Altı gün önce, 21 Ekim perşembe, New York’ta Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu...
Fransa’nın BM’deki büyükelçisi bir bildiri okuyor:
“Çin Hükûmetini, Sincan Bölgesinde Uygur Türklerine uyguladığı işkenceye, aşağılayıcı davranışlara, keyfi gözaltılara, şiddete ve insan hakları ihlallerine son vermeye, hukukun üstünlüğüne saygı duymaya çağırıyoruz”.
Bu bildiriyi 43 ülke imzalıyor.
43 ülke arasında bir de, hangi ülke var?..
“Türkiye!..”
Çin’i ‘hukukun üstünlüğüne uymaya’ çağıran bildiriye Türkiye de, imza atıyor.
İçişlerine karışmak
Bu bildiriyi okuyunca, aklıma Türkiye’de kıyamet kopartan, Batı ile ilişkileri kopma noktasına getiren “on büyükelçinin açıklaması” geliyor.
On büyükelçi ya da on ülke Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin tahliye kararına rağmen, Osman Kavala’nın hapiste yatmasını hatırlatıyor, bu durumun “Türkiye’de hukukun üstünlüğüne gölge düşürdüğünü” belirterek, Kavala’nın serbest bırakılmasını istiyor.
Çin’i eleştiren bildiriye attığı imzaya bakılırsa, Türkiye “hukukun üstünlüğü” ilkesine duyarlı.
“Demek ki, hukukun üstünlüğü konusunda bir ülkeyi uyarmak, o ülkenin içişlerine karışmak değil!..”
Öyle bir bildiri ‘içişlerine karışmak değil’ ise:
‘On büyükelçi bizim içişlerimize karışıyor, terbiyesizler’ diye, neden kıyamet kopartıyorsunuz?..
Öyle bir bildiri ‘içişlerine karışmak’ ise:
Çin ile ilgili bildiriye neden imza atıyorsunuz?..
Tepki hep aynı
BM’deki bildiriye Çin Devlet Başkanı tepki göstermiyor, onun yerine BM’deki Çin Büyükelçisi:
“Bunlar yalandır ve Çin’e zarar verme planıdır. Bu bildiri ile siz kendi korkunç insan hakları sicilinizi örtmeye çalışıyorsunuz ama bu bir işe yaramayacak”.
Çok tanıdık sözler, “dış güçler bizim sevmiyor” masalı.
Oysa, Çin’de Uygur Türkleri buz gibi işkenceye maruz kalıyor, insan hakları ihlallerine uğruyor.
Buna elbette seyirci kalınmaz, sadece Türk oldukları için değil, insan oldukları için.
Çünkü:
“Hukukun üstünlüğü ve insan hakları evrenseldir.
Her ülkenin uyması gereken vazgeçilmez kurallardır.
Kim çiğnerse, uyarılır.
Bunun istisnası yoktur”.
Suriye, Libya, Filistin
“Başkalarınını içişlerine karışmak....”
Ohoooo, bu konuda son yıllarda biz engin deneylere sahibiz!..
Örneğin, Suriye’ye...
Tayyip Erdoğan’ın gözünde bir zamanlar “kardeşim Esad”, ülkesinde insan haklarını çiğnemeye başladığında, “katil Esed” oluyor.
Her fırsatta Suriye Halkı’na sevgilerini yollayan Erdoğan, Esad’a karşı savaşa girişen “muhalif gruplarla” bir araya geliyor, onları Ankara’da ağırlıyor, onlara yardım ediyor.
Ama, bunun adı “içişlerine karışmak değil, dış politika” oluyor.
Ya da Libya’da çıkan iç savaşta...
Türkiye Libya’da birbiriyle çatışan gruplar arasında Ulusal Mutabakat Hükûmeti’ni destekliyor, onlara yardım ediyor, onları Ankara’da ağırlıyor.
Bunun da adı, “içişlerine karışmak değil, dış politika” oluyor.
Ya da Filistin sorununda, İsrail’i “insan hakları ihlalleriyle” suçluyor, evet doğru.
Onun da, adı “dış politika” oluyor.
Aynı başlık
Oysa, bütün bu bildirilerin, uyarıların ve bir anlamda dış politika tercihlerinin altında aynı başlık yatıyor:
“Hukukun üstünlüğü, insan hakları ihlalleri”.
Çin’den Suriye’ye, Filistin’den Osman Kavala’ya kadar, hepsinde evrensel sorun var:
“Hukukun üstünlüğünü hiçe saymak, keyfi davranmak”.
Kim geri adım attı
“On büyükelçi” krizi şimdilik aşılmış gibi görünüyor.
Yandaş medya davul çalıyor, Kavala ile ilgili bildiride imzası bulunan ülkeler “özür dilediler, geri adım attılar” diye.
Öyle olmadığı, Amerika’nın gece yarısı attığı tweetle netleşiyor.
Yandaş medya krizi nasıl haklı çıkarmaya çabaladı ise, Erdoğan’ın atmak zorunda kaldığı geri adımı da, benzer biçimde o ülkelerin üstüne yıkmaya çalışıyor.
Sorun çözülmedi
Bütün bu gürültü içinde, temel sorun hâlâ yerinde duruyor.
“Osman Kavala hala hapiste, AİHM kararı hala uygulanmıyor, hukukun üstünlüğü hala çiğneniyor ve Erdoğan hafta sonunda yaptığı konuşma ile Kavala’yı suçlamaya devam ediyor”.