09 Mart 2020

Araftaki cehennem | Saniye saniye ölüm

Karşı kıyıya vardıklarında saat 18.00 civarıdır. Demokrasinin ve özgürlüğün topraklarına ayak basmışlardır artık. Yunanistan toprağı onlara, araftan kurtularak daha insanca bir yaşama adım atmanın şansını tanıyacaktır. Ya da onlar böyle düşünmektedir

İranlı Piya ile Lila.

Yunanistan’a geçmek üzere Edirne’ye yakın sınır köyü Doyran’dadırlar.

Yıllardır özlemini duydukları özgürlük hemen karşı kıyıda, onlara göz kırpmaktadır.

Oysaki özgürlüğe değil, cehenneme giden yolun başında olduklarının farkında değillerdir.

"Cehennem işte bundan sonra başlıyor" diye anlatacaktır Piya.

Sesi titrek; sesi bir korku ikliminden kurtulmuş gibi zayıf.

Saat 14.00 gibi geldikleri bu köyde, en az iki yüz kişilik bir kalabalık daha vardır. Hepsi de sınırı geçmek üzere oradadırlar. Çoğu Afganlı olmak üzere, İranlı ve Afrikalılardan oluşan kalabalıktır bu. Nedense hiç Arap’a rastlamazlar. Sonraki günlerde gelen haberler, bunu doğrulayacaktır. Aralarında çok az Suriyeli vardır.

Piya, Lila ve çocukları köyde, 3-4 saat kadar beklerler.

Orada ilginç bir şey dikkatlerini çekecektir. Yaklaşık 10-15 dakikada bir, kulakları tırmalayan, siren sesine benzer tuhaf, elektronik bir ses işitirler. Bir süre kesintisiz devam eder, sonra susar. Aralıklarla, aynı ses yeniden tekrarlanır. İçlerini ürperten, tüylerini diken diken eden, bir türlü anlam veremedikleri tuhaf bir sestir bu…   

Ortalık ana baba günüdür. Botlarla, ya da yüzerek nehrin karşısına geçmeye çalışanlar, suya batanlar, suyun içinde yürüyenler, öbek öbek bekleşenler; kadınlar, çocuklar, gençler; beyaz derililer, siyahlar, melezler…

Sonunda dört Afgan’la beraber motorlu bir botla nehirden karşıya geçmeye karar verirler. Bunun için kişi başına 150 TL ödeme yaparlar.

Karşı kıyıya vardıklarında saat 18.00 civarıdır. Demokrasinin ve özgürlüğün topraklarına ayak basmışlardır artık. Yunanistan toprağı onlara, araftan kurtularak daha insanca bir yaşama adım atmanın şansını tanıyacaktır. Ya da onlar böyle düşünmektedir.

Kendilerini bir anda karanlık bir ormanın içinde bulurlar. Ormanı geçip açık bir arazide yürürler. Sonra yine bir orman, arkasından tarlalar… Uzun süre kâh koşarak, kâh yürüyerek yola devam ederler. Gece karanlığında bir bataklığa düşer yolları. Piya çamura saplanır. Diğerlerinin yardımıyla güçlükle kurtulur.

6-7 sat sonra bir ezan sesi duyarlar. O yöne gittiklerinde, uzakta bir yerleşim merkezinin ışıkları gözükür. Sevinirler. Derken kasabaya ulaşırlar. Sevinçlerini henüz yaşıyorlarken bir anda, arkalarından bir araç peydahlanır. Hızla gelir, grubun birkaç metre ilerisinde ani bir fren yaparak durur! Panelvan tipi, plakasız bir minibüstür bu. Üzerinde hiçbir arma yoktur. Aracın kapıları hızla açılır, içinden siyah maskeli, üniformalı kişiler çıkar. Hepsi de cüsseli, güçlü, iri kıyım, silahlı ve muştalıdırlar.

İner inmez Piya ve arkadaşlarının üzerlerine yürürler. Yunanca bağırmaktadırlar. Bir yandan ellerindeki muştalarla dövmeye, itip kakmaya, aracın arkasına doğru sürükleme çalışırlar. İçlerinden birisi, hızla aracın arka kapısını açar. İçeride istif halinde insanlar gözükür. Kendileri gibi, sınırı geçmiş göçmenler olduğu her hallerinden bellidir. Kadınlı erkekli, çocuklu gençli; hepsi de korkmuş, terlemiş, üstü başı çamur içinde, gözleri dehşetle büyümüş; yan yana, üst üste; oturmuş ya da uzanmış vaziyette; ağlayan, inleyen, sızlanan insanlar…

Neye uğradıklarını şaşırırlar. Piya, sırtında ve elindeki çantalarla bir tarafa, Lila başka bir tarafa savrulur. Sonra, hızla toparlanarak birbirlerine tutunurlar. En çok da, yaşadıkları bu hoyratlıktan çocuklarını korumak; elleriyle, vücutlarıyla onlara siper olmaya çalışmaktadırlar.

Bir anda kendilerini, aracın içindeki balık istifi insanların arasında bulurlar. Aracın kapıları hızla kapanır, manevra yaparak geri döner. Piya ile Lila birbirlerine iyice sokulurlar.

Akılları çantalarındaki çocuklarındadır. Korkudan sinmiş, bir köşeye büzülmüşlerdir. Hayatlarında görmedikleri bir hoyratlığın, acımasızlığın, hengame ve çığlıkların arasında kalmış, adeta onlar da şok olmuşlardır. Başlarını okşayıp, boyunlarını sıvazlayarak sakinleştirmeye çalışırlar.

Penceresiz olan araçtan dışarıyı görmelerine olanak yoktur. Ancak, asfalt bir yoldan gittikleri anlaşılmaktadır. İçeridekilerin görünümleri, Doyran Köyü’ndekilerle aynıdır; daha çok Afganlı olmak üzere Afrikalı, Asyalı…

Aynı düzgün yoldan 15-20 dakika kadar yol alırlar. Sonra araç durur. Dışarıdan sesler gelmektedir. Arka kapı açılır. Sadece ağızları ve gözleri görünen, yüzleri maskeli, üniformalı bir grup karşılar onları. "Go! Go!" diye bağırarak araçtakilere saldırırlar. Hepsi de iri cüsseli, üniformalı, silahlıdır. Aralarında hiç kadın yoktur. Korku ve dehşete kapılmış olarak araçtan inenleri dövmeye başlarlar.

Demir bir bahçe kapısından girilen, etrafı teller ve duvarlarla çevrili, her iki yanda birer bina bulunan, zemini asfalt bir bahçedir burası. Kapısından başka araçların da girdiği görülür.

Medeniyetin ortasında bir vahşet koridoru

İki binanın arasında, bir koridor yapacak şekilde dizilmiş maskeli, üniformalı, silahlı insanlar vardır. Araçlardan inenler, bu koridordan geçmeye zorlanırlar. Bahçenin loş karanlığında, kendi topraklarını yakıp kavuran bir cehennemden kaçmış; ülkeleri, dilleri, renkleri farklı; çocukların, gençlerin, her yaştan erkeklerin, bebekli kadınların düşe kalka ilerlediği; üzerlerine copların kalkıp indiği, sopaların ve muştuların çürük izler bıraktığı, demir çubukların havalarda savrulduğu; feryat figan seslerin, canhıraş çığlıkların birbirine karıştığı bir vahşet koridorudur bu. Üstelik ulaşamaya çalıştıkları özgürlüğün yolunda, medeniyetin ortasında bir vahşet koridoru…

Anlatırken hâlâ şokta gibidir, "Abi" der Piya, "nasıl bir cehenneme düştük, anlamadım."

Vahşet koridorundan geçenler, sağdaki binanın önünde, bir basamak yüksekliğinde, iki metre kadar genişliğindeki beton zemin üzerine yan yana sıralanırlar. Silahlı adamlardan grup lideri olduğu anlaşılan biri sağa sola talimatlar yağdırmaktadır. İçlerinde tek maskesiz olanı odur. O da, diğerleri gibi üniformalıdır. Bir fark daha var ki sığınmacılarla Türkçe konuşmaktadır. Ağzından çıkan küfürlerin bini bir paradır. Tehditler savurmakta, sığınmacıları aşağılamaktadır. Liderin dışında, diğer hepsi aralarında Yunanca konuşmaktadır.

Önünde sıra halinde dizildikleri binanın içinden, kulakları paralayan feryatlar, çığlıklar yükselmektedir. Piya ile Lila, duvar önüne dizilmiş sıranın en sonundadırlar. Akılları çocuklarındadır. Maskesiz olanı Türkçe olarak, çantalarını yere koymalarını, üzerlerindeki tüm telefonları çıkarmalarını söyler.

Piya ve Lila’nın, içine çocuklarını koydukları üç çantayla birlikte, evraklarıyla özel eşyalarının bulunduğu diğer iki çantayı daha yere bırakırlar. Piya, korkusunu bir an için yener. Lider olana İngilizce olarak;

"Çantada kedilerimiz var, onlar ne olacak?" diye sorar. Yanıt alamaz.

Yüzlerini, soluk bir ışığın aydınlattığı genç-yaşlı, kadın-erkek, büyük-küçük; kimi iki-üç yaşlarında, kimi sekiz-on; içlerinde bebeklerin bile olduğu; farklı coğrafyalardan yola çıkmış, farklı yaşamlardan kopmuş, sadece hayatta kalmaya çalışan, beton duvarın önüne dizilmiş bir dolu insan...

Üniformalılar, hepsinin üzerlerini tek tek ararlar. Bu arama işlemini hem elle yoklayarak, hem de elektronik detektörle yaparlar. Üzerinden bir şey çıkmayanları yeniden araçlara bindirirler.

Piya, cesaretini toplar, bir kez daha İngilizce sorar;

"Efendim, çocuklarımız ne olacak?"

"Saniye saniye öldüreceğiz sizi!"

Piya’nın olduğu araçtaki sığınmacılardan birinin üzerinden, saklamaya çalıştığı bir telefon çıkar. Adamı parçalar gibi dövmeye başlarlar. Yaka paça sürüklenen sığınmacı, içinden çığlıklar yükselmekte olan binanın karanlık kapısında kaybolur. Böylece, geceyi biteviye bölen feryatlara bir yenisi daha eklenmiş olur.

Piya, her fırsatta maskesiz olan lidere, çocuklarını sormaya devam eder.

Diğer gruplardan birinde, cebinden küçük bir çanta çıkan yaşlı bir kadını, yanındaki diğer üç kişiyle birlikte kötü bir şekilde döverek biraz ilerideki bekçi kulübesine benzeyen kutu gibi bir yere kapatırlar.

Lider olanı Türkçe sövüp saymaya devam etmektedir.

"Hepinizi bizim kampa götüreceğiz! Öyle şeyler yapacağız ki, saniye saniye öldüreceğiz sizi; tekrar tekrar öldüreceğiz; namusunuz dâhil her şeyinizi alacağız!"

Binadaki çığlıklar devam ederken, sıradakilerin sayısı giderek azalmaktadır. Piya, son kez cesaretini toplar. Üzerlerine böylesine nefret kusan adama döner. Parça parça edilmek pahasına, bir kez daha İngilizce sorar.

"Efendim, her şeyimizi alın, hiçbir şey istemiyoruz, bizim çocuklar…"

Adam öfkeyle bakar, bir şey demez. Geride, son olarak ikisi kalır. Bir de, bina duvarının önüne dizili onlarca, yüzlerce çanta. Sıra onlara gelmiştir. Üzerleri aranır, bahçeye doğru itelerler onları. Lila bahçenin ortasında durur. Yere dizlerinin üzerine çöker, ağlamaya başlar. Sözcükler, hıçkırıklar arasında dökülür dudaklarından.

"Three cats. Three cats!" (Üç kedi! Üç kedi!)

"Our childs! Our childs!" (Çocuklarımız! Çocuklarımız!)


Yarın: Araftaki cehennem | Özgürlüğün bedeli

Yazarın Diğer Yazıları

Çocuklar şeker, hayvanlar mama yiyebilsinler

Filistinli çocuklar şeker de yiyebiliyorlar mı? Peki ya Gebze'de katledilen can dostları bundan böyle mama yiyebilirler mi? Bir soru düşüyor aklıma; şeker mi, mama mı?

Aklın Ayak İzleri'nde yolculuklar (6) | Yüz karası değil, kömür karası

İçinde yol aldığımız bu serüven tanrı zamanda çıkılan bir yolculuk gibiydi. Var olmanın öncesinden, yok olmanın sonuna uzanan, aklın ayak izlerinde bir yolculuk... Karanlık, sınırsız, gizemli... 

Aklın Ayak İzleri'nde yolculuklar (5) | Bir kavalın ezgileri

Çınar ağaçları, iri koca gövdeleriyle gökyüzüne uzanmış bir abide gibiler. Ihlamurların arasından bize ulaşan rüzgârın sesi kuş cıvıltılarına karışıyor

"
"