“Hiç aşağıdan almıyorlar”.
On ülkenin Ankara Büyükelçisi... “Osman Kavala’nın derhal serbest bırakılmasını” isteyen açıklama yapıyorlar ya...
Büyükelçiler Dışişleri Bakanlığı’na çağrılıyor ya...
Uyarılıyorlar ya...
Bizim Dışişleri aldığı emir gereği, on büyükelçiye “bu bizim içişimizdir, karışamazsınız” dediği anda, büyükelçilerin sözcüsü:
“Bu içişleri meselesi değildir. Uluslararası hukuk meselesidir. Ortada Osman Kavala ile ilgili Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) tahliye kararı var.
Kavala davası karara bağlanmış ve uluslararası hukukun konusu olmuştur.
Sizin Anayasanızda uluslararası hukuka, dolayısıyla AİHM kararlarına uyulmasını gerektiğini belirten maddeler var. Biz bu çağrı ile size hukuka ve Anayasanıza uyulması gerektiğini hatırlatıyoruz”.
“Biz” derken, temsil ettikleri devletlerin ortak görüşü olduğunu dile getirmiş oluyorlar.
İrtemçelik örneği
Şimdi biraz geriye gidiyoruz.
Şubat 2008... Almanya’da Ludwigshafen kentinde Türklerin yaşadığı mahallede yangın...
“Beşi çocuk, dokuz kişi hayatını kaybediyor”.
Tipik Neonazi cinayeti.
Eyalet Başbakanı yangınla ilgili açıklama yapıyor:
“Her türlü ihtimal üzerinde durulmaktadır, kundaklama hariç!..”
O sırada Türkiye’nin Berlin Büyükelçisi Mehmet Ali İrtemçelik. DSP - ANAP - MHP koalisyonu döneminde İnsan Haklarından Sorumlu olan Devlet Bakanı İrtemçelik.
Eyalet Başbakanı’nın “kundaklama hariç” sözü üzerine, temsil ettiği ülkenin yurttaşlarının bir yangında hayatlarını kaybetmiş olmasını vurgularken İrtemçelik “Büyükelçi sıfatıyla” karşılık veriyor:
“Her ihtimal üzerinde durulduğuna göre, kundaklama da bir ihtimaldir, onun da araştırılması gerekir”.
Alman medyasında yayınlanan bu demeçten sonra, Alman İçişleri Bakanı Schaeuble devreye giriyor:
“Türk Büyükelçisi haddini aşmaktadır, bizim içişlerimize karışmaktadır”.
İrtemçelik’in yanıtı hazır:
“İçişleri Bakanı’nın görevi büyükelçileri terbiye etmek değil, Almanya’da yaşayan insanların can güvenliğini sağlamaktır”.
Alman tarafı bu yanıttan sonra susuyor, kısa süre sonra ortaya ne çıkıyor?
“Dokuz Türk’ün hayatını kaybettiği yangının kundaklama olduğu saptanıyor”.
Yani, cinayet!..
On büyükelçinin Kavala açıklaması
Geçmişte kalan bu örneği hatırlamamın nedeni, on büyükelçinin Ankara’da Osman Kavala’nın tutukluluğunun devam etmesine ilişkin yaptıkları açıklama ile “içişlerine karışmazsın” tartışması.
On ülkenin büyükelçisi o açıklamada:
“Dört yıldır tutuklu bulunan Osman Kavala’nın yargı kararlarına rağmen, hapiste yatmasını eleştiriyor ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararının uygulanmasını istiyor”.
On ülkenin büyükelçisi hukuka aykırı tespit sonrasında:
“Bu durum Türk yargı sisteminde demokrasiye saygıyı, hukuk devleti ve şeffaflık ilkelerini gölgelemektedir” diyerek, Kavala’nın “derhal serbest bırakılması çağrısında” bulunuyor.
Dışişleri Bakanlığı on büyükelçiyi Bakanlığa çağırarak, “bu bizim içişimizdir, bizde yargı bağımsızdır” masalını her zaman olduğu gibi tekrarlıyor ve “siz karışamazsınız, açıklama yapamazsınız” diyor.
İrtemçelik örneğinde olduğu gibi, buz gibi açıklama yaparlar, orada İçişleri Bakanının görevi nasıl hatırlatılıyorsa, burada da “hukukun üstünlüğünün hatırlatılmasıdır, içişlerine karışmak değil”.
AKP sözcülerinin, ilgili bakanların ve yandaş medyanın çığırtkanlığı boşuna!..
Ortaklaşa kaleme alınmış
O metnin perde arkası, öğrendiğim kadarıyla şöyle.
Açıklamayı yapan Ankara’daki “Amerika, Kanada, Yeni Zelanda, Almanya, Hollanda, Danimarka, Fransa, İsveç, Norveç, Finlandiya büyükelçileri”.
Onlar açıklamayı ortaklaşa kaleme alıyor.
Ayrıca...
“Hepsi de, kendi ülkelerinin Dışişleri Bakanlığından aldıkları talimatla açıklama yapıyor.
Yani, o açıklama büyükelçilerin kendilerinin değil, temsil ettikleri devletlerin görüşü.
Açıklamadan o ülkelerin Dışişleri Bakanları, Başbakan ya da Devlet Başkanlarının onayı var”.
On büyükelçi kendiliğinden bir araya gelmiş, “haydi şöyle bir açıklama yapalım” demiş değil.
Zamanlama
Hiç biri birbirinden bağımsız değil, tesadüf değil. Hepsi, zincirleme uyarı ve hatta artık:
“Türkiye’de demokrasi, insan hakları, yargı bağımsızlığının çökmüş olması karşısında ihtar niteliğinde”.
On büyükelçinin açıklaması 18 Ekim pazartesi günü, 19 Ekim günü, bir gün sonra bu kez Avrupa Birliği (AB) Komisyonu Türkiye raporunu açıklıyor. O raporun 19 Ekim’de açıklanacağını bilen büyükelçiler kendi ülkelerinin görüşünü bir gün önce dile getiriyor.
“Onların açıklamasıyla AB’nin Raporu birbiriyle örtüşüyor”.
Büyükelçiler nasıl ki, yargı kararlarına uyulmasını istiyorlarsa, AB Raporunda da yargının bağımsız olmadığı, denge ve denetleme sisteminin dışlandığı, Meclis’in görevini yerine getiremediği, yolsuzluklarla mücadele edilmediği, demokrasinin gerilediği, medyanın büyük ölçüde ele geçirildiği tekrar tekrar vurgulanıyor.
Türkiye ise, son dört yılda olduğu gibi, otomatiğe bağlamış, Batı’dan gelen her uyarıyı “bizim içişimizdir, karışamazsınız ya da hükümsüzdür” diyerek, geri çeviriyor. Her geri çevirme demokrasiden biraz daha uzaklaşmanın kaydını oluşturuyor.
Birkaç Afrika ülkesi
Amerika’dan Yeni Zelanda’ya kadar ve elbette Avrupa’nın önde gelen ülkeleri, ek olarak AB bir bütün olarak Türkiye’yi böyle görüyor, bunu açıkça ilan ediyor.
Tayyip Erdoğan ne yapsın?..
“Çok istediği halde, Batı ülkelerine gidemediği için demokrasiden uzak, Devlet Başkanlığı sistemiyle yönetilen, hatta Togo gibi elli bir yıldır aynı ailenin yönettiği birkaç Afrika ülkesine gidebiliyor artık”.
Türkiye AKP yönetiminde her anlamda bir ligden bir alt lige düşüyor. Şakşakçıları eşliğinde.