Fakir Baykurt ustamın başyapıtı “Yılanların Öcü”nün 1962 yapımı filminde toprak ana tiplemesi Irazca Bacı evinin önüne ev dikmek isteyen zorba Haceli’ye karşı direnir. Adaletin, hakkaniyetin inşası için Anadolu’nun dişi Spartacus’üdür ve onunla başa çıkılmaz azim, sebat abidesidir, dürüsttür, itaat kültürü içinde aşağılanmış değildir, başı diktir çünkü sistemin küçük kafaları ile çıkar ilişkileri içinde değildir. Yaşar Kemal, Bekir Yıldız gibi yazarlarımızın yapıtlarında da sıklıkla karşımıza çıkan, hatta Nazım Hikmet’in Memleketimden İnsan Manzaraları’nda ve Kurtuluş Savaşı destanlarımızda da belleğimizde yer etmiş kurşun taşıyan, kağnılarla yol alan ve kadınlığını bir kenara bırakan güçlü, haysiyetli kadınlar, hep zorbanın karşısına dikilmiş, erkeklerden daha erkek (cesur) olduklarını kanıtlamışlardır. Zorba Haceli de Irazca’nın evinin önüne ev inşa etmekten vazgeçmeyecektir: “Dönersem eşşeem!”
Irazca’nın da Spartacus’ün de namussuza, şerefsize karşı öfkeleri filmlerde onanır. Irazca’yı muhtara, Haceli’ye ve onun adamlarına karşı oğlu ve Agali gardaş olumlar, destekler; Spartacus’ü ise Crixus ve arkadaşları, daha sonra da tüm köleler. İktidara karşı öfkelenmek, umursamaktır, hakkaniyetten yana taraf tutmaktır. Edebiyat ve sinema tarihi bu inancın örnekleri ile doludur. İktidar, yüreklerimizi söküyor, nice hayatların telef olmasına göz yumuyorsa, baştakinin de katli vaciptir! Bu kalıba göre, ya da diliyle saldırganlığını kanıtlamışsa, “o dili sökülecektir”.
Haceli namussuz ve zorbadır ya, onun ev inşa etmek için gereksindiği kerpiçlerini doğa da sulamaz. İlahi adalet (tanrı) da Irazca’dan yana gibidir; Irazca kurumuş kerpiçlerin başında şöyle seslenir:
“Kerpiç olduklarına pişman kerpiçler. Haceli’nin kerpiçleri ev olmayı, hane olmayı severlerdi, bu sefer sevmediler. Kerpiç dediğin kerpiç çukurunda bulutlara selam durur. Üstüne yağacak yağmurları düşünür. Hani nerde? Haceli’nin malları utançlarından yere yapışmışlar. Ah şu kavak gibi bir sopam olsa da, kaldırıp kaldırıp Haceli namussuzunun beline beline indirsem.”
Zulme karşı hınçlanan mağdur Irazca, zorbanın kerpiçlerini un ufak eder, bu şiddete başvurmakta bizim gözümüzde haklıdır. Irazca, Haceli’nin belini kıramaz ama Spartacus ve Crixus birleşerek zorba Romalıları onlara cehennem edilmiş ‘hanede’ kılıçtan geçirirler. Böylesi bir adaletin tecellisi için şiddet gereklidir (bir müsibet, bin nasihatten evladır). Bu formül, edebiyatta, tiyatro ya da sinemada okuyucuyu, izleyiciyi katarsis’in doruklarında dolaştıran bir klişe olmuştur. Amerikan sinemasında Western’lerden Taksi Şoförü’ne, bizde Turhan Selçuk’un Abdülcanbaz’ından Yılmaz Güney’in eli silahlı kabadayı filmlerine (yasadışı hakkaniyetçi kahraman tiplemesi) kadar… Kahraman, bu tecelli için vardır. Irazca’nın sopası, Spartacus’ün kılıcı, Abdülcanbaz’ın ise Osmanlı tokadı zalime haddini bildirmek için kullanılır. Demokraside tokat oy ile atılır.
Komedideyse ise, kan dökülmez ama kötü emeline yine ulaşamaz. İstanbul Devlet Opera’sından izlediğimiz Rossini’nin Seville Berberi’ndeki Rosario’nun vasii bu yüzden nafile tedbirler alıp kızcağız ile Kont Almaviva’nın aşkını engellemeye çalışır, fakat aşk bütün güçlükleri aşacaktır ve iyiler aldıkları yaralarla da olsa birbirlerine kavuşacaklardır. Spartacus’te de neredeyse aynı replikler kullanılması bu kalıbın ilkörneksel oluşu yüzündendir:
Bu örüntü, bizi rahatlattığı, evde TV izlerken hıncımızı aldığımızı, adaletin yerini bulduğunu sanmamıza yol açtığı için kerpiçlerin üzerine yağan, ya da ölümsüz sanılan canavarı öldüren Spartacus’ün bu başarısından sonra gelen yağmur etkisi yapar. Zorbanın, gerçek hayattakinin tersine, hak ettiği cezayı TV’de, sinemada bulması, yüreğimize su serper.
Fakat, ‘vanminüt’ ya da ‘ananı da al git’, ‘böyle muhalefet herkesin başına’ diyebilen bir devletlünün hubris (aşırı kibir) hastalığına yakalanmış olması büyük olasılıktır. ‘Bana bir şey olmaz’ hastalığı da denen bu illeti Olympos tanrıları hiç sevmezler ve geçici olarak abideleşen iktidar sahibi yerini başka bir abideye bırakmak üzere yıkılır. İngiltere Kraliçesi de haliyle ödülünü böyle birine vermez. Nemesis denen cadaloz, cezalandırıcı tanrıça mitolojide bu yüzden vardır. Demokrasilerde çare tükenmez, halk Nemesis olacağı günü bilir. Tükürseniz bile böyle Nemesis bir yere gitmez.
İtaat kültürünü besleyen temel iktidar örüntüsü budur. Zorbadan bunalan mağdur, bir kahraman, bir kurtarıcı arar ve kendi kafasına göre bir tane bulur. Farklı kafaların kahramanları farklı kişiler olacaktır. Zorba tekse, Kurtuluş Savaşı’nda olduğu gibi bu farklı kişilerin tıpkı Crixus ve Spartacus’ün yaptığı gibi birleşmeleri, konsensus ile bu gidişata dur demeleri gerekecektir. Demokrasi, çoğunluğun kararlarının şiddete başvurmadan uygulanması anlamına da geliyorsa, adaletsiz olduğuna inanılan baştakiler ancak ve ancak karşıtlarının birleşmesi, ortak hareket etmesi ile ve tek bir önderde, eksende bütün anlamların, göstergelerin birleşmesini sağlamaları gerekmektedir. Timsal Hanım, bu yüzden babası Kazım Karabekir ve diğer kumandanların Mustafa Kemal’in etrafında, arkasında, yekvücut olarak kurtuluş savaşını başlattıklarını Cumhuriyet bayramı dolayısı ile bir TV söyleşisinde ve de Atatürk’ü Yaşayanlar adlı kitap için yapılan söyleşide dile getirmiştir.
Agali ve Irazca sohbetinde Irazca bu yüzden muhtarın, para ve kuvvetin zalim Haceli’nin yanında olduğunu söylemektedir. Aynı Irazca, gelinine ‘İnsan dediğin sevmeli’ de der sofrada. Dünyada insanlar birbirini sevmeli, sevmezsen günler tükenmez, sevmezsen yaşadığının farkına varmazsın, sen somurt, gomşun somurtsun, n’olacak bunun sonu? İnsan dediğin dünyada sevişmelidir.” Irazca Bacı, itaat kültürüne karşı, zorbaya karşı demokratik çözümlerden gelebilecek ilacı da önermektedir. Spartacus dizisinde de, Seville Berberi’nde de masum ve doğal, organik, müsrif beklentisiz ve hırslardan arındırılmış gerçek aşk, sevgi galip gelmektedir, gelecektir.
Fakat ilahi adalete ya da tek bir kurtarıcıya bel bağlamak, tek kurtarıcının ortadan kaldırılması, kaldırılamıyorsa değiştirilip dönüştürülmesi, kontrol altına alınması, kısacası zararsız hale getirilmesini de gerektirir ve iktidar kimde olursa olsun bu yöntemi iyi bildiği sürece iktidarını sürdürebilir. Spartacus’teki Ashur gibi dönek ve türüne ihanet edebilenlerin, Doctore gibi eğitmenlik rolüyle bu yanlış haneye bağlı ve bağımlı olmuş idealistlerin ya da çatışma çözülmesi için iki arada bir derede görev yaptığına inanan memurların zorbanın ekmeğine (kırbacıyla, üniformasıyla, köleliği ile) yağ sürüyor olması bunu gösterir. Donguldanlar, zorbanın ekmeğine yağ sürdükleri için kutsal ve ebedi sayıldıklarını bilmezler. Zorbanın zihniyetini iyi bilen Irazca, bu yüzden ‘Bekçi Mırtaza’nın gelişi hayra alamet değil’ der. Milgram deneyini de bu noktada değerlendirebiliriz.
Her iki filmde de gücü erkeğe yetemeyen zorba hıncını erkeğin sevdalısı kadınlardan alır. Yavuklunun canı, erkeğin canını yakmak için vardır. Adalet yerel zorbalar yüzünden gerçekleşemiyorsa, bir üst makamdan medet umulur. Yılanların Öcü’nde Irazca Kaymakam’dan medet umar, Spartacus’deyse Batiatus General’in karısının cinayetini yüzüne vurarak şantaj ile mevki sahibi olmaya çalışırken Crixus da eğitmen Doctore’den medet umar. Kaymakam “yüzyıllık yanmış yıkanmamış yüzlere deva olamaz” çünkü yerel yönetim ve hoca öğütler ve vaazlarla meseleyi geçiştirmektedirler. Yılanlar kadar bile olamayan ve öcünü alamayan insan haysiyeti çareyi, Irazca ananın kararı ile dillenip Cumhuriyet’in yasalarının geçerli olduğuna inanılan kasabaya (merkeze) kağnı ile gitmekte bulurken, Spartacus’deyse kötülerin katledilmesinde bulur ve asi gladyatörler Roma’ya yürümeye, merkezi dağıtmaya karar verirler. Ayaklar baş olmamıştır, haysiyetli insanlar, insanlıktan çıkarılıp her tür rezilliğe maruz bırakılarak köle yaşantısına mahkum edildikleri için, itaat etmekten vazgeçmiş ve isyan etmişler, zorbaları da telef etmişlerdir. İlkinde adaletin üst makamlarda varlığına inanılmaktadır, ikincisinde ise adalet kılıçların ucunda sağlanacak ve köleliğe karşı gladyatör okulunda başlayan isyan ülke çapında bir özgürlük savaşımına dönüşecektir.
Kılıcı tutan kol mudur sorumlu, yoksa o kılıcın can almasını sağlayan buyurgan mı, yoksa hatta, buyurganlar üreten itaat kültürü, efendi-köle ilişkilerine dayanan iktidar ilişkileri üzerine kurulu ideolojiler mi? Varro’nun karısı bu sorunun yanıtını bilmediğinden Spartacus’e kinlenir, ama isyan sırasında da tek suçlu Varro’nun ölüm komutunu veren ve Spartacus’ün kılıcının Varro’nun boynuna girmesini isteyen Numerius denen Romalı veledi tek suçluymuş gibi hınçla öldürür: ‘Varro benimdi, o benimdi!’
Spartacus dizisindeki dilin ne kadar soylu dili, seçilen sözcük ve ifadelerin epik anlatıya uygun oluşuna ve ancak arzu, cinsellik, kin ve kaygı gibi duygusal zirvelerde dilin amiyaneleşmesine ve argolaşmasına, özellikle de F-sözcüğü ile bok, sidikli ifadelerin sıklıkla kullanılmasına dikkat ediniz. İktidar gücüne kapılmış kadın ya da erkeklerin hayatta kalma içgüdüsü içinde oldukları kalıbı içinde kan dökmeye ve nefslerine teslim olmaya, her tür ihanete müsait olduklarına dikkat ediniz. ‘Sarı çıyan’ Ilithyia bu yüzden kapıları kapattırır ve kendi geleceğini tehdit eden, onu itaat etmeye zorlayacak Batiatus ve karısı Lucretia’yı içerdeki isyana kilitleyerek geleceğini garantiye alır. En azından şimdilik.
Bokun Tarihi adlı kitabında Laporte’un ‘dildeki altın, boktaki yaldız’dan kastı budur. Dilin asalet maskesi arkasında saklı zorbanın gerçek yüzü önünde sonunda kendisini gösterir. Bu da, çoğunlukla iktidarının tehdit altında olduğunu sandığı andır, şımardığı andır, hubris’ten yanıp kavrulduğu andır. Abdulcanbaz’ın tokadını yiyene kadar da sürer bu.
Spartacus tokat atmaz, ‘hanedeki’ Romalıların hepsinin kanını döker ve der ki: ‘Bunu yaptım çünkü kana kanla karşılık verilir. Efendilerimizin arzuları için, onların iradeleri ile yaşayıp ölüyorduk, yetti artık. Artık buna izin vermeyeceğim. Sırf eğlence amaçlı, bir kardeşimin ölümüne artık göz yummayacağım. Artık başka bir yüreğin yanmasına, sebepsiz yere nice canların alınmasına göz yummayacağım’. (Yıllar önce, ‘Arkadaşıma, kardeşime dokunma! Kampanyalarını anımsayalım. Çoğunluğun böyle düşünmesi, sözde açılımlardan daha etkilidir. Ortak alanlarımızda kardeş olmamızın zamanı geldi de geçti.
Kadının, geleceği simgeleyen doğurganlığı olay örgüsünde hayal gücünün dönüm noktalarına oturur. Irazca, torununu yitirir, Crixus ise kendi çocuğunun Lucretia’nin sütünü emeceğine (onun gibi kötücül olacağına) doğmadan ölmesine karar verir ve Lucretia’nın karnına kılıcı ilahi adalet doğallığı ile usulca sokuverir. Yılanlar ise Haceli’yi değil, onun masum karısını sokarak öc almışlardır. Bedeli ille de önce kadın ödemektedir. Kadın, itaat kültürünün eril hayalgücü ürünlerinde hep kurbandır. Başak Büyükçelen'in Vancouver'da çektiği filmi İKİLEM (Dilemma) ise kadının dogmatik erkeğin elinde kurban edilmesini ima eder ama kadını hemen telef edivermez de erkeğin namus saplantısını bıçak, bacak arası, ten, açık baş bağlantıları ile kırmızı renginin simgeleminde toparlayıp finali izleyene bırakır. "Her ikisinde de, (ilkinde kılıcın bedene girmesi, ikincisinde yılanın zehirini bedene akıtması) 'sokmak' ile ifade edilir ki karşıdakinin bedenine girmek ile can almak edimleri aynılaşır ve bu göstergeler buluşması fallomorfik bellekten şekillenir. Kadın, itaat kültürünün eril hayalgücün ürünlerinde hep kurbandır."
Mutlu bayramlar. Bayramda ihtiyaç fazlası hayvanın kesilmesi yerine, öksüz-yetim okutan Darüşşafaka’ya, çocuklarımızın geleceğine (www.darussafaka.org) bağış yapmayı öneriyorum. Çocukların, gençlerin geleceğine yatırım yapmak, sivil itaatsizlik yöntemidir. Doğrudur.
Irazca Bacı’nın izinden gideceksek, ötekileştirme illetinin ve yoksulluğun yeryüzünden silinmesi için başta sivil itaatsizlik yapmak gereğine eğilmemiz gerekir. Pek yakında.