10 Mayıs 2020

Kaynak (The Fountain): Doğaya serenat

Hançer, yabancılaştırıcı düşüncenin yerini alacak bilime giden yolun üstündeki engelleri temizleyecektir. Düşünmek, mücadele etmektir

Ölüm korkusu ile ölümsüzlük isteği… Esaret ve özgürlük değil, iki farklı esaret biçimi... Başlangıçtan bu yana öylece orada durup bize bakan, varlığı engellenemez oluşundan gelen ölüm… Korkunun ve kaçma isteğinin şiddeti, yaşama sevinci üstünde bir hayalet gibi dolanır durur. Hem sinik hem de esrik. Ölüm korkusuna yenik düşmüş ve ölümsüzlük isteğine tutulmuş kişinin yaşama enerjisi yitiktir. Kaçıp "saklanmak" ile umut etmek arasında gidip gelen etkisiz hareketlerin öznesidir artık. Hegel'in ifadesiyle, gerçek olmayan eylemin failidir. Dünyaya getirisi olmayan, kölelikten kurtaramayan eylem... Spinoza, bilenin, ölümden korkmayacağını düşünür. Öyleyse, kaçan, bilmeyenlerdendir. Peki, harcanan bunca zaman? İnsan, kendini kaybetmek için de uğraşabilir. Ölümü kabullenememenin sonucu, ölüme köleliktir. Darren Aronofsky, bu argümanları kamerasına yükleyip doğanın metafiziğini yapar.

Fark ve aynı

 Film, ilkin tarihten bir kesit çekip alır, sonra ona, aşk ve ölüm fikri ekseninde bakar. Bu, bin yıllık bir dönemdir. Ve bütünsel bakış, bakılanı böyle bakılabilir hale getirmeyi gerektirir. Haliyle, bin yıl, üç uğrağa bölünür; 16. yüzyıl, 21. yüzyıl ve 26. yüzyıl. Geçmiş, şimdi ve gelecek… Gelgelelim olanı parçalara bölüp bırakmak, anlamayı olanaksızlaştırır. Zira, her biri bir diğerinden bağımsız veya kopuk zaman dilimlerinden bir tarih çıkmaz. Dönemler iç içe geçmeli, devirler kaynaşmalıdır. Aşk ve ölüm fikri, birleştirici halka, kaynaştırıcı tortu olarak geçmiş, şimdi ve geleceği birbirine bağlayarak tarihi yaratır. Evet ama, tarih yapmak ile tarihi görmek aynı şey değildir. Bir adım daha atıp yapılana dair bilincin önünü açmak gerekir. İşte bu işi, kitap, Izzi'nin yazdığı kitap üstlenir. Kitap, farklı dönemleri birbirine bağlamakla kalmaz, filmin bütünselliğini de kurar. Aşk ve ölüm eylem başlatırken, kitap eylemin izini sürüp insanı ele geçirir. Tarihi yaratan emek ile tarih bilincinin peşinde olan emek bir araya gelir. Ve film, bu örgünün bizatihi kendisidir. Senaryosunu yazıp kendini var eden bir film ya da çekilirken senaryosu yazılan film… Sinematografi aracılığıyla kitap yazarak film yapmak...

Geçmişle başlayıp hızla geleceğe uzanmak, sıçrayıp şimdinin üstünden atlanmak... 16. yüzyıldan 26. yüzyıla geçmenin mantığı şunu göstermek içindir: başlamış olan devam edecektir. Kitap sayesinde haberdar olduğumuz geçmiş yüzyıllara yaslanıp, hayal gücü sayesinde bin yıl sonraya gideriz. İnsan, hatırlama ve tasarlama gücüyle geçmişe gider, arzu ve hayal gücüyle geleceğe uzanır. Yirmi birinci yüzyılın, yani şimdinin atlanmasının nedeni, geçmiş ile gelecek arasındaki ilişkiyi yakalamaktır. Böylece yaşadığımız dönemi bağlayıcı nokta olarak daha iyi göreceğiz. İçinde yaşadığımız zamanı anlamamız için onun dışına çıkmak zorundayız. Tarih, deneyim ve hayal; yani geçmiş, şimdi ve gelecek… Film, insanlar, ilişkiler ve dönemler arasındaki kopuşa odaklanmaz, tam aksine, onlar arasındaki sürekliliğe atıf yapar. Dönemlerle iş yapma nedeni, devamlılık yaratan ruhu yakalamaktır.

Üç farklı dönem, üç farklı yaşam gibi durur. Ne var ki, ufak tefek isim farklılıkları dışında herkes aynıdır. Zaman akar, zaman farklılaşır, fakat olanları çekip-çeviren aynı tindir. Değişen görüntünün altında hep benzer insani haller karşımıza çıkar. Aynı olan, zamanın farklılığıyla farklı bir görünüm kazanır sadece. Farklılık, aynılığa ulaşmanın aracıdır. Üç farklı yüzyıl aracılığıyla bin yıllık benzerlik ele geçirilir. Önceki çağların insanının içinde gelecek çağların insanı gizlidir. Farklılık ile benzerlik, farklılık ile aynılık bir aradadır. İnsanların fikirleri ayrı, arzu ve istekleri aynıdır. Tomas, Tommy ile Tom, Isabel ile Izzi tamamen aynı değildirler, ama bambaşka şeyler gibi de durmazlar. Korkunun, arzunun, isteğin tarihi sürekliliğin, fikirlerin tarihi ise süreksizlik ve kopuşların tarihidir. Bir yandan Hegel, öte yandan Foucault…

Aşk ve din

Her şey aşkla başlar; zaman bile... Kraliçenin huzuruna çıkan savaşçı, aşka varmak için olanı değiştirecektir. Eylem başlamıştır… Aşk ve özgürlük uğruna ölümsüzlük serüvenine koyulur. Bakalım nereye varacaktır! Yolculuk emrini veren aşktır, fakat Tomas, ülkenin özgürlüğü, yani aslında iktidarı ele geçirip mutlaklaştırmak için yola çıkar. Böylece ülke sevgisi ile aşk, kalıcı iktidar arzusunda birleşir. Savaşmak ile âşık olmayı -savaşçı ile aşığı- birleştiren şey, yasaya egemen olma gücüne erişme arzusudur. Eril dünyada bu iki iktidar daima iş birliği yapar. Bu nedenle, ilkin ölümsüzlük konusunda kraliçeye katılmaz. Kraliçe sonsuzluğun yolunu işaret eder, o, kalıcı iktidar için yola çıkar. Aşk sonuç olarak, ödül olarak gelecektir. Tomas'ın nazarında aşk, simgesel yasanın, politik gücün aracıdır. Ölümsüzlüğe inanmaz, çünkü bundan anladığı şey, bu dünyada kalıcı olmaktır. Tomas, bunun tek yolunun, eril iktidarı temsil eden savaşçı ruhla yasaya hâkim olmaktan geçtiğini düşünür. Velhasıl adının ölümsüzlüğünü hayal eder.

Haliyle İspanya için gözünü kırpmadan öleceğini söyler. Şimdilik tamamen devletçi bir mantıkla hareket ettiğinden, ölümsüzlük ideali, ölümü göze almayı gerektirir. Devleti kurtarmak aşkı, aşkı kurtarmak devleti kurtarmaktır. Gelgelelim, İncil'in hayat ağacı meselini hatırlatan kraliçenin etkisiyle ölümsüzlüğün mümkün olabileceğini düşünür. Aşka din karışınca fikri değişir. Bundan böyle arayışına mit ve din, masal ve inanç eşlik edecektir. Devletçilik refleksine dini refleksi de eklenir. Bunlardan devşirdiği ideoloji, kafasındaki kalıcılık fikrini ayakta tutan dayanaktır. Devletini, yasasını, adını yaşatma misyonu ile insanın ölümsüzlüğü inancı el ele gider. Oysa, kraliçeyi fena halde yanlış anlamıştır. Onun ölümsüzlük dediği şeyi, Tomas, bu dünyada ölümü yenmek olarak alır. Ölümsüzlük arayışına çıkar, fakat başvurabileceği yegâne merci doğadır. Böylece doğa yasasını -yani ölümü- yenecek çareyi doğada arar. Halbuki, doğanın iç barışı vardır, kendi aleyhine işlemez. Doğal bir bitkisel karışımdan ölümsüzlüğe ulaşılamayacağını, doğal nesnelerin doğanın yasalarından üstün olmadığını görmesine, ideolojisi engel olur. Ölümsüzleşmek için özsuyunu içtiği ağaç, onu doğanın üstüne çıkarmaz, tam aksine, doğaya karışmasına neden olur. Ölçü kaçtığında, ilaç zehir olur. Farkına varmadan, tanrı fikri ile doğayı karşı karşıya getirip doğaya galip çıkma hakkı tanır.

Aşk ve bilim

Arayış sürecekse, aşk sürmelidir. Ve her şey aşkla devam eder. Beş yüzyıl sonrasının Tommy’nın da harekete geçiren aşktır… Üstelik aşk, idealini besleyen yegâne şey haline gelir. Ülke sevgisi, yasaya egemen olma hevesi yerini, mutlak amaca dönüşmüş erotik aşka bırakır. Ölümün başrolde olduğu diyarda, duygusu son derece yoğun bir yaşam devreye girer. Izzi ölümcül hasta, Tommy iflah olmaz aşıktır. Çare olarak gördüğü ölümsüzlüğün peşine düşer. Arayışına, masal ve inancın yerine geçen "bilim" eşlik eder. Tommy’nin ideolojisi, çağın egemen ideolojisi olan pozitivizmdir. Bilimle her şeyin altını üstüne getireceğine inanır. Ona göre, ölüm bir hastalıktır, tedavisi mutlaka vardır. Aşk için araç haline getirdiği bilimin gücünün, doğa yasasını bilmeye yetebileceğini, ama yasayı lağvetmeye yetmeyeceğini kavramamıştır. Üstelik, bilimin amacının, bilginin kaynağını kurutmak değil, bilginin önünü açmak olduğunu da unutmuştur.

Biraz insan biraz makina karışımı, dolayısıyla ömrü nispetten daha uzun bir varlık yapmak mümkün olabilir, ama doğal bir varlık olarak insanı doğa içinde kalıcı kılmak mümkün değildir. İşler öylesine şirazesinden çıkar ki, insanın içinden, Platon’un felsefesine bilgisizliğin bilimi demek geçer. 21. yüzyılın bütün bilim olanaklarını kullanıp ölümü öldürmek isteyen Doktor Tommy, ölümsüzlüğü, ölümü harfiyen işleten yerde arar. Böylesine ateşli bir şekilde doğanın basit bir nesnesini kullanarak doğanın temel yasasını işlemez hale getirmeye çalışmasının nedeni, doğanın, yara kapatan bir yasasının olabileceğini, ama kendi işleyişini boşa çıkaracak bir yasasının bulunmadığını görememesidir. İdeoloji, aklını kör etmiş, beş yüzyıllık deneyim boşa gitmiştir. Ölümlü olduğunu kabullenemeyen Tommy, "pervasızlaşıp" kendini ve yolunu kaybeder. O, debelenip dururken, ölümle yüz yüze gelen Izzi, ölüm gerçeği ile ölümsüzlük isteği arasındaki sert çatışmadan kurtulur. Ölüme çok yakından bakan Izzi, korkusunu yenmeye başlar. Zihni berraklaşır; evet, ölümsüzlük vardır, ama bu, ne bu dünyada kalıcı olmak anlamına gelir ne de dinin öte dünyasında ebedi yaşayış anlamına… Bunu, zaten az zaman sonra ölecek olmasından ve ölüm korkusunu yenmesinden anlarız. Ölüm kaçınılmazdır ve dinin ölüm fikrine her zaman insanı tir tir titreten bir korku eşlik eder.  

Sevgili ve ölüm

Izzi öldü! Geçmiş aşktır, şimdi aşk... Eylem devam edecekse, geleceğin de aşk olması gerekir. Zaman böyle doğar. Geçmiş, şimdi ve gelecek değil, Zamanın kendisi… Arzu sayesinde geleceğin hayalini kurar, aşk sayesinde geleceği görürüz. İnsan dünyasında ölümle karşılaşmanın bedeli, feci bir ayrılık acısıdır. Ölüme bakışı böylesine çaresizlik içermeseydi, Tommy, ölüm karşısında bu kadar yaralanmayabilirdi. Bereket versin ki, aşk vardır. Başlamış olan arayış sürecektir. Izzi'nin kitabında ölüm hakkında sayısız argümandan haberdar olmuş, Izzi'nin ölümüyle ölüme çarpmıştır. Fakat yazık ki, bir türlü meseleyi kavrayamaz Tommy. Nietzsche ne kadar da haklıymış: "her neye ki, kişi, yaşantılarıyla ulaşamıyor, ona kulakları da kapalıdır." Kimse yaşamdan çıkarmadığı ya da yaşamın içine taşımadığı kitaptan bir şey anlayamaz. Bilgi lafzi değil, varoluşsaldır. Sözün egemen olmamasının nedeni, işe yaramazlığı değil, bu ağır ama asil koşulla iş yapmasıdır. Üstelik bilinçdışı, egemen ideolojilere her zaman ayrıcalık tanır.

Izzi, yaşam deneyimi konusunda Tommy'den kaç yüzyıl öndeymiş meğer. Bundandır ki, genç yaşında ölümü metanetle karşılar. Onun ölümsüzlük dediği şeyi yanlış anlayan Tommy, bu dünyada kalıcı olma uğraşına ara vermez. Üstelik mantığı uçuk kaçık bir hal alır. 26. yüzyılda teknik uzay boşluğunda yolculuk yapacak düzeydedir. İnsan, bu dünyanın şehirleri arasında seyahate çıkar gibi uzay boşluğunda hareket eder. Gel gör ki, Tom'un uğraşı, bu kez doğanın başka bir nesnesini, yani bir ağacı ölümden kurtarmak olur. Izzi'nin ölümsüzlük dediği şeyden, en sıradan ve anlamsız sonucu çıkarmıştır. Ölümsüzlükten, insan ruhunun başka bir doğal varlıkta yaşamasını anladığı için, sevgilisinin bir ağaç olarak yaşamaya devam ettiğine inanır. Daha önce ölümsüzlük iksirini aradığı ağacı şimdi ölümden kurtarmak için çırpınır. Ağacı kurtarabilirse, kendini de ölümsüzleştirecektir, çünkü doğadaki ölümsüzlüğün sırrını çözecektir. İnancı böyledir!

Aşk ve ölümsüzlük

Ağaç öldü! Gılgamış'ın başına gelen felaketten kimse ders çıkarmamıştır. Ne ki, sevgilinin ölümü öylesine katıdır ki, ölüm karşısında teslim bayrağı çekmeyen kimse kalmaz. Herkes bir adım geri çekilip şu sözü söyleyecek kıvama gelir: pekâlâ, kabul, ölüm var! Herkes sonunda Hegelci olur; insan olmak, ölümlü olduğunun bilincinde olmaktır. Fakat aşığın arzusu pes etmez. Ölen sevgiliyle buluşmanın bir yolu var mıdır acaba? Aşk, yardıma koşup, Tommy'nin kaç bin yıldır yaslandığı ağır mirası, yani ölüme bakışını değiştirir. Aşk ölümsüzse, sevilen de ölümsüzdür. Yalana tahammül etmez aşk, sevileni asla önemsizleştirmez. Sevilen sevgi kadar anlamlıdır. Sevilenin ölümsüzlüğü, aşığın ruhunda bıraktığı etkinin unutmaya galebe çalmasıdır. Ayrılık acısının unutulmazlığı değil, aşkın unutulmazlığı. Unutulmaz acı yoktur, ama etkisi unutulmaz aşklar vardır. Böyle aşklar anılardan beslenir. Sevileni ölümsüzleştiren şey, sevene sevgi dolu anılar bırakmasıdır. Sevenin hayatına yalan ve ihtiras katan kişi, ne hatıra bırakır ne de aşk. Bu, her şeyi öldürür, aşkı bile…

Değer yaratan, yaşamı zenginleştiren, hayata neşe katan sevilen unutulmaz. Hatırlamak değil, unutulmazlık… Hatırlama, unutma içerir çünkü. Oysa, ölümsüz aşkın maşuku/maşukası hiç unutulmaz. Bakın, Izzi ölmüştür, ama Tommy'nin aşkı bütün yoğunluğuyla devam eder. Izzi, arzusunda, isteğinde, hafızasında, eyleminde, hayalinde, rüyasında, gülümseyişinde, yani yaşamının her köşe-bucağında yaşar. Fiziksel mesafe aşkı daha güçlü de kılabilir. Bedensel yakınlık, cinsellik için zorunludur, ama aşk için değildir. Cinsellik zevkle ilintilidir, aşk ise duygudur. Aşkın ölümsüzlüğü, aşığın bilincinin ölümsüzlüğüne atıf yapmaz. Ölümsüz aşk, aşığın yaşarken, ölen sevilenle birlikte yaşanabileceğinin bilincini taşımasıdır. Öldüğü halde sevileni, sevenin bu dünyadaki yaşamına katan şey budur işte.

Aşk ve doğa

Sevilenle birliktedir aşık, çünkü anılar yaşamına yön vermektedir. Gelgelelim, durmaz, sonsuz birliktelik arzular. İşte, ölümsüzlüğü burada keşfeder. Sonsuzluk var, fakat doğaya ait bir şey olarak… Bireysel ölümsüzlük hevesinden kurtulmakla elde edilecek şey, doğayla bütünleşme olarak ölümsüzlük fikridir. Kendine doğadan koparak bakan insan, kendine yabancılaşır. Kendine, doğayı anlamadan bakan insan, ihtiraslarından ahlak devşirir. Kuru gürültü hareketin yasası olunca, kendini dünyanın merkezine yerleştirir. Oysa doğaya bakmak, ihtiraslardan kurtarır. Hakikat taşıyan sözün, doğanın yasasıyla ilintili olduğuna dair bir perspektifin soluğu duyulur. Kendinden yola çıkarak doğayı bilmek değil, doğadan kendini bilmek… Ne gözlerimizi olmayan bir ufka çevirmemiz gerekir ne de kendimizi değersizleştirmemiz… Kendini aramakla başlayan, ama doğayı bilmekle kendini bilmeye varan bir süreç… Kimse hiç değildir, herkes yaratıcı doğanın daimî parçasıdır.

Yaşamak, bu dünyada yaşanabilecek kadar ve yaşanabilecek biçimiyle doğa içinde olmaktır. Böylece, ölmek, doğayla birlikte yaşamaya dönmektir. Tekin, tikelin ölümsüzlüğü, yaratıcı edimin sonudur. Ölüp öte dünyada uyanmak değil, ölüp yeni şeyler doğuran doğanın döngüsüne katılmak... Asıl sonsuzluk budur. Bir plan dahilinde bir başlangıçla var olma, bir plan dahilinde belirli bir zamanda yok olup gitme fikri, yaratma ediminin sonluluğunu imler. Sonsuzluğun inkarına sonsuzluk demek! Demek ki, ölümsüzlük arayışı, aslında ölümün mutlaklaştırılmasıdır. Doğa, yaratmaya hiç ara vermediği için sonsuzdur; kendi edimiyle sürekli olarak kendini, dolayısıyla her şeyi yaratır. Tekil şeylerin ölümü, doğanın yaratıcı ediminin devamıdır. Kaynak… Sadece şeylerin başladığı, doğduğu yer anlamına gelmez, aynı zamanda besleyici gücün tükenmezliği, yaratıcılığın daimiliği anlamına gelir. Şeylerin kendisinden çıktığı, fakat sürekli destek gördüğü neden. Tekrar tekrar var eden ve dağıtan…

Ölüm fikrini kabullenince, ölümsüzlüğü keşfeder Tom. İnsanlar arasından gitmek, doğanın dışına çıkmak değildir. Hayat ağacını bulur… Ağaçlar ölür, çünkü hayat ağacı -doğa- böyle yaşar. Ağaçlar kurduğu içindir ki hayat ağacı kurumaz. Bunu anlayınca, sevgilisine kavuşacağı düşüncesini kesinler. Korkmaya gerek yoktur! Cezanın olduğu bir yere değil, sevgiliyi özümseyen bir yere gidilecektir. Ölümü onaylayarak aşka kavuşur. Doğanın yasasına itaat edip, sevgilinin güneş gibi ışıldayan yüzüyle aydınlanır. Sonsuzluk böyle gelir. Bu, ölümü övmek değil, ölüm korkusunu yermektir; bu, ölüm isteğine methiyeler düzmek değil, ölümsüzlük hevesini reddetmektir. Ölümün huzur yolu olarak betimlenmesi, ölüm korkusunun yarattığı huzursuzluğu gidermek içindir. Bir kez daha hatırlamak gerekir; badireler üzerine inşa edilmiş bir ahlak, insanı iyi yapmaz. Korku, insanı metanetli ve erdemli kılmaz. Kötülüğe maruz kalmamak için iyi olmak değil, iyiyi sahiplenerek kötülüğü defetmek…

"Yaşamak, ölüme hazırlanmaktır!" Sokrates, teslimiyetçi değildir; ölüm korkusu ile ölümsüzlük umudunun elinden kurtulup dünya içinde sevinçle yaşamaya vurgu yapar. Bilmenin yüceliğinin, aşkın sahici özgürlüğünün, deneyimlerin yaratıcılığının, yaratmanın sonsuzluğunun keyfine varmak... "Sonsuzluğa" inanların ölüm korkusundan kurtulamamaları, ölümü Tanrıya kavuşmak olarak görenlerin, "günahkarları" ölümle cezalandırmaları şaşırtıcı değildir. Yazık ki bu, böyle olmak zorundadır; çünkü aslında inanılmaza inanırlar, çünkü aslında başkasının acı çekmesine inanırlar. Ne ki, başkasına acı çektirmek, kendine de çektirmektir. O, tıpkı Büyük Engizisyoncu gibi, mutlak hakimiyet ihtirasıyla kendini kırbaçlayadursun, doğa, bütün yüceliğiyle yaratmaya devam eder. Bir yıldız gökten, bir insan elimizin altından, bir ağaç ormandan kayar, ama yeni yıldızlar parlamaya, yeni insanlar ışık saçmaya, yeni ağaçlar boy vermeye devam eder. Doğanın bütünlüğünü temaşa eden, hayat ağacının o olduğunu görür. Bilginin gerçek amacını yakalayan çağ, hayat ağacının yeşerdiği toprağı fethedecektir.

Bundandır ki, insan varoluşu, hayat ağacıyla birlikte dünyanın dönüşüne eşlik eder. Hiçbir şey doğrusal bir süreç izlemez. Her şey iç içe dairesel yol alır. Dünya, evrenin içinde; insan, dünyanın içinde döner durur. Film, biçimsel olarak bu döngüyü takip eder. Başlangıçla açılır, hemen ardında henüz olmamış olana gider, ortada olanla devam eder. Tomas, Tommy olur, Tommy, Tom olur, Tom tekrar Tomas’a dönüşür; Isabel, Izzi olur, Izzi, Isabel… Arzular, duygular, bir o dönem, bir bu dönem devreye girer. Fikirler doğar, yerini başka fikirlere bırakır, beklenmedik düşünsel dönüşümler gerçekleşir. Olan, tekil şeylerin yaşam-ölüm-yaşam döngüsüdür. Yaşayanlar ölür, ölenlere benzer yeni şeyler varlığa gelir… Bu, böyle sürer gider… Nietzscheci ebedi döngü… Kozmolojik ebedi döngü ile bireysel yaşamın ebedi döngüsü aynı yasayla işler. Aslolan doğadır; doğal her şey ölür, ama doğa döner… Hayat ağacının meyvesini, bilen yiyecektir. Saf bilgi, asıl bilgi doğaya beslenen aşktan doğar. Geçmişle başlayıp, geleceğe uzanıp, şimdide bitmek… Sonsuzluk vardır, yalnızca "şimdi"lik biter.

Kan ve mürekkep

Izzi’nin devamlı derin bir bakışla sevgilisine "tamamla" demesinin hikmeti buradadır. Geçmiş yazılmış, şimdi yaşanmaktaysa, geleceğin tahayyül edilmesi gerekir. Daire tamamlanmalı! Ölüm fikriyle asırlardır cebelleşen Tomas, Tommy ya da Tom olanı kabullenince, büyük bir dönüşüm geçirir. Bundan böyle şeffaf bir küre içinde hayat ağacının gölgesinde lotus pozisyonundadır. Dünya, evrenin içinde serbest hareket ederken, Tom de insanların ihtiraslarından, simgesel/toplumsal dünyanın ağır yükünden kurtulur. Burada mesele Budizm değil, dünyanın bütünlüğünü görünür kılan saf düşünme halidir. Tom dünya içinde, dünya ile birlikte dönmektedir. Dünyayı görmek, kendini de görmektir. Spinoza gibi düşünür. Sonuçtan nedene gitmez, nedenden sonuca ulaşır. Kendini bilmekten doğayı bilmeye geçmek değil, doğayı bilmekten kendini bilmeye geçmek... İnsanın, kendini bilmekte bu kadar zorlanmasının nedeni, bu ilişkiyi tersine çevirmiş olmasıdır zaten.

Tamamlanması gereken tamamlanır. Tom harika bir iş çıkarır; çünkü yazarak değil, eyleyerek, yaşayarak bitirir. Izzi, doğanın gücünü ve sonsuzluğunu sezmişti, Tommy onu yaşayarak insanlığa ulaştırır. Bu sezgiyi etine katar. Parmağına, kaybettiği yüzüğünün dövmesini işlerken, kalem ile mürekkep kullanır. Mürekkebe buladığı kalemin ucunu parmağına batırır. Mürekkep ile kan karışır. Yazmak yaşamaktır, yaşamak yazmak… Seven ile sevilen arasındaki bağ, metal bir halka değil, arzu ve eylem, kan ve düşüncedir. Izzi yazarak yaşadı, Tommy yaşayarak yazdı. Bilgi ağacı ile hayat ağacı arasındaki ateşten kılıcı söküp atmak, güç işmiş hakikaten.

Büyük kitap, bitmemiş kitaptır. Varlık vardır, varlık eyler, ama bilinç ileridedir. Maya masalları, İncil’in hikayeleri, Buda’nın sembolleri tamamen metaforiktir. İspanya ormanları, yani Avrupa’nın kültür mirası, doğanın sonsuzluğuna uygun bir yaşam kurmak için gerekli kaynağa sahiptir. Avrupa’nın bilgi ormanında, "sahte bilimi" kökünden söküp atacak ve "hakiki bilime" yer açacak potansiyel mevcuttur. Kraliçe Isabel, bu üstü örtük tespitle, aşığına görevini emreder. Doğayı kaba bir madde yığını olarak gören doğaöteci ile pozitivist perspektiflerin yerine, doğayla bütünleşen bir kültür ikame etmek... Hançer, yabancılaştırıcı düşüncenin yerini alacak bilime giden yolun üstündeki engelleri temizleyecektir. Düşünmek, mücadele etmektir.

Yazarın Diğer Yazıları

Hayat: Babalar, kızlar ve karanlık tüneller

Cehennemde yaşayan babaların kızları asla cenneti yaşayamazlar. Mehmet, kızına acı çektirdiği için acı çekmiyor, acı çektiği için kızına acı çektiriyor. Onun da en az Hicran ve bizim kadar kurtuluşa ermeye ihtiyacı vardır

Kuru Otlar Üstüne: Postmodernizme göz kırpmak  

İnsanın psişik yapısının "Gerçek" ile simgesel düzeyleri arasındaki gerilimden, daha esnek bir ifadeyle, kültüre direnen yanı ile kültürel yanı arasındaki gerilimden doğan boşlukla karşılaşsaydık, filmin, insanın karanlık tarafını sorun edindiğinden söz edebilirdik. Gördüğümüz şey, varoluş sancısından, kendini gerçekleştirme mücadelesinin yoğunluğundan, amaç eksikliğinin yarattığı nihilist tutumdan çok ortamın bayağılığına yenik düşmüş kişiliklerin sinik halleridir. Belirsizlik derinlik demek değildir

Aşk (Her): Sinemanın gör dediği…

Sevenin, kalbinin bir köşesinde başkasına da küçük bir yer ayırması, sevilene kendi yerinin işgali olarak görünür. Bundandır ki, bütün toplumsal ahlaklar bol kepçe servis ettikleri sevginin kefaretini ötekine nefretle ödetirler. Her ahlak şu ya da bu şekilde sevgi buyurur, fakat hepsi de onay verdikleri insan tipine benzemeyi şart koşar