04 Şubat 2019

Aşk olsun!

Aşk! İnsanın başına gelebilecek en naif, en güzel, en belalı, en kışkırtıcı ve baştan çıkarıcı şey

Aşk!

İnsanın başına gelebilecek o en güzel, en baştan çıkarıcı, aynı zamanda en tehlikeli şey.

Okurlarımın bir kısmı soruyorlar;

"Öykülerinde ve yazılarında neden aşka yer vermiyorsun?" 

Haklılar!

Nicedir üzerimize yığılan kara bir gökyüzünün altında ışığı arıyoruz. Ne yana dönsek acı, ne yana baksak bir savrulma hali, ne yana seyirsek ağır bir çürüme…

Çokça nasipleniyorum ben de. Gördüğüm her resim yeni bir kederi tetikliyor, izlediğim her video bir girdap gibi beni kendine çekiyor, okuduğum her haber acı olup ruhuma saplanıyor. Bunca çöküntünün altından yine de umut çiçekleri toplamaktan vazgeçmiyorum. Meramımı biraz da edebiyatın diliyle anlatmaya çalışıyor; seslerin, sözlerin, imgelerin coğrafyasına sığınıyorum.

Bu arada, belki hiç farkında bile olmuyorum; aşka, sevdaya, tutkuya dair ne varsa, kelebek kanadına konup uzaklaşıyorlar sanki.

Sözcüklere zerk olmuş bir hüzün

Son öykü kitabımın arka kapağına editörün düştüğü bir not vardı;

"Uzaktan bakıyor olsak da, bizzat yaşıyor olsak da bu ülkede kişi başına düşen acı oranı, muhakkak ki boyumuzu aşıyor. Her bölgenin ayrı bir hikâyesi, derdi, kederi var."

Düşünüyorum da acaba, bu ülkedeki kişi başına düşen acı oranı mıdır, yazdıklarımızı bu kadar acıya, kedere, hüzne boğan?

Kişi başına düşen acıdan daha fazlası mıdır yoksa sözcüklerime zerk olmuş bu hüznün sebebi?

Hâlbuki aynı öykü kitabıma "Aşk, bir aldatma" adlı bir öyküyü de koymuştum. Gelin görün ki bu öykü bile okurlarım arasında tartışma yarattı.

Kimisi, "bu bir aşk öyküsü değil" dedi, kimisi "işte asıl aşk bu!" dedi; kimisi de aşkın bir tuhaf hali olarak gördü anlatılanı...

*  *  * 

Aşk! 

Gazete yazılarımda ilk defa, üç yıl önceki bir Kanada ziyaretimde yazmıştım aşka dair. "Bu sefer aşktan bahsedeceğim size" diye başlayan yazım, "Toronto'da Dört Ayaklı Minare" ile bitmişti. 

Hiç farkında bile olmamıştım; ülkemden çok uzaklarda, başka bir kıtada, uluslararası kongrenin akşamında, aşkla başladığım bir yazıyı, yıkılmış bir kente dair ağıtla sonlandırmıştım.

İçine doğduğumuz coğrafyanın kaderiydi belki bu; aşk, yine yarım kalmıştı…

Aşkla İzmir

Geçenlerde gördüm. Bir politikacıdan beklenmeyecek incelikte, duygu yüklü, naif, benzersiz bir slogandı;

"Aşklaİzmir"

Bir fotoğrafın altında yer almıştı slogan. Fotoğrafta ise Türkiye'deki "Yavaş Kentler" (Cittlaslow) akımını başlatarak kendi ilçesini Yavaş Kentler Başkenti yapan Seferihisar Belediye Başkanı Tunç Soyer vardı. İki dönem ilçeyi başarıyla yönetmiş, politikanın hırsla, riyakârlıkla, ihtirasla, tuzaklarla dolu yollarını aşarak CHP'nin İzmir Büyükşehir Belediyesi başkan adaylığı için kendini kabul ettirmişti.

Ve çiçeği burnunda başkan adayının sarıldığı ilk sözcük "aşk" olmuştu.

İki güzel sözcük; “aşk” ve “İzmir

"Aşklaİzmir"

Yukarıda bahsettiğim Kanada ziyaretimde, Toronto'daki otel odasından Türkiye'ye yolladığım elektronik postada şunu yazmıştım;

"Sevgili başkan, süregiden yumuşama ortamında Doğu ile Batı arasındaki kardeşliği güçlendirmeye vesile olmak üzere Seferihisar ile Sur ilçelerini kardeş belediye ilan etmek nasıl olur sizce?"

Yanıt, henüz Toronto'dan dönmeden ulaşmıştı bile bana;

"Sevgili hocam, kalp kalbe karşıymış. Daha geçen hafta Sur Belediyesi ile bu konuda bir kardeş belediye olmak için ilke kararı aldık. Önümüzdeki hafta Diyarbakır'dan bir heyet Seferihisar'a gelecek. Kardeşliğimiz şimdiden hayırlı olsun. Selam ve sevgilerimle. Tunç Soyer." 

İki ilçenin kardeşliği böylece sağlanmıştı.

Tunç Soyer'in Diyarbakır ziyareti

Yıkılmış bir kent, yavaş bir şehre ne söyler?

Ne var ki bir editörün, bir kitabın arka kapağına dizdiği kelimeler boşuna sayılmazdı. Bu ülkede kişi başına düşen acı bazen öylesine fazla olurdu ki, ülkenin bir yanında, iki kardeş şehirden biri görülmemiş bir yıkıma uğrarken, öbür yanındaki kardeş şehirde yaşayan bu satırların yazarına, yıkılmış bir kentin kalbine sürüklenmek düşerdi. 

Yaşadığımız zamanda coğrafya keder miydi yoksa?

Haber Nöbeti isimli, doğudaki gazetecilerle dayanışma amaçlı düzenlenen programa dâhil olarak gittiğim Diyarbakır'da Hançepek'in, Melik Ahmet’in, Lalebey’in, Hevsel Bahçeleri’nin acı kaderini görüp; Dört Ayaklı Minare'nin, Surp Giragos'un, Meryem Ana’nın; kısaca kardeş şehir Sur'un acısını yüreğime gömerek dönmüştüm şehrime... 

Yıkılmış bir kent, yavaş bir şehre ne söyleyebilir ki? O yavaş şehir ki, yıkılmış bir kardeş şehrin yükünü nasıl taşıyabilir sinesinde?  

Döndüğümde, sevgili Tunç Soyer'in T24'ün sayfalarına sızmış üzüntüsüne tanık olacaktım;

"İçimiz acıyor" diyordu başkan, "utanç içindeyiz, içimiz kanıyor, kahroluyoruz…"

 

Turgut Köyü'nde alternatif yerel yönetimler toplantısı

 

Bahar olsun, aşk olsun

Aşk!

İnsanın başına gelebilecek en naif, en güzel, en belalı, en kışkırtıcı ve baştan çıkarıcı şey.

Sevgili Tunç Soyer.

Politikanın rantla, çıkarla, çürüme ve ikiyüzlülükle bozulmuş çamurlu yollarında bakalım nasıl yürüyecek?

Seferihisar'daki başarısını, İzmir’i tamamında gösterebilecek mi?

Bir zamanlar belediyedeki odasında, başını iki yana sallayarak derin bir üzüntüyle karşıladığı Körfez’i gökdelenlere boğan bataklıkla nasıl baş edecek?

"Barış yerelden gelecek” diyordu o. Gelsin de, nereden gelirse gelsin!

Ulamış’ın karakılçık buğdayını, yavaş kentin huzurunu, Turgut Köyü’nün lavantasını, yerli tohumlarının tadını; Türk’ün Kürt’e kardeşliğini, Roman’ın Laz’a komşuluğunu, Alevi’nin Sünni’ye eşitliğini; çalgısını, çengisini, ağıtını, stranını, kılamını ve türkülerini…

Seferihisar'da yeniden üretilen karakılçık buğday ekmeği

Seferihisar’da yarattığı tüm güzellikleri İzmir şehrine taşıyabilecek mi? Anadolu’dan Ege’ye doğru yayılan karanlığa İzmir’den parlayan bir ışık olabilecek mi?

Bu kurtlar sofrasında zor!

Ama imkânsız değil

Seferihisar mandalina şenliği

Önümüz bahar. Biliyoruz erguvanlar açacak, mimozalar serpilecek; Ege’nin zeytinleri daha bir kök salacak derinlere.

Ne diyelim, bahar olsun, aşk olsun!

Senin de yolun aşk olsun sevgili Tunç Soyer.  

Yazarın Diğer Yazıları

Çocuklar şeker, hayvanlar mama yiyebilsinler

Filistinli çocuklar şeker de yiyebiliyorlar mı? Peki ya Gebze'de katledilen can dostları bundan böyle mama yiyebilirler mi? Bir soru düşüyor aklıma; şeker mi, mama mı?

Aklın Ayak İzleri'nde yolculuklar (6) | Yüz karası değil, kömür karası

İçinde yol aldığımız bu serüven tanrı zamanda çıkılan bir yolculuk gibiydi. Var olmanın öncesinden, yok olmanın sonuna uzanan, aklın ayak izlerinde bir yolculuk... Karanlık, sınırsız, gizemli... 

Aklın Ayak İzleri'nde yolculuklar (5) | Bir kavalın ezgileri

Çınar ağaçları, iri koca gövdeleriyle gökyüzüne uzanmış bir abide gibiler. Ihlamurların arasından bize ulaşan rüzgârın sesi kuş cıvıltılarına karışıyor

"
"