Her Şeyi Bitirmeyi Düşünüyorum… Charlie Kaufman'ın, Lain Reid'in aynı adlı romanından esinlenerek yaptığı film, roman ile film ilişkisini beklenmedik bir düzeye taşır. Filmler genelde uyarlandıkları romanların gölgesinde kalır, fakat Kaufman adeta yeniden yazdığı romanın estetik gücüne güç katar. Bundan olmalı ki, filmin düşünsel perspektifini yakalamak romanı okumaktan çok daha zordur.
Olmak ve sahip olmak
Radikal bir karar… Zira her şeyi bitirmeyi düşünen, mantıken, belirli bir şeyi değil, her şeyi bitirmeyi planlamaktadır. Haliyle mesele, bir ilişkinin bitirilme tasarısına indirgenemez, çünkü genç bir kadının erkek arkadaşından ayrılma düşüncesinden geriye çok şey kalır. Dünyanın, arzusuna karşılık vermediği, dolayısıyla hiçbir şeyden yaşama sevinci bulamayan biri her şeyi bitirmeyi düşünebilir ancak.
Söz konusu olan, Erich Fromm'un tabiriyle, "sahip olmak" değil, "olmaktır." Olmak, yani insani olanaklar aracılığıyla yaşamla bağ kurmak; arzunun izinden gitmek, yetenek ve becerilerini kullanmak… Bütün yaşamımız, olmak istediğimiz şey olmanın etrafında dolanır. Peki ya buna imkân yoksa? Filmde de, kitapta da bu sorunun cevabı vardır; "olmak istediğimiz şey olamıyorsak, olduğumuz şeyin bir önemi yoktur." Zira geride hiçbir değer boyutu olmayan mutlak eşitlik kalır. Arzusu ve düşünceleriyle bağı kopan sadece bir kurgudur; kadın ya da erkek, akademisyen ya da hademe, çiftçi ya da oyuncu fark etmez.
İsimsiz asi
İşte bu nedenle film, asıl olarak yaşlı hademenin (Guy Boyd) perspektifiyle işler. Bu adam isimsizdir, çünkü kimliği yoktur, çünkü olmak istediği şey olma imkânını yitirmiştir. Psikanalizimin tabiriyle ideal-beni, yani olmak istediği şey imgesi tahrip olmuştur. Bu, farklılığın çözülüşüne, kendi-olmaklığın silinişine atıf yapar. Bir şey olmak istememek gibi bir hal söz konusu olmadığından, hep isimsiz olmuş olmak diye bir şey de yoktur. İsimsizlik, olmak istenen şey olmamanın sonucu olarak devreye girer. Çocukluk ismine sahip çıkmak mı? O, sonuç, Büyük Ötekinin sonucu olmaya razı olmaktır. İdeal-benin izini sürmeye son verip, egemen ahlakın, yaygın ideolojinin kodlarının inşa ettiği bir ben-idealiyle yetinmektir.
Gelgelelim, olma çabasını sarf etmemiş kişi, olmak istediği şey olmadığını da keşfedemez. Demek ki, bir şey olmaya yönelik bir arzusu, bunu gerçekleştirmek için bir çabası, dolayısıyla bir ismi olmuş olmalı. Evet, böyledir! Ne ki, kendini gerçekleştirmek, adı konulamaz, sınırları çizilemez bir süreçtir. Sahih bir yaşam bu sürecin işlemesidir zaten. Süreç tamamlanmaz, bir hal olarak ölümle son bulur. Ve sahip olunan her şey bu süreçte kullanılması gereken birer araçtır.
Kirletenler
Haliyle yaşlı hademenin olmak istediği şeyi ya da ideal-ben imgesini aslına uygun şekilde betimlemek mümkün değildir. Ve fakat, bu süreçte sahip olduğu bazı önemli olanakları betimlemek mümkündür. Görünüşe göre, bir zamanlar teorik fizik alanında araştırma yapan yetenekli bir akademisyenmiş. İş ya da meslek, doğası gereği, kişinin yetenek ve becerilerini geliştirip kendini gerçekleştirmesine katkıda bulunmayı amaçlar.
İşimiz/mesleğimiz varoluşumuzun aracıdır. Gel gör ki, simgesel/toplumsal dünyanın mevcut bütün tarzları, insana dair her şeyi kendi kodlarının aracına dönüştürmekle meşguller. Dolayısıyla, bir işte çalışmak, arzuya ihanet etmeye, yetenek ve becerileri heba etmeye ayarlıdır. Günümüz iş ortamının -en azından deneyimlediğim tarzının- temel yasasının aleni bir sahteliği dolaşıma sokmasının nedeni budur. Öyle ki, doğası gereği üstü-örtük olmayı gerektiren sahtelik gözlere sokulur. Artık sahici olmayan ya da sahtelikte sahici olan kıymetlidir. "Liyakat" çağrılarının bu ortamda karşılığı olamaz; çünkü arzunun yerine simgesel/toplumsal dünyanın veya Büyük Ötekinin talebi geçmiştir. Bilge olamayana, bilge olduğunu kanıtlamaya çalışan kişinin dramı; bilgeliğe aykırı olanla bilgeliğini ilan eden kişinin gülünçlüğü…
Demek ki akademinin dünyası, bilimin mecrası bile nefes daraltmaya ayarlıdır. Simgesel/toplumsal ahlak ve ideolojinin yaygın kokusu oralara da sinmiştir. Dışı seni, içi beni yakar misali. Genç fizikçi, olmak istediği şey olamayacağını, ideal-ben imgesini koruyamayacağını, yani kendini gerçekleştiremeyeceğini anlayınca, ilkin içine kapanır, sonra tefekküre dalar ve nihayet bu mecradan ayrılır. İşte şimdi, düşündüklerinden biri gerçekleşmiş, bir şey bitmiştir. Evet, ama henüz her şey bitmiş değildir. Yaşam devam ediyor…
Düşünce ve eylem
Bütün olanlar eşitse, hiçbir şeyin önemi kalmamışsa, simgesel/toplumsal yükü nispeten hafif bir seçeneğe el atmak en makul yol olmalı. Böylece hademeliğe sığınır. Olmak istediği şey olamayacaksa, olmaya zorlanan şey olmayı reddetmesi bir tavırdır, arzu değil. Bu, bir yol açmaz, ama düşünerek yaşama veya düşüncelerini yaşama imkânı yaratır. Öyleyse insan ya da domuz, hademe ya da akademisyen olmak arasında hiçbir fark yoktur. Ama sadece şimdilik, sonra devasa bir fark ortaya çıkacaktır. Bundan böyle toplumsal mecrada olmak sadece bulunmaktır; orada bir yerde bir nokta ya da bir leke gibi. Toplum, gördüğü her farklılığı öğüttüğünden, görünmezlik ilkin farkın erimesine engel olacak, sonra onu görünür kılacaktır.
Yaşam devam ediyorsa, olmak istediğimiz şey olma serüveni boşa çıkmış olsa bile, düşünce devam edecektir. Böylece eylem ile düşüncenin gerçekle ilişkisi ortaya çıkar. Bütün eylemlerimiz sahte olabilir; çünkü olduğumuz hal ne olursa olsun, bizden olmamız istenen şey olmaya çabalayabilir, öyle olduğumuzu göstermeye meyledebiliriz. Ne de olsa, ben-ideali sergilenmeyi gerektirir! Ve eylem gerçekleşmişse, neyse odur. Bu nedenle eylemlerin üstünde her zaman yapmacıklık bulutları dolanır. Oysa düşünce, sadece ve sadece düşünülen şeydir. Yanlış olabilir, hata içerebilir, değer-dışı olabilir, gizlenebilir, ama işte her neyse odur. Bu nedenle daha gerçektir.
Böylece hademelik, kendilik üzerine düşünmeye, yani düşünceye alan açar. Eylem "şimdi" içinde gerçekleşir, "şimdi" içinde görünür. Halbuki düşünme Zamana egemen olur; "şimdi", "gelecek" ve "geçmiş" arasında durmadan gidip gelir. Hademe temizlik yapar, film izler, yemek sipariş eder, şarkı söyler. Bunları dolaysız bir şekilde seyrederiz. Ancak bu adamın iç dünyasında, yani görünen yanının gerisinde bir düşünce dünyası bütün haşmetiyle döner durur. İşte bu düşünce dünyası, seyirciyi, hademeliğe geçiş sürecine, akademide fizikçi olarak kalmanın geleceğine doğru muhteşem bir manzara seyretmek üzere yola koyulmaya davet eder. Yolun sonunda insanın bütünlüğüyle karşılaşacaktır. Kopuş, sahte ile gerçek arasındaki ayırımı ve bu ayırımın üstünü örtmek için varını-yoğunu kullanan simgesel/toplumsal kodların foyasını ele verir.
Haliyle iş başında olan şey, bellekten çok, akıldır. Bellek olmuş olanla, depoda birikenle ilgilenir. Oysa akıl yol alır; olmuş olanın iç yüzünü deşifre eder, olacak olanla oynar. Hademe, hazırlanıp boğucu çiftlik evinden çıkar, göreli olarak daha aydınlık bir binaya gider, köhne odasına kapanır ve gözlerini kapatır. Düşünme bakmanın, kamera gözün yerini alır. Sinema, düşünceyi ve hayali görünüşe getirir. Buralarda ilkin, hademenin daha önceki hali, sonra o halin olası geleceği görünür. İnsan kendi içselliğini temaşa edecektir.
Kendiyle konuşmak
Hademe evden çıkmaya hazırlanırken, bir başkası da aynı eve doğru yola koyulmanın hazırlığını yapar. Zaman ters döner gibidir, ama aslında "geçmiş" ile "şimdi" bir araya getirilir. Düşünce, seyirciyi, şimdinin hademesine simgesel/toplumsal dünya tarafından geçmişte konulan isimle tanıştıracaktır. İşte Jake (Jesse Plemons)! İsmi olanın kimliği de vardır. Çok geçmeden, kimlik sahibi olmanın pek matah bir şey olmadığını anlayacağız. Jake dar bir arabada, karanlık bir dünyada, bir boşlukta yolculuk etmektedir. Doktorasını tamamlamış, akademide çalışan fizikçi Jake arabada tek başınadır.
Peki ya, sevgilisi olduğunu söyleyen genç kadın? O bir kişi değildir, Jake'in düşüncesidir. Düşünce aklın eseri ve dişildir; çünkü Athena Zeus'un kafasından doğmuştur. O yüzden genç kadın, kelimenin olağan anlamıyla ruhen ve bedenen bu genç adamın eşi-benzeridir. Jake, onun düşündüğü her şeyi bilir, çünkü kişinin kendi düşüncesini kendisinden gizlemesi olanaksızdır. Değil mi ki, Platon'un dediği gibi, düşünmek, ruhun kendisiyle konuşmasıdır. Kadının anlatıcı konumda olmasının nedeni, insanın, düşündüğü şey olmasıdır.
Jake'in aklının eseri sevgili, o genç kadın (Jessie Buckley) isimsiz değil, çok isimlidir; Lucy, Lucia, Yvonne… Dahası çok mesleklidir; fizikçi, şair, ressamdır… Fakat dikkat! Hem fizikçi hem şair hem de ressam değildir; bazen o, bazen budur. Zira aynı anda çok şeyle tanımlanmak bütünlüklü bir kimliğe atıf yaparken, bazen o, bazen bu şeyle tanımlanmak kimliğin bölük-pörçüklüğüne işaret eder. Bu böyle olmak zorundadır; çünkü akıl çatallı yollarda yürür, o argümandan bu argümana, o yargıdan bu yargıya gider gelir. Dahası zamanda yolculuk yapar. Üstelik yanılır. Genç kadın, bazen Jake'in anne babasının gençlik ve yaşlılığına, bazen Jake'in çocukluğuna gider; bazen doğru bulduğunu yanlışlar, bazen yanlış bulduğunu doğrular; bazen iyi dediğine kötü, kötü dediğine iyi demekten sakınca görmez. Ve nihayet sık sık tasarladığı ortamdan kopar.
Yüzleşme
Zaman geçer, ziyaretin sonu gelir. Düşünce gerisin geri yol alacaktır. Bu kez geleceğe doğru. Ve fakat, yalın anlamda geleceğe değil, geçmişin geleceğine doğru. Bir ailenin el üstünde tutulan çocuğu genç fizikçi Jake'in dünyası böyleymiş. Boğucu bir ortam; karanlık, asap bozucu, yük… Simgesel/toplumsal dünya, tüm kodlarıyla insanı kıskaca alır. Ahlakını ve ideolojisini egemen kılmak için bireyi tepe tepe kullanır. Ona verdiği her şeyle arzusunu satın alır. Bu, "kötümserlik" olarak görülebilir, çünkü adını beğenmeyen, ama onu ret de edemeyen kişi, halsizliğini umutla perdeler. Umutsuzluğa davetiye çıkarmak değil, umudun hilesini yakalamak; toplumun sözlüğünde, yük taşıyan devenin "iyi" olarak tanımlandığının farkında olmak… Bunu fark etmiş olan Jake, jakeliği reddedip isimsizliğe geçiş yapmış, akademisyenlikten hademeliğe terfi etmiştir. Peki ya, öyle yapmasaydı; Jake olarak kalmaya devam etseydi?
Geriye dönüşte bu manzarayı seyredeceğiz. Çiftlikte (yani toplumda) tanık olduğumuz hiçbir şeyden memnun değildir; olmak istediği şey olma imkanının kalmadığını anlar. Olması beklenen şeyden kurtulması gerekir. Bir çöplük arar. Aksi durumda ruhuna enjekte edilmiş virüsler, domuzları kemiren kurtlar gibi onu da çürütecektir. Arabasının (ruhunun) daha fazla kirlenmesini istemez. Yazık ki çöplükler tıka basa tuzla ve dondurma artıklarıyla doludur. Yolumuza döktükleri zehri lezzet diye kabul etmenin trajedisi…
Bunları düşünür Jake, ancak henüz yol ayırımında değildir. Sevgilisini (düşüncelerini) sevip okşamak için hamle yapar. Fakat hemen sonra irkilir. Kopuşu gerçekleştirmiş hali, bu halini dehşetle seyreder; hademe akademisyene bütün içtenliğiyle acır. Yaygın ideolojinin inşa etmek istediği şeyi tamamlamak, görevini başarmak üzere olduğunu sezer. Bulunduğu yoldan ayrılmak, arabayı terk etmek ister. Fakat sevgili düşünceleri onu bırakmak istemez, avazı çıktığı kadar bağırır, peşinden gider, arar. Nihayet bulup kollarını boynuna dolar. Henüz bitirmeye hazır değildir. Okul koridorunda düşünceleriyle tekrar buluşur. Bu düşünceleri toyken dansa kaldırmış, acemiyken âşık olmuştur. Toplumsal sloganlara teşne olmak, düşünmenin yolunda az yürümenin sonucuymuş. Düşüncede ergenlik ömür boyu sürebilir.
Ve temizleyen
Olgunluk dönemi, hademelik tohumlarını içinde taşıyan bir asi kılığında karşısına çıkıp Jake'i öldürür. Ruhunu ve düşüncesini kurtarmış, ak-pak yapmıştır. Öyleyse hademeliği yeniden tanımlamak gerekir; okulun, yani insan ruhunu katlayıp buruşturan toplumsal kodları besleyen, yeniden üreten ve dağıtan mecranın artığını temizleme yükümlülüğü… İşte bu şekilde doğmuş olan yaşlı hademe bundan sonra öldürdüğü Jake'in mezarını deşip geçmişteki geleceğinin kirli yüzünü gösterir. Eğer kopuş yaşanmasaydı, eğer Jake olmayı reddetmeseydi, kalabalık bir salonda, hademenin acıyacağı çok kişinin huzurunda büyük ödülü alan bir akademisyen olacaktı. Annesi ve babasının tam istediği, sevgilisinin gururla alkışladığı, salondakilerin gıptayla baktığı adam… Ama ödülü alırken, salona, "benim nedenim sizsiniz" diyerek, kendini inkâr edecekti. Olmak istediği şeyi öldürmüş, olunması istenen şey olacaktı. Kürsüde konuşan yaşlı Jake salondakilerin sonucudur. Oysa hademenin sonuç olmadığı kesindir.
Sonra dışarı çıkar, arabaya biner, nefes almaya çalışır. Ama heyhat! Anlar ki, şimdiye kadar yalnızca bir okulu temizleyebilmiş, bir ruhu koruyabilmiştir. Bütün bu sancılar, sadece toplumun biçtiği gömleği çıkarmasına yetmiştir. Ona dayatılan şey olmamak için verdiği bunca mücadele, aynı zamanda olabileceği şey olmak için harcayacağı bütün zamanı çalmıştır. Emeği, onu insan yapmaya yetmemiş, sadece kurtlu bir domuz olmasını engellemiştir. Boşlukla mücadele etmeye lanet olsun! Boğulacak gibi olur. Arabadan iner. Aynı akıbete uğramamak için bakıcıları tarafından kurtlanmaya terkedilmiş ölü bir domuzun yolunda gitmenin daha makul olduğunu düşünür. Köhne ve dağınık hademe odasına döner. Ve her şeyi bitirir. Her şeyi bitirme düşüncesi, düşünmeyi bitirme düşüncesidir, çünkü düşünce aslı gerçekliktir. Öyleyse biten tek şey düşüncedir. Böylece, düşünce ve bilgi değil, insani tahrip eden ahlaki/ideolojik akademik gelenek reddedilmiştir.
Kahramanlık her zaman iyilik getirmeyebilir, fakat yenik düşmek daima kötülük üretir. Kahraman olmayan, ama yenik de düşmeyen bir ruhun çok boyutlu zamandaki bir yandan korkutucu, öte yandan neşe verici serüveni... Demek ki her şeyi bitirmeyi düşünen genç kadın değilmiş, tam aksine, genç kadın dahil her şeyi bitirmeyi düşünen Jake'in kendisiymiş. Öyleyse düşüncenin kendi kendine sorduğu o olası tek soruyu soralım: Ben neyim; prestijli kıyafetler içinde kurtlanmış bir domuz mu, görünmezliğe terk edilmiş düşünce mi? Umarım Kaufman bu filmi festivallere göndermez! Bu kadar az görüntü ve hareketle böylesine derinlikli bir düşünceyi işleyen bir filmin hiçbir salonun huzuruna çıkarılmaması ne iyi olur! Jake'in dirilip, yaşlı hademenin kendi boynuna geçirdiği ipi çözüp, onu katletmesi can sıkıcı olur.