Joachim Löw Alman milli takımını dünya şampiyonluğuna taşıyan teknik direktör. Maçlarda bazen elini pantolonunun cebine atıyor, bazen burnunu karıştırıyor, bazen bilmem ne.
Ya da Alman takımı halkın beklediği oyunu sergileyemiyor, beklediği sonucu alamıyor.
Yıldız futbolcuları hayal kırıklığı yaratıyor.
Pek çok Alman yorumcu ve yazarı Löw başta, takımı fena halde hırpalıyor, eleştiriyor.
Bu eleştirilere Löw ya da herhangi bir oyuncu kalkıp, ne kavgayla yanıt veriyor, ne el kol işaretleriyle hıncını çıkartmaya kalkıyor, ne de mahkemelere gidiyor.
Çünkü, adamlar sporcu ruhu taşıyor, eleştiriler sonrasında kendilerine dönüp, “acaba biz neden eleştiriliyoruz?” diye, kendilerini sorguluyor.
Del Bosque İspanya’yı iki kez Avrupa, bir kez dünya şampiyonu yapan teknik direktör. İspanya elbette son 16’ya kalıyor Fransa’da, ama Del Bosque “maç sırasında genellikle oturuyor, maça geç müdahale ediyor” diye eleştirilerin hedefinde.
İspanyol Halkı milli takımlarının bekleneni veremediği görüşünde, bunu TV’lerde ve gazetelerde ağır biçimde dile getiriyor.
Ne Del Bosque, ne de bir İspanyol futbolcu kalkıp, kendi ülkesinin insanları ile kavgaya girişiyor. Mahkemeye gitmek filan zaten söz konusu değil.
İsveç milli takımı oyuncusu İbrahimoviç İsveç’te en çok eleştirilen oyuncu, Avrupa Şampiyonasında beklenenin gerisinde bir performans sergiliyor, İsveç zaten son 16’ya kalamıyor.
Ronaldo Macaristan maçında iki gol atıp, Portekiz’i son 16’ya taşımakta önemli rol oynasa da, kendi ülkesinde eleştirilerden kurtulamıyor. Hatta, Portekiz Futbol Federasyonuna Ronaldo’ya ceza vermesi için çağrıda bulunuluyor.
Ne İbrahimoviç, ne Ronaldo kalkıp, “bunların hesabını sorarım, kimse merak etmesin” diye ahkam kesmiyor.
Kavgacı üslup
Bizim milli takımın aldığı başarısız sonuçlar elbette herkesin tepkisini çekiyor.
En çok para alan üç teknik direktörden biri Fatih Terim, Fransa’ya katıldığı için dünyanın primi verilen futbolcular ve sonuç ortada, son 16’ya kalamayan, elenen bir takım.
Turnuvanın en zayıf takımlarından Çekler karşısında 2-0 galip geldiğinde, nedir o Fatih Terim’in ve bazı futbolcuların hali?
Sanki dağları onlar yaratmış, kendilerini eleştirenlerden hınç alan ifadeler, garip bakışlar, hatta daha ötesi.
Kendi ülkesiyle kavga eden bir teknik direktör. Afra tafra, “var mı bana yan bakan” edası. Şişmiş bir ego.
Çok acı ama, üstü örtülemeyecek bir gerçek var. Bu ülkenin bir bölümü sırf Terim nedeniyle kendi milli takımının başarısını istemiyor. Çünkü, takımın başında kavgacı ve küfürbaz bir teknik direktör var. Bir tarihte bir spor yazarına, Osman Tamburacıya küfrettiği için asıl o zaman mahkemeye düşen bir teknik direktör.
Kavgacı biri. Bu haliyle birilerini andırıyor, bu haliyle, o birileri gibi, sürekli tepki topluyor.
Bu haliyle, milli takım oyuncularına da kötü örnek oluyor. Eleştiriler karşısında futbolcuları frenlemek yerine, sanki yangına körükle gidiyor.
Aldığı kötü sonuçlar ve aldığı 3.5 milyon Avro, tıpkı şiirdeki gibi, “hem dersini bilmiyor, hem de şişman herkesten.”
"Gerekeni yaparım"
Hırvatistan ve İspanya yenilgileri sonrasında çıktığı basın toplantısıda yine o çatık kaşlar, kavgacı üslup, hiç eksik olmayan sağa sola sataşma faslı ile birlikte şunu söylüyor:
“Gerekeni yaparım.”
Bu sözün iki anlamı var.
- Günah keçisi mi yok, oyuncu kadrosunda değişikliğe gider, kendine göre, “gerekeni yapmış” olur. Ve koltuğunu kurtarır. Herkes de, bunu yer!
- Ya da gerçekten “gerekeni yapar” ve çekilir. Herkes de, huzura kavuşur.
Federasyon aranıyor
Aslında bu ülke egosu şişmiş insanlar yetiştirmekte çok mahir.
Gazeteci soru sormaya çekiniyor. Çünkü, soracağı soruya alacağı ters yanıttan ürküyor. Ne ürküyorsun, sor, ters yanıt verirse, sen de altında kalma. Dünyada çok örneği var.
Yazarı-yorumcusu eleştirmeye çekiniyor, eleştirecek ama, bin dereden su getirerek. Neden, dokunulmazlığı mı var? Kendisini eleştiren tarih profesörüne bile yetişen, hiç ilgisi olmadığı halde, devlet televizyonuna kafa tutan birine haddini bildirmekte medya neden bu ölçüde ayak sürçüyor, anlamak güç. Sürçmekten de öte, her fırsatta övgüden geçilmiyor.
Ya Futbol Federasyonu? O üç maymunu oynuyor, duymuyor, görmüyor, konuşmuyor. Moda deyimle, “eyyy Futbol Federasyonu” hayatta mısın, in misin, cin misin, ne iş tutarsın? Olup bitenler bir başka alemde mi, yoksa senin ülkende mi? Senin yönetimin, senin sorumluluğun nerede?
Yakında duvarlara yazılacak, “Futbol Federasyonu aranıyor, bulup getirene şu kadar ödül…”
Diken üstünde
Bütün bu olaylara, Terim’in davranışlarına, sözlerine bakıldığında ortaya çıkan gerçek şu:
Aslında bu ülkede bir teknik direktör sorunu var. Milli takıma da, yansıyan bir sorun.
Siyasetteki kavgadan, kötü sözden, topluma sürekli ayar vermeye kalkanlardan bıkkınlık getirmiş bir ülke siyasetten kendisini spora ve en çok taraftar toplayan futbola attığında, bu kez karşısında yine kavgacı birini buluyor.
Futbol bu, takım yener de, yenilir de, olabilir. Yıllarca böyle oluyor, kimse kimseyle kavga etmiyor. 6-0’lık, 8-0’lık yenilgileri bile, sabırla karşılayan bir ülke burası.
Ama, Terim’le birlikte Türkiye kendi milli takımıyla, yense de, yenilse de, hep diken üstünde. Çünkü, yense “teknik direktörün” bir tür okları hazır, azarlayacağı listesi çoktan cepte, yenilse, bu kez başka türlü “oklar” yine hazır, liste ekiyle birlikte.
Ne bu be?