Munzur Gözeleri, Ovacık, Dersim
Hep hikâyelerle hemhâl olmuş, edebiyat yaşamımı öykülerle yaşamıştım. 2024 baharı bu sefer romanla geldi.
Üç yıl süren çalışma Aklın Ayak İzleri’ni (Yusuf Nazım-Oktay Kaynak, İzbb Yayınevi) doğurdu. Ve roman, Mart-Mayıs aylarında üç cilt olarak raflardaki yerini aldı.
Bahardı ve çiçeği burnundaydı romanın. İçinde söyleşi ve imza etkinliklerinin de yer alacağı Anadolu turnesine çıkmaya karar verdim. İzmir'den başlayıp Ankara üzerinden Sivas, Divriği, Eğin, Ovacık ve Dersim’e gidip, oradan Erzurum-Kars platosunu aşarak, Ardahan'da bir hafta konakladıktan sonra Şavşat, Hopa, Fındıklı, Fatsa, Sinop derken Karadeniz Ereğlisi’ndeki son etkinliğin ardından İzmir'e geri dönüş…
Heyecanlıyım...
Dağarcığımda henüz söylenmemiş sözler, heybemde ilginç hikâyeler, beraberimizde koli koli kitaplarla düşüyoruz yola. 23 gün ve 6 bin km sürecek bu zorlu, zorlu olduğu kadar keyifli, heyecan dolu ve büyüleyici; yer yer duygulu ve oldukça hüzünlü yolculukta fedakâr arkadaşım Serhat yoldaşlık ediyor bana.
İşte böyle başlıyor Aklın Ayak İzleri’nde yolculuğumuz.
İzmir’den yola çıkıyoruz. İlk durağımız Ankara. Geceyi orada geçirip ertesi gün Sivas’a varıyoruz.
Divriği'de Ulu Camii'yi geziyoruz. Orada karşılaştığımız İstanbullu bilgisayar servisçisi Mustafa Yıldırım'ın söylediği bir cümle içimizde yer ediyor. Divriği'de iki şeyi mutlaka gezmelisiniz, diyor Mustafa. Birincisi, buranın Ulu Camii'sini, diğeri insanını... Şöyle geçin, Eğin yoluna doğru, herhangi bir köye uğrayın, sizi ağırlamadan asla bırakmazlar. Ne olur uğrayın, diyor. Öylesine emin, öylesine iddialı ki... Zamanımız yok, başka bir sefer dediğini yapmak üzere söz verip vedalaşıyoruz. Hava alacakaranlık. Geç oldu Divriği’de kalsak mı, yola koyulsak mı? Bir an önce Eğin’e varmalıyız düşüncesi baskın çıkıyor, yola koyuluyoruz.
Eğin’de bir müze ve Şevket denen bir adam
Eğin (Kemaliye) muhteşem bir yer. KHK Yurdu’nda kalıyoruz. İlk işimiz, Profesör Ali Demirsoy Müzesi'ni gezmek. Romanda da adı sıkça geçen Ali Demirsoy'un kurduğu Doğa Tarihi Müzesi bu küçük taşra kasabasına iliştirilmiş aykırı, bir evrim anıtı gibi.
Müze müdürünü soruyoruz, şehirde değilmiş, onun yerine müzenin mimarıyla tanışıyoruz, adı Türkan Sarp. Türkan Hanım müzeye büyük katkının Şevket Gültekin tarafından yapıldığını, onunla mutlaka tanışmamız gerektiğini söylüyor. Gündüz yaptığımız Eğin gezisinden sonra akşam yemeğinde Şevket Bey'in yerine gidiyoruz. Karasu Irmağı kıyısında Doğaperest adlı bir restoran. Adını Prof. Ali Demirsoy'un lakabından alıyor. Gültekin, Ali Demirsoy'la nasıl tanıştığını anlatıyor.
“Öğrendim ki bu adam komünist. Dedim ben bu adamı boğmalıyım. Yakalarsam öldüreceğim. Ya ben ya o! Sonra adama yaklaştıkça bir tuhaflık oldu. Ben ona dokundukça değiştim. Tanıdıkça farklılaştım. Adam nerede, ben orada. Hocayla o dağ senin, bu dağ benim gezdim. Böcek topladım, fosil araştırdım, kelebek avladım. Adam sevgi dolu. Adam insan sevgisiyle dolu. Hayvan sevgisiyle dolu. Doğa sevgisiyle dolu. Hayatımda böyle bir insan görmedim ben. Onunla beraber oldukça bambaşka bir Şevket olup çıktım. Buraya Doğa Tarih Müzesi'ni kurarken gün oldu kaymakamla karşı karşıya geldim, gün oldu valiyle kavga ettim, gün oldu devletle çatıştım.”
Ertesi gün, ortasından Karasu Irmağı’nın geçtiği kayalık, derin bir vadinin yamacına kurulmuş Eğin’i, kasabaya özgü taş ve ahşap karışımı mimarisi olan evleri ve Karanlık Kanyonu geziyoruz. Dünyanın en zor ve tehlikeli güzergâhlarından olan Taş Yolu bu kanyonda yer alıyor. Taşı taşla döverek, kayayı oyarak 130 yılda tamamlanan yolu ilginç bir yapılış öyküsü var. Yamaçtaki kasaba evlerinin altından oluk oluk su akıyor; birleşiyor, çoğalıyor, çağlıyor; taş kanallara giriyor, kimi yerde şelaleye dönüşüyor; değirmenlere girip çıkıyor ve dereler halinde şarıl şarıl akarak Karasu’ya karışıyor. Bir Akira Kurosawa filminin içinde gibiyiz.
Munzur’un çocukları
Eğin’den Ovacık’a geçeceğiz. Arapgir’den, Keban Barajı ve feribot güzergâhını izlemek yerine Çemişgezek üzerinden yol ilerliyoruz. Yol en azından 1,5 saat daha kısalıyor. Kemaliye’den çıkışta Apçağa Köyü uğrak yerimiz oluyor. Ahmet Kutsi Tecer’in müze evini görmeden olmaz. Ne demişti şair:
Orda bir köy var, uzakta,
O köy bizim köyümüzdür.
Gezmesek de tozmasak da
O köy bizim köyümüzdür.
Kararlıyız, gideceğiz! Gezip tozacağız. Ülkemizin değişime, köylerine, köylüsüne; tohumuna, toprağına, suyuna; düşlerine ve hayal kırıklıklarına dokunup tanık olacağız.
Apçağa’dan ayrılıyoruz. Virajlı dağ yollarına rağmen zengin doğa manzaralarıyla görsel bir şölen sunan yolda büyülenmiş gibiyiz. Çemişgezek merkezinde büyük bir bezuvar heykeli bizi karşılıyor. Bezuvar, yabani dağ keçisi demek. Dere kenarında yapılmış bir çay bahçesinde konaklıyoruz. Erişimi olmayan bir yer.
Akşam saatlerinde Ovacık’a varıyoruz. Heyecanlıyım. Munzur’un çocuklarıyla buluşacağız. Bir motor festivali nedeniyle Tunceli Valiliği ildeki bütün konaklama tesislerini kapatmış. Kalacak yer bulmak olası değil. Sağ olsun Ovacık belediye başkanı Mustafa Sarıgül kucak açıyor bize, erişimi gayet iyi özel bir yerde konaklıyoruz.
Akşam hava soğuk, gündüzse yanıyoruz. Gün içinde Munzur Gözeleri’ni geziyor, Sultan Munzur Ocağını ziyaret ediyoruz. Bütünüyle erişilebilir bir mekân tasarlamışlar. Yaşlı, çocuk, bebek arabası, bisikletli, engelli, herkes için tam erişilebilirlik... Peyzaj sırasında büyük iş makineleri gelmiş. Ovacık halkı müdahale ederek gözelerdeki tahribatı önlemişler. Gözeler büyüleyici, eşsiz bir doğa harikası. Bir nehrin, çok büyük kısmının aynı anda, tek bir noktadan çıktığı nadir doğal oluşumlardan biri.
Söyleşimiz bir çay bahçesinde. Gündüzden belediye anons yaptırmış. Belediye başkanı söyleşi boyunca bizzat yanımda duruyor. Desteğini, sıcaklığını eksik etmiyor. Aklın Ayak İzleri’nde hikâyeler anlatıyorum. Evrimsel, insana dair, köklerimize ilişkin hikâyeler. Biz kimiz? Nereden geldik? Niçin iki ayağımız üzerine kalktık? Ne zaman başladı bu hikâye? Kafatasımız nasıl böyle büyüdü? Neyin etkisiyle zeki bir yaratık haline geldik? Meraklı bakışlarla dinliyor katılanlar. Sorular peş peşe sıralanıyor, insan evrimine dair veriliyor yanıtlar. Üç ciltlik romanımızı imzalayarak sonlandırıyoruz etkinliği.
Güzel dostlar edindik. Munzur’un çocuklarına veda edip ayrılıyoruz. Etkinlik için çabalayan sevgili Başkan Mustafa Sarıgül, Bülent Akbalık, İmam Sevgi ve diğerleri; Munzur Gözeleri, Sultan Baba, Mercan Dağları, çepeçevre meşe ormanları, hepsi el sallıyor bize...
Yusuf Nazım kimdir?
Yusuf Nazım (1962) Hanak-Ardahan doğumlu. 1984 yılında Ankara'da, Hacettepe Üniversitesi Elektronik Mühendisliği Bölümü'nü bitirdi. Uzun yıllar bilişim sektöründe çalıştı.
1992-1999 yılları arasında Özgür Gündem, Özgür Ülke, Emek, Evrensel, gazeteleriyle; Gerçek ve Evrensel Kültür dergilerinde deneme, öykü ve yazıları yayımladı.
2007 yılında Hayat Televizyonu'nun ilk kurucuları arasında yer aldı. 2010'da bilişim sektöründeki profesyonel çalışmasını sonlandırdı.
2011 yılından itibaren Cumhuriyet, Radikal, Evrensel, Özgür Gündem ve BirGün gazeteleriyle; T24 ve bianet platformlarında yazıları; Evrensel Kültür ve İnsancıl Kültür Sanat dergilerinde öykü ve denemeleri yayımlandı.
2012-13 yıllarında Güneydoğu'da Diyarbakır, Batman ve Van illerinde çekilen Düşümdeki Uçurtma belgesel filminin genel koordinatörlüğünü yaptı.
Kızak (Evrensel Basım Yayın, 2012) ve Leyla'yı Beklerken (İnkılap Kitabevi, 2017) isimli öylü kitapları ile Aklın Ayak İzleri, (3 Cilt, İzBB Yayınları, 2024) isimli romanı vardır.
|