Elinden düşürmediği bastonu üzerindeki “Demokrat Parti” amblemi, hem Cumhurbaşkanı olarak o bastonu taşıyan Celal Bayar’a, hem de kendi elleriyle kurduğu Demokrat Parti’ye büyük siyasi zararlar veriyor. “Partili Cumhurbaşkanı” imajı.
Celal Bayar her ne kadar “partili Cumhurbaşkanı” olarak Çankaya’da oturmuş olsa bile, Türkiye’yi 1950-60 arasında, Adnan Menderes gibi güçlü bir Başbakan yönetiyor. Asıl önemli olan, “tek adam rejimi” değil.
Anayasal olarak, AKP başkanlık modelini Meclis’ten geçiremeyeceğini görüyor ve (B) planını uygulamak istiyor, “partili Cumhurbaşkanı.” Uygulamada aslında ikisi de aynı kapıya çıkıyor.
Türkiye’de otoriter rejime kapı açan bir sistem, anayasal açıdan ve fiilen Türkiye’yi tam bir çıkmaza sürükleyecek bir model.
“Partili Cumhurbaşkanı” modeli öyle bir facia ki:
- Demokrasinin olmazsa olmaz koşulu olan, denetleme ve denge (check and balance) sistemini ortadan kaldırıyor.
Yani şu: Parlamenter demokrasi kuvvetler ayrılığına dayanıyor. Yasama, yürütme ve yargı birbirinden bağımsız ama, bu üç kuvvet arasında birbirini denetleyen mekanizmalar var. Denetlemeler rejimin demokrasiden sapmasını önlüyor, kuvvetler arasında dengeyi sağlıyor. Partili Cumhurbaşkanı modelinde ne denge var, ne birbirini denetleme.
Çünkü:
- Partili Cumhurbaşkanı tam yetkili ama, sorumsuz. Denetim dışı.
Yani şu: Partisi Meclis’te çoğunluğa sahip olduğundan, Cumhurbaşkanı partisi eliyle Meclis’e bütünüyle hakim oluyor. Cumhurbaşkanı yürütmenin başı, ama Meclis onu denetleyemiyor, ama o elindeki yetkiyle istediği gibi at oynatıyor. Kısaca, astığı astık, kestiği kestik, kimse hesap soramıyor. Savaş kararı verse, kimse önleyemiyor ve sorgulayamıyor. Ne denge kalmış, ne denetleme. Yargı zaten kenara sıkışmış, kılını kıpırdatamıyor. Ortaya şu denklem çıkıyor:
Partili Cumhurbaşkanı = Fiili diktatörlük.
İbretiklik dayanışma
AKP “partili Cumhurbaşkanı” formülünü içeren anayasa değişikliğini Haziran başında Meclis’e getireceğini söylüyor.
Şu tesadüfe bakın.
O açıklamanını üstünden 24 saat geçmeden Yargıtay MHP olağanüstü kongre kararını incelediğini ama, kararını mayıs ayı içinde vereceğini açıklıyor.
Zamanlama müthiş.
MHP kongresi yapılmadan, MHP’de yönetim değişmeden önce ve bugünkü MHP yönetiminin eşsiz katkısıyla, Meclis’ten partili Cumhurbaşkanı modelini kaçırmak.
Artık zarlar o kadar açıktan atılıyor ki, Tayyip Erdoğan ile Devlet Bahçeli’nin kaderleri birbirine bağlı.
Bahçeli MHP’nin başında kalacak, Erdoğan partili Cumhurbaşkanı olacak.
Ya da Bahçeli MHP’nin başından gidecek, Erdoğan partili Cumhurbaşkanı olamayacak.
Bir iktidar partisi ile bir muhalefet partisinin demokrasilerde eşi görülmeyen ibretlik dayanışması, 32 kısım tekmili birden bu ülkede, herkesin gözü önünde.
Ve de baskı altında bulunduğu ayyuka çıkan Yargıtay’ın rötarıyla.
Ve de bu inanılmaz al takke ver külah vaziyetini kenardan izleyen MHP milletvekillerinin sessizliği ile.
İki baskı arasında Yargıtay
MHP olağanüstü kurultayı AKP için bir kabus. Bahçeli’nin kabusu gibi. Olağanüstü kurultayda Bahçeli’nin Genel Başkanlığı kaybedeceği gün gibi ortada.
AKP için de, iktidarda sonun başlangıcı. O nedenle, ikisi de, kurultayın toplanmasını önlemek için canlarını dişlerine takmış durumda.
Ya Yargıtay?
Baskı altında bunalıyor. Bir yandan siyasi baskı, ama bir yandan da, hukuk baskısı. Siyasi baskı zaten malum, ilginç boyut hukuki baskı. Şöyle bir önemli hukuki ayrıntı var.
MHP’de olağanüstü kurultay isteyenler, MHP örgütünün yeterli çoğunluğu, 541 imza. Buna rağmen, eğer Yargıtay yine de “kurultay yok” kararı verir ise:
Bundan sonra hiç bir siyasal parti ya da dernek kendi üyeleri içinden çıkan çoğunluğun isteğine rağmen, olağanüstü kurultay toplayamayacak. Ne partiler, ne dernekler. Çünkü, ortada Yargıtay’ın örnek kararı olacak. Partiler ve dernekler yasası, daha geniş anlamda sivil toplum kilitlenecek.
Hukuk ve siyaset bu ölçüde iç içe geçerse, olacağı bu.
Buna hele de bir de, partili Cumhurbaşkanı şırınga edilirse, denetimsiz ve dengesiz bir rejimin nereye gideceği belli:
Büyük bir kriz, nerede, nasıl duracağı bilinmeyen karanlık bir macera.
Parti-devlet-rejim, hepsi iç içe, sorumsuz ve denetimsiz. Dünyada böyle bir sistem yok.
O açıdan Yargıtay kurultay için bir an önce karar vermeli.
Aklıma geçen yüzyılın ünlü filozoflarından Heidegger’in “Varlık ve Zaman” (Sein und Zeit) kavramı geliyor.
O teoriye göre, var olmanın kaderini zaman belirliyor.
Yargıtay Türkiye’nin ve kendisinin varlığını, var olmasının kaderini zamana bırakarak hataya düşüyor. Öyle bir zaman gelebilir ki, kendisinin varlığı da, özgül ağırlığını artık çoktan yitirmiş olur.
“Varlık ve Zaman”, günümüzde çok iyi bilinmesi gereken bir teori.