Ege’de bir cumartesi günü. Dolmuş, Ulamış Köy Meydanı’nda durdu. Kadın, telaşla dolmuştan indi. Gecikmiş olduğunun endişeli izlerini taşıyan alnındaki çizgilere öğlen güneşinin sıcaklığı sinmişti. Elinin tersiyle alnını sildi. Acele ve küçük adımlarla geldiği fırından eli boş dönen insanları görünce endişesi bir kat daha artmıştı. Tezgâha yanaştı, “Oğlum iki ekmek!” dedi.
Yoktu! İki ekmek değil, tek ekmek dahi yoktu! Karşıyaka’dan yola çıkıp önce vapur, sonra dolmuşla yaptığı yolculuktan sonra eli boş dönecek olmanın sıkıntısı, gri bir bulut olup yüzüne çökmüştü. Bir süre ne yapacağını bilemez halde ayakta bekledi. Sonra, köy meydanındaki gölgelik ağaçlardan birinin altına yürüdü. Sandalyeye oturdu, çantasındaki suya davrandı…
Anadolu köylüsünün toprağa olan borcu
“Al” dedi yaşlı adam. Çeyizlik sandığa benzeyen kutudan çıkardığı el büyüklüğündeki çıkını yanındakine uzattı.
Ardından, “Evladım” diye ekledi, “dedelerimizden, atalarımızdan bize mirastır bu; evlenen kızlarımızın çeyizi, oğullarımızın en değerli sermayesidir. Kıymetini bil, sakla, yapabilirsen çoğalt…”
Bu tembih, Anadolu köylüsünün toprağa olan borcu, kalan ömründen geriye bıraktığı vasiyeti gibidir.
Genç adam, çıkını yavaşça açtı. İçindekileri tane tane avucuna boşalttı. Bez torbadan boşalan kahverengi buğday tanelerine, sanki birer inci tanesiymiş gibi baktı…
* * *
Olay 2011 yılında yaşanır. Seferihisar Belediyesi’nin tarım görevlisi adam, elindeki çıkınla, köylünün evinin önüne çıkar. Ağustos sıcağı, tepelik bir yerdeki Gödence’de etkisini nispeten hafif hissettirmektedir. Gölcük Köyü ile Gödence arasındaki derin vadiden yol alan rüzgâr Gödence eteklerini yalayarak köyün sokaklarını dolaşır, genç adamın yüzüne dalga dalga çarpar.
Elindeki çıkında bir avuç tohum bulunmaktadır. Yüzyıllar boyu Ege toplumlarının sofrasına katık olmuş, zamanla ekim alanları daralmış, 2006 yılında çıkarılan bir yasadan sonra üretim alanlarından tümüyle yok olmuş Karakılçık buğdayının tanelerinden başka bir şey değildir bu çıkındaki...
Yerli tohum ticaretinin yasaklanması
29 Ağustos 2018. İzmir’in Seferihisar ilçesi. Bu küçük içe, Türkiye Harita ve Kadastro Mühendisleri Odası’nın 17.Yaz Kampı’na ev sahipliği yapmaktadır. Turgut Köyü’ndeki panelde ‘Alternatif Yerel Yönetim Modelleri ve Tohum Politikaları’ tartışılmakta. Seferihisar, Ovacık ve Menteşe Belediye başkanları Mustafa Tunç Soyer, Fatih Mehmet Maçoğlu ve Bahattin Gümüş konuşmacı olarak paneldeler.
Seferihisar Belediye Başkanı Tunç Soyer, “İnanılmaz ama gerçek, 2006 yılında hükümet, yerli tohum satışını yasakladı!” diye çığlık atıyor. Bu yasağın, dünyayı bir ahtapot gibi saran yabancı tohum tekellerinin, Türkiye’deki iktidar erkine nüfuz etmesinin bir sonucu olduğu konuşuluyor panelde. Dünya çapındaki bu kuşatmaya karşı, her üç belediye de tohum dernekleri ve bankaları kurmaya yönelmişler. Her sene tohum takas şenlikleri düzenliyorlar.
Seferihisar Belediyesi 31 Mart’ta gerçekleştirdiği 8.Tohum Takas Şenliği’nde yüzbinlerce yerli tohumun birbiriyle takas edilmesini sağlamış. Menteşe Belediyesi ise 21 Nisan’da 6.Tohum Şenliği’ni gerçekleştirmiş durumda.
Tunç Soyer, “Belediyenin tarım görevlisi, getirip masama koyduğunda, bir avuçtu” diyor. “İşte bu bir avuç Karakılçık tohumuyla yola çıktık. Sevdik onu; tane tane çoğalttık, çimlendirdik, birkaç yıl sonra bu tohumlardan 20 ekmek üretmeyi başardık.”
Karakılçık buğday ekmeği, içinden kepeği alınmamış unla ve ekşi maya ile yapılan, katkısız, küflenmez, bayatlamaz bir ata ekmeği. Geçenlerde ikincisi düzenlenen “Ata Ekmeği ve Armola Şenlikleri’nde Ulamış Köyü’ndeki taş fırında pişirilen 4000 ekmek tüketilmiş.
28 Kasım 2009 tarihinde Türkiye’nin Citlaslow kentler (Yavaşkent) birliğine üye olan ilk belediyesinin başkan Tunç Soyer vahşi kapitalizmin dizginlenemeyen saldırısına karşı yerellerdeki mücadelenin önemine vurgu yapıyor. 8 tezgâhla başlayıp 400 tezgâha ulaşan bedelsiz köylü pazarlarından, tüketiciye aracısız ulaştırılan ürünlerden, kooperatifçilik deneyimlerinden bahsediyor…
“2011 yılında Can Yücel Tohum Merkezi’ni kurarak başladığımız bu mücadelede bugün devletin verdiği fiyatın iki katına, belediye alım garantili olmak üzere 500 dönümlük bir üretime ulaştık.”
Ovacık Belediyesi’nin komünist belediye başkanı Fatih Mehmet Maçoğlu’nun konuşmaları ise esprilerle dolu. Bu küçük ama hayalleri büyük beldenin başkanı, popülaritesini belli ki, biraz da sıcakkanlılığı ve samimiyetinden alıyor.
Seçildiği günden beri makam odasının kapısı herkese açık. İlk iş olarak Ovacık’a kurduğu çocuk kütüphanesine, sonradan iki kütüphane daha eklemiş. Çocukları bir saat kitap okumaları karşılığında bir saat bisiklete bindiren, mercimek ve nohut ekerek geliriyle öğrencilere burs veren; makam aracı kullanmayıp toplu taşımayı ücretsiz yapmak suretiyle bir ilke imza atan ülkenin tek komünist belediye başkanı o.
Ülkede en ucuz su, onun ilçesinde satılıyor. Organik nohut, kuru fasulye ve patates, ilçesinin adıyla bir markaya dönüşme yolunda hızla ilerlemekte. Maçoğlu, 1979’daki Terzi Fikri Sönmez’in Fatsa’sındaki yönetim modelini örnek almış. Önemli kararları, kurmuş oldukları halk meclisleriyle birlikte alıyorlar. 45 günde bir toplanan halk meclislerinin amacı, olabildiğince ortak bir akıl ve emekle ilçeyi yönetmek.
Maçoğlu topraklarındaki söndürülemeyen yangınlardan bahsediyor, “üretim, emek, mücadele, inanç” sözcükleri yayılıyor meydana...
Yaralı bir ülkenin ağır yaralı coğrafyası
Dolmuş, Ulamış tabelasını arkasına alarak İzmir yönüne dönüyor. Yolun sol tarafında, birkaç kilometre içeride, Turgut Köyü Meydanı’nda maviye çoğalmış bir kalabalık. Haritacılar, mühendisler, köylüler, belediye başkanları. Hummalı bir tartışmadalar. Dünyayı bir ahtapot gibi saran canavarın kollarından kurtulmanın yollarını arıyorlar.
Yüzlerce kilometre uzaklarda, Dersim’de, Şırnak’ta Beyaz Dağı’nda ve başka başka yerlerde toprağın üstü için için yanıyor. Ne ışık hızında yayılan imdat çığlıkları, ne itfaiye araçları; ne arazözler, on beş dakikada havalanan yangın söndürme helikopterleri... Burası, yaralı bir ülkenin ağır yaralı coğrafyası. En ince yanından ağır ağır kanıyor...
Dolmuş Düzce Köyü’nü geride bırakarak Güzelbahçe’ye doğru yol alıyor.
Kadın, kucağında bir demet buğday başağı, başını cama yaslamış dışarıya bakıyor. Dolgun, iri, kahverengi başakları her okşayışında, gözlerinde geçmiş anıların izleri parıldıyor. Sağ tarafta, bir zamanlar Gödence Köyü’nden yola çıkmış bir avuç çeyizlik buğdayın hikâyesi; dönüm dönüm Karakılçık buğday tarlaları uzanıyor…
Hayatsa, her şeye rağmen yaşam dolu. Bir süredir, derin hüzünler yurdu ülkenin bu küçük coğrafyasında, sabırsız bir inatla, yeni baştan doğmuş gibi hilesiz, cesur ve direngen. Biraz sokulsan nasıl da cıvıl cıvıl, biraz dinlesen nice masallar saklı, biraz dokunsan bin vermeye hazır toprağı…