbul Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı'nda, Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde adli tıp lisans ve yüksek lisans dersleri verdi; İstanbul Üniversitesi Adli Tıp Enstitüsü'nde yüksek lisans ve doktora tez danışmanlığı yaptı.
Türk Tabipleri Birliği ve İstanbul Tabip Odası yanı sıra Türk Patoloji Derneği, Forensic Science Society of UK, Académie Internatıonale de Médecine Légale et de Médecine Sociale, International Academy of Legal Medicine, New York Academy of Sciences, İnsan Hakları Eğitimi On Yılı Ulusal Komitesi Cezaevleri Çalışma Grubu, Association de Droit Penale Internationale, Başbakanlık İnsan Hakları Danışma Kurulu gibi kurumlarda görev yaptı.
Son olarak 2009'dan beri sürdürdüğü Türkiye İnsan Hakları Vakfı'nın (TİHV) başkanlığını bırakarak 2021'de Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi başkanlığına seçildi.
Aynı zamanda 1997 IRCT Bent Sorensen Grant, 1999 İstanbul Üniversitesi Uluslararası Bilime Katkı, İstanbul Tabip Odası Sevinç Özgüner İnsan Hakları, 2000 yılı Barış ve Demokrasi, 2000 yılı Açık Sayfa Barış, Demokrasi ve Hukuka Katkı, 2000 International People's Lawyers Eminent Person Grant, 2001 BEKSAV, 2014 Uluslararası Hrant Dink Vakfı ve daha birçok ödülün sahibi bir bilim ve onur insanı...
26 Ekim 2022'de bir TV kanalında sorulan soru üzerine, uzmanlık görüşünü paylaştığı için gözaltına alındı, sonra tutuklandı.
* * *
Asıl olan hakikati aramaktı.
Oysaki bir bilim insanı konuştu, yer yerinden oynadı.
En yüksek perdeden başlayan nefret söylemi, hedef gösterme, medyada koparılan linç fırtınası…
Bir anda ülkenin şerefi lekelendi, orduya iftira atılmış oldu!
Öyle ya, yumurtalar hiçbir koşulda çürümez, ya da aralarından çürükleri çıkmazdı. Toplum ve kurumlar olarak ari bir ırktan çoğalmıştık, hepimiz pürü paktık.
Örneğin, bu ülkede askerler 1961'de darbe yapmamıştı! Elinde bulundurduğu silah gücünü kullanarak seçilmişleri içeri atmamış; içlerinde bir başbakan ile iki bakanı asmamıştı!
Doğruydu, 1971 olduğunda askerler bir kez daha parlamenter rejimi yıkarak anayasayı askıya almamıştı! Silah zoruyla aydınları, sanatçıları, sendikacıları, öğrencileri hapse tıkmamış; intikam olsun diye fidan boylu üç genci idam sehpasında asmamıştı!
Ve yine doğruydu, 1980'in 12 Eylül'ünde silahlı kuvvetler cebir ve şiddet yoluyla seçilmiş iktidarı devirmemiş, bir kez daha demokrasinin canına okuyup meclisi kapatmamıştı; onlarca idam, yüzbinlerce gözaltı, 2 milyona yakın fişleme yapmamış; gazete ve dergileri, sendika ve dernekleri kapatmamış, tonlarca kitabı yakmamıştı!
Devletin raporlarında bile yazsa 90'lı yıllarda ülkenin doğusunda binlerce köyü ve mezrayı yakıp yıkarak boşaltmamış; Roboski/Uludere'de kendi yurttaşlarının üzerine bomba yağdırıp çoluk çocuk, genç yaşlı demeden 34 köylünün canına kıymamıştı!
2016’nın 15 Temmuz'unda örneğin; askerin içinden birileri Ankara’da TBMM üzerine bomba yağdırmamıştı!
Velhasıl, Susurluk Çetesi'nin artıklarıyla emekli ya da emekli olmayan generallerin resimleri de gazetelerde boy boy basılmamıştı!
* * *
Peki, şimdi ne oldu?
Bir hakikat yolculuğu yarım kaldı.
Birileri çoktandır bir cadı kazanını kaynatıyordu, içine atılacak kurban ise hazırdı.
Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi Başkanı ve onun meslek örgütü hedefe konuldu…
Profesör Doktor Şebnem Korur Fincancı.
Ömrünü insan haklarına adamış bir bilim kadını. Hipokrat Andına bir bayrak gibi sarılmış kâh devletin derinliklerinde, kâh Bahreyn sahillerinde; Filistin'den Yeni Zelenda'ya, Abu Gharib'ten Güney Afrika'ya, Saraybosna'dan Güney Afrika'ya bir hakikat yolcusu o.
Tıpkı meslek etiğinden ödün vermeyen; insan ve haklarını savunduğu için daha önce gözaltına alınan, tutuklanan; özgürlüğünden edilen ve sonunda beraat eden diğer hakikat yolcuları gibi.
Sadece son birkaç yılda olmak üzere gözaltına alınan ya da hapse atılan/çıkan/çıkamayan Profesör Raşit Tükel, Profesör Funda Obuz, Profesör Taner Gören, Profesör Onur Hamzaoğlu, Profesör Füsun Üstel, Profesör Beyza Üstün ve daha niceleri gibi…