Bankada memur olarak çalışıyor. Bir sabah henüz uyurken, kapı çalıyor. Polisler kapıda, ev sıkı bir aramadan geçiyor, ardından onu götürüyorlar ve hemen tutuklanıyor.
Tutuklayan kişiler, üniforma giymiyor. Polis mi? Galiba, olmayabilir de.
Normal olmayan işler dönüyor sanki.
Tutuklayanların şefi, muhtemelen polis şefi, olmayabilir de, ona neden tutuklandığını söylemiyor.
Tutuklanıyor, ancak neden tutuklandığını bilmiyor.
Tutuklayanların şefi ona “Bu normal tutuklama değil, farklı, ancak nedenini açıklamaya yetkili değilim."
Josef K. merak ve kaygı içinde, tutuklanıyor ama, neden tutuklandığını ne kendisi biliyor, ne de onu tutuklayan şef. “Açıklamaya yetkili değilim” dediğine aldırmayın siz, sadece tutuklama emri almış, o kadar.
Josef K. kendi kendine son günlerini, son haftalarını ve hatta son aylarını gözden geçiriyor, “Yasalara aykırı ne yapmış olabilirim?” diye düşünüyor. Bir şey bulamıyor.
Uzun süre sonra
Josef K. düşüne dursun, şef devam ediyor:
“Konu çok karmaşık, öyle kısa sürede anlatmak mümkün değil, zaten anlatsam bile, bir yarar sağlayacağını pek sanmıyorum.”
K. bin türlü soru içinde neden tutuklandığını bir türlü öğrenemiyor, öğrenmek bir yana, anlayamıyor. Anlamak bir yana, hiç bir yere konduramıyor. Tam bir muamma.
Suçunu bilmiyor ama, tutuklu.
Sürekli geriye dönüyor, hangi gün, nerede, ne yaptığını hatırlamaya çalışıyor, yok, yok, yok, suç bir yana, bir falsosu bile yok.
Uzun bir süre bekliyor, bekle ki, hakkında iddianame yazılsın. Nihayet günün birinde yazılıyor ve yargı önüne çıkıyor.
Mahkeme bir dairede
Çıkartıldığı mahkeme öyle bilinen bir mahkeme değil.
Kentin bir banliyösünde bir apartman dairesinde kurulmuş, garip bir mahkeme.
Bir apartman dairesinde, daire tıklım tıklım dolu, insanlar merak içinde doluşmuş, yargılamayı izliyor.
Öyle böyle değil, bu “dava” topluma örnek olsun, türünden, sesini çıkartanın yandığı bir mahkeme. Ancak, Josef K. sesini bile çıkartan biri değil. Yine de, yargılanıyor.
Sonunda savcı iddianameyi okuyor, “bir not defterinden” okuduğu iddianame baştan sona gerçekle en küçük ilişkisi olmayan, hayali iddialarla dolu.
Ya “kanıt”? Öyle bir şey yok.
Zaten şart da, değil.
Polis devleti
Josef K.’nın hayatı altüst olmuş durumda. Ne suçunu biliyor, ne iddianamede kanıt var, ne de bu koşullarda kendisini nasıl savunacağını biliyor. “Suçsuzum, zaten suçumun ne olduğunu bilmiyorum” demenin dışında.
Yargıcın masası kitaplarla dolu. Bir ara o masanın üstündeki kitaplara takılıyor aklı. Bir fırsat bulup, kitaplara bakıyor.
Bir de, ne görsün?
O kitaplara dayanarak, suçsuz insanlar mahkûm ediliyor.
Ne ile suçlandıkları belli olmayan insanlar.
Buna rağmen, “dava üstüne dava.”
Suçunu bilmediği halde tutuklanan, tutuklandığı halde, haklarında bir türlü iddianame yazılmayan, ama sonuçta mutlaka suç yaratılan bir durum.
Otorite sağlamak adına, sayısız dava.
Huzurunuzda, tam bir “polis devleti.”
Franz Kafka
Yazılı olmayan kurallar, içeriği belli olmayan “davalar”, yine de hapse atılmış binlerce insan.
Ürkmüş, korkmuş bir toplum, ertesi sabah kimin kapısının çalınacağı belli değil.
Bütün haşmetiyle, polis devleti.
Kendi iradesi dışında olayları denetlemesi mümkün olmayan, bir çıkış yolu bulabilmek için çırpınan, alıştıkları özgürlükleri arayan insanlar.
Ve o devletin devasa bürokratik çarkında kaybolan hayatlar, tıpkı Josef K. gibi.
Geçen yüzyılın en önemli yazarlarından Çek asıllı, aynı zamanda Avusturya-Macaristan yurttaşı Franz Kafka’nın dünya klasikleri arasına girmiş ünlü romanı “Dava.”
Burada anlattığım, pek çok insanın bildiği o ünlü romanın kaba bir özeti.
Pek çok yerde var
“Dava” 1925 yılında yayınlanıyor, doksan iki yıl önce.
Aslında ortada hukuk kapsamında bir “dava” filan yok ama, bununla beraber ortada “binlerce dava” var.
Doksan iki yıl boyunca pek çok ülkede görüldüğü ve tarifsiz acılarlarla yaşandığı gibi.
Benzeri olaylar pek çok ülkede yaşandığı için kitap dünya klasikleri arasında.
Ben de, onun için buraya yeniden aktarıyorum.
Siz ne sandınız?
Kitapta anlatılanlar sürpriz değil, her zaman her ülkede yaşanabilir.
Baştan sona, ne de olsa, “dava.”
Daha çok “dava” var.