Amerikalı Rahip Bronson... Casusluk, PKK ve FETÖ'ye yardım iddialarıyla tutuklu olarak yargılanıyor, hakkında 35 yıl hapis isteniyor.
O hapiste iken...
ABD Başkanı Trump Ankara'ya telefon ediyor, Tayyip Erdoğan ile görüşüyor, birkaç gün sonra "tutuklu Rahip Bronson serbest bırakılıyor, yurt dışına çıkış yasağı kaldırılıyor".
Tahliye edildiği günün akşamı, Amerikalı görevlilerin eşliğinde havaalanına gidiyor, bir Amerikan askeri uçağı ile Amerika'ya dönüyor.
Ertesi gün Trump gazetecilere "Rahip Bronson'un serbest bırakılmasından dolayı, Erdoğan'ın kendisine verdiği sözde durduğunu" açıklıyor, Erdoğan'a teşekkür ediyor.
Alman Die Welt gazetesinin Türkiye temsilcisi Deniz Yücel... Terör propagandası suçlamasıyla tutuklanıyor. Hakkında on beş yıl hapis isteniyor.
O hapiste iken...
Almanya Başbakanı Merkel Ankara'ya telefon ediyor, Tayyip Erdoğan ile görüşüyor.
Ertesi gün Deniz Yücel tahliye ediliyor, yurt dışına çıkış yasağı kaldırılıyor. Aynı gün evine uğrayıp, eşyalarını topluyor, Alman görevliler eşliğinde havaalanına gidiyor, özel bir uçakla Almanya'ya dönüyor.
Yabancı ülke liderlerinin bir telefonu yetiyor!.. Kim tutuklu ise, hiç sekmiyor, ertesi gün o kişi serbest!..
Osman Kavala çağrısı
Amerika dün bir çağrıda bulunuyor.
Hakkında hiçbir hüküm bulunmayan, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin "derhal serbest bırakılmalı" kararına rağmen, bin günü aşkın tutuklu bulunan Osman Kavala için tahliye çağrısında bulunuyor:
"Osman Kavala hiçbir suçtan hüküm giymeden bin gününü hapiste geçirmiştir. Türkiye'den adalet ve hukukun üstünlüğüne olan bağlılığına uyması, Osman Kavala'yı serbest bırakması, davasının adil, şeffaf ve hızlı biçimde sonuçlandırılması için çağrıda bulunuyoruz."
Bin günü aşmasına rağmen, neden tutuklu kaldığı belli olmayan Osman Kavala için adalete ve hukukun üstünlüğüne uyulmasını hatırlatan bir çağrı.
Ama, ne oluyor?..
Dışişleri Bakanlığı üzerinden, "tek adam rejiminin" aklına aniden "hukuk devleti, hukukun bağımsızlığı" ilkesi geliyor. Çağrıya Dışişleri yanıt veriyor:
"ABD'nin Osman Kavala ile ilgili açıklaması hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmamaktadır."
Kargalar güler!.. Bu sözlere kendileri de inanmıyorlar ya...
Rahip Bronson ve Deniz Yücel'in serbest bırakılmasına dönük telefonlar "hukuk devleti ilkesiyle" bağdaşıyor!..
Ya da iktidarın hoşlanmadığı bir kararı veren yargıcın ya da savcının bir günde görevinden alınması, başka yerlere sürülmesi, bir mahkemede davanın akışına göre, yargıçların bir kaç kez değişmesi ya da iktidarın istediği kararı vermesi "hukuk devleti ilkesiyle" bağdaşıyor!..
Ama, Osman Kavala çağrısı bağdaşmıyor!..
Hangi "hukuk devleti?.." Dalga geçer gibi!.. Fizan'daki biri bile, Türkiye'deki hukukun ne olduğunu çoktan biliyor.
Kimseyi kandıramazsınız, siz hep "aldatılabilirsiniz" ama, artık kimseyi aldatamazsınız!..
* * *
Kabullenmiyorsunuz da, ne yapıyorsunuz?..
Sanki araya kopya kağıdı koymuşlar, hemen hemen aynı cümleler!.. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'den, AKP sözcüsü Ömer Çelik'ten, Cumhurbaşkanlığı sözcüsü İbrahim Kalın'dan...
Sınavda birbirinden kopya çeken öğrenciler gibi...
"Atatürk'e lanet okunmasını asla kabullenmeyiz...
Atatürk'e dil uzatmak söz konusu değildir...
Hilafet tartışması suni bir gündemdir, Türkiye'nin böyle bir gündemi yoktur...
Türkiye Cumhuriyeti demokratik, laik, sosyal bir hukuk devletidir...
Atatürk ortak değerimizdir..."
Taş Devri'nden kalma meczupların, uygun ortam bulduklarına inandıkları anda "Hilafet çağrıları" yapmaları...
Oturduğu koltuğun ağırlığını vermekten uzak, Ali Erbaş adındaki Diyanet İşleri Başkanı'nın Atatürk'e lanet okuması, eleştiriler karşısında o cümlelerin Diyanet'in Internet sitesinden kaldırılması...
Toplumun ezici çoğunluğunun "ee, yetti be artık" tepkisi karşısında iktidar sahipleri ortak bir dille ve telaşla "bunları kabullenmeyiz" diyorlar. O zaman:
- Hepiniz hala Ali Erbaş adındaki kişiyi neden koruyorsunuz?..
- Onu o koltukta hala neden tutuyorsunuz?..
- Ve de hilafet çağrısı yapan kendini bilmez meczuplar hakkında neden soruşturma açmıyorsunuz?..
II. Abdülhamit gafı
Bu arada Atatürk'ü kimseye bırakmayan ve fakat Ali Erbaş'a sahip çıkan Devlet Bahçeli olağanüstü tarihi bir gafa imza atıyor, açıklamasında aynen:
"II. Abdülhamit Han nasıl değerli ise, Atatürk de bir o kadar değerlidir."
Durup dururken ne alaka?..
II. Abdülhamit nasıl "değerli"?.. Devleti devlet yapan insanları sürgüne gönderen, zindanlarda boğduran, kendi ilan ettiği anayasayı önce kendisi askıya alan, temel hak ve özgürlükleri kökünden biçen, en koyu sansürü uygulayan, tam anlamıyla "korku ve istibdat" devri yaşatan II. Abdülhamit...
"Atatürk gibi değerli" imiş!.. Akıl alır gibi değil.
Kaldı ki, ayrıca...
II. Abdülhamit döneminde Osmanlılar bir milyon beş yüz bin kilometre kare toprak kaybediyor.
Atatürk 480 bin kilometre kare olarak aldığı ülkeyi 783 bin kilometre kareye getiriyor.
Bütün bunların üstüne ve hepsinden önemli olan...
II. Abdülhamit 600 yıllık imparatorluğu batıranların başında geliyor.
Atatürk hiç yoktan bir ulus yaratıyor, hiç yoktan bir devlet ve Cumhuriyet kuruyor.
İkisini karşılaştırmak bile, ikisinin adını yan yana yazmak bile bir facia.
Bahçeli'yi daha bilgili sanıyordum!..
Demek "siyasi ortaklık" böyle bir şey. İnsanı fena halde şaşırtıyor.