28 Ağustos 2024

"Yeni Türkiye'ye" lüks kaçar, ah o "eski Türkiye!.."

-

Akşamın geç bir vakti, 12 Eylül askeri darbesinin kara günleri.

Darbeyle iktidardan indirilen, üstüne üstlük kendisine ve pek çok siyasetçiye on yıl süreyle siyasi yasak getirilen Süleyman Demirel ile evinde baş başa sohbetlerimizden biri.

Laf nereden açıldıysa, bir ara ben:

"Efendim, ben üniversitede öğrenciydim, biz 68 olaylarında sokaklara dökülmüştük, siz Başbakandınız, 'yollar yürümekle aşınmaz', dediniz, biz daha çok kızdık ve siyasete atılmadan önce çalıştığınız Amerikan firmasına atfen size 'Morrison Süleyman' diye bağırmaya başladık. Bunun üzerine siz 'memleket meseleleri bağırarak, hakaret ederek çözülseydi, hep beraber sokaklarda birbirimize bağırırdık' dediniz."

Ben yaşadığım bu olayı aktarınca, Demirel gülümsüyor:

"Bak ama, siyaseten çok farklı düşünüyoruz, buna rağmen, ne kadar iyi arkadaşlık yapıyoruz. Her eleştiriden pay çıkarmak lazım. Hemen sinirlenmek, bağırıp çağırmak devlet adamının işi olmaz."

Günümüzde her fırsatta bağırıp çağıran, hakaret yağdıran, davalar açan "Yeni Türkiye'nin" iktidar sahiplerini görünce, "ah Eski Türkiyem neredesin" diye bağırmak geliyor içimden.

"Demirel'e söylerim"

Kahkahalarla gülüyor, en ön sırada eşi ve bazı Bakanlarla birlikte, kendisini yerden yere vuran oyunu izlerken Başbakan Süleyman Demirel bir tiyatroda keyifli anlar yaşıyor.

Bulvar Tiyatrosu'nun büyük ustalarından Muammer Karaca 1967 yılında Demirel'in tek başına hükümet olduğu dönemde, sahneye "Demirel'e Söylerim" isimli mizahi bir oyun koyuyor. Oyun kısa sürede çok tutuyor, bunun üzerine Demirel tiyatroya gidiyor.

Hep anlatılır, oyunu izlerken seyircilerin alkışlarına eşlik ediyor, sonrasında oyuncuları tek tek kutluyor, onlara çicek gönderiyor.

Oysa, oyun Demirel'i eleştiri yağmuruna tutan, onunla dalga geçen bir hiciv.  

Günümüzde bu hoşgörünün, düşünce ve eleştiri özgürlüğünün adı "Eski Türkiye."

Dilruba ve ötesi

O "Eski Türkiye" iktidarda kim olursa olsun, olgunluk eseri.

Buna karşılık...

Mizah ve eleştiri karşısında hemen mahkemelere başvurmak, kendi yurttaşlarına dava üstüne dava açmak, trol ordusunun eleştiri sahiplerine küfürlerle saldırmasına ses çıkarmamak neyin nesi?..

İki gün önce yine aynı nakarat:

"Eski Türkiye artık tamamen geride kalmıştır. Yasakların, baskıların, yokluk ve yoksullukların olduğu o eski günler artık bir daha gelmemek üzere tamamen geride kalmıştır."

Bak, bu doğru!..

"Eski Türkiye" gerçekten artık geride, o özgürlük yılları hele de son sekiz yıldır çoktan geride.

Bir de, "yasaklar, baskılar geride kaldı" demez mi?..

Daha bir hafta önce eleştirdi diye Dilruba'yı içeri atan rejimin sahibi kim?..

Artık ezber hale gelmiş, Dilruba'ya "halkı kin ve düşmanlığa tahrik, aşağılama" davası neyin nesi?..

Sosyal medyayı yasaklayan, binlerce habere erişim engeli getiren kim?..

Muhalif TV'lere ceza yağdıran, resmi ilanlarını kesen kim?..

Yüzlerce ve yüzlerce muhalif gazeteciyi işinden eden kim?..

Bunlar mı "baskı yok, yasak yok" örnekleri?..

Meclis bile, etkisiz.

AİHM kararlarını uygulamak, Anayasa Mahkemesi kararlarını yerine getirmek, bunlar çoktan geride, işte onlar "Eski Türkiye'nin" erdemleri. Diyor ya, "geride kaldı", doğru geride kaldı.

Yokluk ve yoksulluk ise, yıllardır süren, toplumun tamamını etkileyen ayrı bir trajedi.

Arnavutluk, Fransa, İngiltere

Son örnekten başlarsak...

İngiltere'de Boris Johnson Başbakan iken...

Seçim var, Boris Johnson yurttaş olarak oy kullanmak üzere seçim sandığına gidiyor.

Ancak, kimlik kartını evinde unutmuş.

Sandık kurulu Başbakan filan dinlemiyor, kimlik kartı yoksa, oy kullanmak yok. Johnson evine gidiyor, kimlik kartını getiriyor, oyunu öyle kullanabiliyor.

Fransa'da seçim zamanı. Cumhurbaşkanı Sarkozy mitingde konuşurken, üzerine yumurta atılıyor, Sarkozy bir bara sığınıyor. Bu kez bar yumurta yağmuruna tutuluyor.

Polis ne yapıyor?..

Göstericileri oradan uzaklaştırıyor, hepsi bu!..

Arnavutluk Meclisi...

Muhalefet milletvekilleri Meclis'te Başbakana yumurta atıyor.

Arnavutluk'ta bile...

Hiçbir milletvekiline ne dava var, ne de yumurta atanlara hakaret var.

"Eski İngiltere, eski Fransa, eski Arnavutluk!.."

 "Demokrasi ve Kalkınma Müzesi"

Madem laf Demirel'den açıldı...

Demirel'in doğduğu Isparta İslamköy'de mezarı, ayrıca adını taşıyan "Süleyman Demirel Demokrasi ve Kalkınma Müzesi" var.

Müzenin bir köşesi karikatürlerle dolu. Bir bölümünü buraya aktarıyorum. Hepsi onu eleştiriyor ama, Demirel kendi elleriyle seçtiği o karikatürleri toplayarak, müzede sergilenmesini istiyor.

"Yeni Türkiye'ye" hayli lüks kaçar!..

Yalçın Doğan kimdir?

Yalçın Doğan, 1965 yılında Alman Lisesi'ni, 1969'da İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesini bitirdi.

Gazeteciliğe 1973 yılında Cumhuriyet'te ekonomi muhabiri olarak başladı. 1981 yılında Cumhuriyet Ankara Temsilciliğine atandı.

1989'da köşe yazarı olarak geçtiği Milliyet'te önce Yayın Koordinatörü, 1999'da Genel Yayın Yönetmeni görevlerini üstlendi. 2003'te Hürriyet Gazetesi'nde sürdürdüğü köşe yazarlığı 2015 yılında sona erdi. O tarihten bu yana T24'te köşe yazarlığına devam ediyor.

Türk Dil Kurumu, Sedat Simavi, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti'in çeşitli ödülleri yanında, 2014'te yılın en iyi köşe yazarı, Halk TV'nin 'Kırılmayan Kalemler' ödülünü kazanan gazeteciler arasında yer aldı.

Her biri özgün araştırma içeren IMF Kıskacında Türkiye, Dar Sokakta Siyaset, Fenerbahçe Cumhuriyeti, Savrulanlar kitapları ile anılarını derlediği Sussam Susulmaz Yazmasam Olmaz kitaplarını yazdı. Ayrıca, Komünist Enternasyonelde Faşizmin Tahlili başlığı ile yayımlanan Almancadan yaptığı bir çevirisi bulunmaktadır. Almanca ve İngilizce bilir.

Yazarın Diğer Yazıları

Anayasa, milli irade, hukuk artık hepsi “Gonzales!”

Ajanlık suçlamasının ucu açık, buna paralel, o yasanın bugünlerde getirilmesinin başka bir anlamı var: “Muhalif sesleri daha çok kesmek, toplumu daha çok baskı altına almak, daha çok korkutmaya çalışmak, daha da otoriterleşmek”

Apo istedi, DEM yapmadı, Erdoğan bir övgü hazinesi!..

Erdoğan Bahçeli’nin önerisini destekliyor, dolayısıyla Apo’nun önce DEM, sonra Kandil ile fiili diyaloğunu onaylıyor. Öyle ya, terörü sonlandırmaya katkı verecekse, Apo Kandil ile diyaloğa girmeden nasıl çözecek?..

Kandil önce Apo’yu mu dinler, yoksa Amerika’yı mı?

Apo gelecek, DEM Grubunda konuşacak, PKK’ya “silah bırak” diyecek, PKK ve YPG de silah bırakacak!.. Meclis’e gelip konuşması gibi, hiçbir politika ile örtüşmeyen öneri bir yana...

"
"