Hiç bir şey yeni değil.
Bugün Trump’ın yediği naneyi otuz altı yıl önce Carter, ardından Reagan da yemeği düşünüyor. “Kudüs’ü İsrail’in başkenti ilan etmek” hikâyesi.
Aslında hikâye epey eskiye dayanıyor.
4 Ağustos 1980’de İsrail bir karar veriyor:
“Doğu Kudüs’ü başkent ilan edeceğini” dünyaya resmen duyuruyor.
O sırada Türkiye’de Adalet Partisi azınlık hükümeti var, Başbakan Süleyman Demirel, Dışişleri Bakanı Hayrettin Erkmen.
Konu Bakanlar Kurulu’nda görüşülüyor ve Erkmen bir açıklama yapıyor. Tıpkı bugünkü açıklamalar gibi.
Hiç bir şey yeni değil.
Açıklama şöyle:
“Kudüs’ün milletlerarası bir statüsü vardır. Kudüs üzerinde üç dinin mukaddes bir anlayışı, bir kutsi davranışı vardır. Bunu bir devlete mal ederek, o inançta olan insanları rencide etmek kimseye yarara sağlamaz.
Biz bunu kabul etmeyiz”.
Tıpkı, Tayyip Erdoğan’ın dile getirdiği “Bu bizim kırmızı çizgimizdir” sözü gibi.
Hiç bir şey yeni değil.
İlişkiler ikinci katip düzeyinde
Demirel hükümetinin bu sözleri kağıt üzerinde kalmıyor ancak, o hükümetin verdiği kararı uygulamak askeri yönetime kalıyor.
12 Eylül 1980’de askeri darbe var.
20 Aralık 1980’de Türkiye İsrail ile diplomatik ilişkilerini donduruyor, büyükelçimizi geri çekerek ve ilişkileri ikinci katip düzeyine indiriyor.
Sırf İsrail Kudüs’ü başkent ilan edeceğini duyurduğu gerekçesiyle.
Bu kararını 26 Kasım’da İsrail’e bildiriyor ve İsrail’in bütün diplomatlarını üç ay içinde geri çekmesini istiyor.
Golda Meir’a kadar uzanıyor
Hiç bir şey yeni değil.
İsrail’in Kudüs sevdası en baştan beri var, yani 1947’de İsrail Devleti ilan edildiğinden beri. O sevda yıllar içinde zaman zaman farklı biçimde depreşiyor, en azından bir işaret olarak.
1969’da İsrail askerleri Kudüs’te Müslümanların kutsal merkezlerinden Mescid-i Aksa’da büyük bir yangın çıkartıyor. O sırada İsrail Başbakanı olan Golda Meir şunu söylüyor:
“O gece sabaha kadar korkudan uyuyamadım. Sandım ki, Müslümanlar dört bir taraftan İsrail’e girecek. Lakin sabah oldu ve korkulan olmadı. İşte, o zaman idrak ettim ki, biz dilediğimizi yapabiliriz. Zira bu ümmet uyuyan bir ümmettir”.
Ancak, kısa sürede pek de uyumadıkları anlaşılıyor.
Taif Zirvesi
Hiç bir şey yeni değil.
Nasıl ki, bugün Erdoğan gelecek hafta İstanbul’da İslam İşbirliği Teşkilatı’nı toplantıya çağırıyor, İsrail’in 1980 yılında Kudüs’ü başkent ilan edeceğini duyurması üzerine, Türkiye o zaman da harekete geçiyor.
Tıpkı bugün gibi.
Suudi Arabistan’da Taif kentinde İslam Zirvesi’nin toplanmasına önayak oluyor. Dışişleri Bakanı İlter Türkmen.
28 Ocak 1981’de askeri yönetimin Başbakanı Bülent Ulusu Taif’e gidiyor.
O zirvede Bülent Ulusu söz alıyor:
“Türkler Kudüs’ün mukaddes yerlerinin muhafızlığını asırlarca yürütmüş, Kudüs’ün İslam karakterini ve Filistin Halkının haklarını özenle korumuştur”.
Tıpkı bugünkü sözler gibi.
Ha Reagan, ha Trump
Hiç bir şey yeni değil.
Taif İslam Zirvesi’ne, Başkanlık görevine bir hafta önce başlamış olan Reagan bir mesaj gönderiyor. Mesajında İslam dünyasını “biraz düşünmeye” çağırıyor ve o mesaj zirvede büyük tepki topluyor.
Reagan, tıpkı bugün Trump’ın yaptığı gibi, Kudüs’ün başkent ilan edilmesine destek veriyor.
Ancak, devreye Birleşmiş Milletler giriyor.
İslam Zirvesi Birleşmiş Milletler’e başvuruyor, bir yandan İsrail’in üyeliğinin dondurulmasını isterken, diğer yandan Kudüs kararının kaldırılmasını talep ediyor.
Ve bu talep o tarihte Birleşmiş Milletler tarafından kabul ediliyor, Amerika’ya rağmen.
“Dünya ayakta”
Dün gazetelerin manşetlerine bakıyorum, hepsinde Trump’ın Kudüs’ün başkent ilan edilmesine verdiği destek haklı olarak ağır tepki çekmiş vaziyette ve hemen hemen aynı sözlerle, “dünya ayakta”.
Hiç bir şey yeni değil. Tam otuz yedi yıl önceki gibi.
Amerika’nın desteği, İsrail’in tutumu, Türkiye’nin tepkisi, İslam ülkelerinin bir araya gelecek olması, tarihin tıpatıp tekrarı.
O zaman ne Amerika, ne İsrail başarılı olabiliyor, şimdi de başarılı olması çok uzak ihtimal.
“Kudüs ey Kudüs”
Kudüs gerçekten efsanevi bir kent.
İki Amerikalı gazeteci Dominique Lapierre ile Larry Collins’in yazdığı Kudüs’ün tarihi, orijinal adıyla “O Jerusalem”, Türkçe çevirisiyle “Kudüs Ey Kudüs” muhteşem bir kitap. Kudüs’ü her yönüyle anlatıyor ve de asıl insan ilişkileriyle, bin türlü olayı ile.
Ben Kudüs’e dört kez gittim. Ve her sefer aynı duygu, öyle sihirli bir kent ki, sanki orada taş yaşıyor, her yerden efsanevi bir ruh fışkırıyor.
Üç dinin orada yeşermiş olması kentte kutsallığı dokuyor.
İnsan İsrail’de iken, dönüp dönüp Kudüs’e bir kez daha gitmek, o mabetlerde bir kez daha dolaşmak istiyor.
Müslümanlar için Mescid-i Aksa, Hıristiyanlar için İsa’nın çarmıha gerilip dolaştırıldığı “yedi istasyon”, Museviler için “Ağlama Duvarı”.
Orası bu nedenlerle Birleşmiş Milletler’in belirlediği hukuki statü gereği, tarafsız bir kent ve öyle kalmalı.
Trump dünyayı allak bullak eden kararlarına bir yenisini ekliyor. Birleşmiş Milletler kararlarını hiçe sayarak.
Üstelik, tarihi hiç bilmeden.