21 Ekim 2022

TELE 1'i karartmak = Kendi sonunun ilanı

İktidarda kalmak için son çare olduğunun itirafıdır

Bir yıl kadar önce, cuma saat 16.50, mesai saatinin bitimine dakikalar var.

"RTÜK'ten TELE 1'e tebligat geliyor:

'Ekran karartma başlıyor'.

"O tarihte TELE 1 ekranı pazar günü ister istemez karartılıyor."

Bu olay geçen yıl yaşanıyor.

RTÜK'ün bir yıl önce TELE 1'e karartma kararı, hafta tatilinin başlamasına dakikalar kala uygulanıyor.

Burada çok dikkat çekici bir nokta var. Olayın devamı açısından, hukuk açısından nazik bir nokta.

"Tebligat tam mesai saati bitimine denk getiriliyor ki, TELE 1 mahkemeye itiraz edemesin, çünkü mesai bitmiş, hafta sonu tatili başlamış, karartma ister istemez uygulamaya girmek zorunda."

Cezaya iptal

Ceza uygulanıyor, geçen yıl TELE 1 ekranı kararıyor.

Sonra ne oluyor?..

TELE 1 mahkemeye gidiyor, karartma cezasına itiraz ediyor ama, bu arada karartma başlamış ve bitmiş bile!...

Yine dikkat:

"Mahkeme TELE 1'in itirazını yerinde buluyor, RTÜK'ün kararını bozuyor. Bozuyor ama, tebligat hafta sonu mesai bitimine denk getirildiği için mahkemeye itiraz edilemediğinden dolayı, ceza uygulanmış bile!.."

Ceza uygulanıyor, bozma kararı arkadan geliyor.

Adam idam edilmiş ama, mahkeme sonradan idam kararını bozmuş gibi garip bir durum.

Henüz bitmedi, macera devam ediyor.

Bir yıldır Danıştay'da

RTÜK kararlı!.. Çünkü, iktidar kararlı!..

Mahkemenin bozma kararına RTÜK itiraz ediyor. Olay Danıştay'a gidiyor.

"Dava Danıştay'da, bir yıldır Danıştay'da, Danıştay henüz karar vermiş değil."

Mahkeme cezayı bozmuş ama, ceza yine uygulanmış, ama nihai olarak dava hala Danıştay'da bekliyor.

Macera geçen yıl başlıyor, hukuk süreci hala devam ediyor.

Aynı madde

TELE 1 için şimdi yeni bir ekran karartma kararı daha alıyor RTÜK.

Uygulamanın hangi aşamadan, ne zaman, nasıl geçeceği henüz belli değil. Yani, RTÜK biliyordur, planını yapmıştır da, kamu oyu henüz bilmiyor.

TİP milletvekili Sera Kadıgil'in TELE 1'in bir programında Diyanet ile ilgili söylediği bir cümlesinden haraketle, RTÜK üç gün ekran karartma cezası veriyor.

"Tam da, geçen yıl mahkemenin bozduğu RTÜK Yasasının aynı maddesinden dolayı."

Mahkeme bozduğu halde, RTÜK yeniden aynı maddeden ceza veriyor.

Neden?..

"Şubat'a kadar RTÜK aynı maddeye dayanarak, TELE 1'e yeniden ekran karartma cezası verirse, TELE 1'in lisansı iptal ediliyor, yayın hayatı sona eriyor."

Seçime giderken, AKP - MHP ortaklığı gerçeklerin söylenmesini istemiyor.

Bahane bol

Şimdi Sera Kadıgil'in o cümlesine dayanarak ekran karartma cezası veriyor.

O cümle olmasa, başka bir cümle, başka bir görüntü, başka bir habere dayanan bir gerekçe bulacağı kesin!.. Bahane bulmaktan kolay ne var!..

Neden?..

Yandaşların iflası

Çünkü...

"1-AKP'nin seçimi kaybedeceği artık kesin. Bir daha iktidar filan yok. Seçimde bitiyor bu iş.

2-Görsel ve yazılı medyanın çok büyük bölümü AKP'nin denetiminde olduğu halde, o yayınlara inananların sayısı her geçen gün azılıyor.

3-Gerçek ve doğru yayın yapan bir kaç TV kanalı ve bir kaç gazete çok daha inandırıcı, daha etkili ve çok daha fazla izleniyor."

AKP'nin derdi burada.

Ne var ki, o derdin çaresi yok!..

Çareyi ekran karartmakta, TV'leri kapatmak için adım atmakta buluyorlar.

Oysa, kararttıkça, kapatma adımı attıkça, daha çok kaybediyorlar.

Obezite ve ötesi

Ekranı bütünüyle karartma dışında, bir programı belli süreyle yayından kaldırma bir başka yöntem.

Örneğin, RTÜK Halk TV'de beş gün süreyle 'Sözüm Var' programını yayından kaldırıyor. O saatte Halk TV'yi açıyorum, bakıyorum saçma sapan yayınlar.

"Türkiye'nin Doğal Güzellikleri" ya da "Obezite" üzerine yayınlar. Bunu görüp "ne oluyor" diye bir an düşünenlerin gözü alt yazıya takılıyor, RTÜK'ün bilmem ne kararıyla yayın durdurma cezası!..

Ceza verdiklerini sanıyorlar, oysa bu cezalar çok daha fazla tepki topluyor, zaten burnundan soluyan halkın öfkesi iyice kabarıyor, seçimde hesaplaşmak üzere.

Her yola başvurmak

AKP - MHP ortaklığı sona geldiğinin farkında.

Sansür yasası da, ekran karartmak da, halkın haber almasını engellemek de, o telaşın sonucu.

Seçim yaklaştıkça, daha başka yollar da bulabilirler.

Nafile!..

Tarihe dönüp bakmasını bilmiyorlar.

Baksalar, ekran karartmaların, ilan kesmelerin, baskıların ve benzer uygulamaların tarihe nasıl geçtiğini görebilirler.

Gerçek şu:

"TELE 1'i karartmak aslında kendi sonunun geldiğini ilan etmektir. İktidarda kalmak için son çare olduğunun itirafıdır."

Bizim tarihimiz de, başka ülkelerin tarihi de, benzer örneklerle dolu.

* * *

İki istifa: Çelebi ve Fakıbaba

Mehmet Ali Çelebi...

CHP'den milletvekili seçiliyor, sonra istifa ediyor, Memleket Partisi'ne geçiyor.

Oradan da istifa ediyor, derken...

"AKP'ye geçiyor. Milletvekili olarak."

Dün çok farklı bir istifa haberiyle çalkalanıyor siyaset dünyası.

AKP'de bir ara Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı da yapmış olan Urfa milletvekili Ahmet Eşref Fakıbaba dün açıklıyor:

"Siyasi ahlak ve anlayışıma uygun olmayan bazı kişilerle bundan böyle beraber olmayacağım için mutluyum."

AKP'den istifasını duyurduğu sonraki cümlesi tam bir siyasi etik örneği:

"AK Parti üyeliğinden ve AK Parti için bana oy veren hemşehrilerime saygısızlık olmasın diye milletvekilliğinden de istifa ediyorum."

Bu açık duyuru sonrasında Sözcü Gazetesi'nden Aytunç Erkin'e konuşuyor:

"Milletvekilliğini bıraktım, AKP seçmenine saygısızlık yapmadım. Şimdi yoluma İYİ Parti'de devam edeceğim."

Bunca yıllık gazetecilik hayatımda partisinden istifa ederek, bir başka partiye geçen sayısız milletvekili biliyorum. Parti değiştiriyorlar ama, milletvekilliğinden istifa etmiyorlar.

Oysa, şimdi Fakıbaba...

"Böylesine onurlu bir istifayı ilk kez görüyorum. Partisinden istifa ediyor ancak, 'kendisine oy vermiş olan insanlara saygısızlık olmasın diye' milletvekilliğinden de istifa ediyor."

Siyasi ahlak işte bu!..

Kendisine oy verenleri kandırmamak işte bu!..

Helal olsun sana Fakıbaba!..

Ya Mehmet Ali Çelebi?.. Bu sana ders olur mu?..

Yalçın Doğan kimdir?

Yalçın Doğan, 1965 yılında Alman Lisesi’ni, 1969’da İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesini bitirdi.

Gazeteciliğe 1973 yılında Cumhuriyet’te ekonomi muhabiri olarak başladı. 1981 yılında Cumhuriyet Ankara Temsilciliğine atandı.

1989’da köşe yazarı olarak geçtiği Milliyet’te önce Yayın Koordinatörü, 1999’da Genel Yayın Yönetmeni görevlerini üstlendi. 2003’te Hürriyet Gazetesi’nde sürdürdüğü köşe yazarlığı 2015 yılında sona erdi. O tarihten bu yana T24’te köşe yazarlığına devam ediyor.

Türk Dil Kurumu, Sedat Simavi, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’in çeşitli ödülleri yanında, 2014’te yılın en iyi köşe yazarı, Halk TV’nin 'Kırılmayan Kalemler’ ödülünü kazanan gazeteciler arasında yer aldı.

Her biri özgün araştırma içeren IMF Kıskacında Türkiye, Dar Sokakta Siyaset, Fenerbahçe Cumhuriyeti, Savrulanlar kitapları ile anılarını derlediği Sussam Susulmaz Yazmasam Olmaz kitaplarını yazdı. Ayrıca, Komünist Enternasyonelde Faşizmin Tahlili başlığı ile yayımlanan Almanca’dan yaptığı bir çevirisi bulunmaktadır. Almanca ve İngilizce bilir.

Yazarın Diğer Yazıları

Osman, yarın yedi yıl bitiyor!..

Duruşmalar devam ederken tahliye talepleri sürekli geri çevriliyor, ya mahkeme heyeti değişiyor ya Gezi davasına bakan yargıçlardan biri AKP milletvekili aday adayı çıkıyor ya da... Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi “hak ihlali vardır, derhal tahliye edilmelidir” kararı vermesine rağmen, hem de iki kez, o karar Anayasa’ya aykırı olarak uygulanmıyor

Biz tanımıyoruz, onlar “daha sağlam demokrasi için” güçlendiriyor

Şu sıralarda Alman siyasetinde en çok şu söz duyuluyor: “Otoriter eğilimler önce anayasayı değiştirmeyi ve Anayasa Mahkemesi’ni zayıflatmayı hedef alıyor. Ardından devlet kurumları güçsüz kılınıyor"

Bahçeli DEM'e çiçek attı ama...

AKP ve MHP tarafından “terörist, bölücü” diye itilip kakılan DEM heyecanlanıyor, o heyecanla “Selahattin Demirtaş serbest kalsın, kayyım uygulaması sona ersin, tutuklu arkadaşlarımıza af çıksın” gibi liste hazırlayanlar bile var

"
"