30 Mayıs 2019, çalınan çanlarla, anlı şanlı toplantılarla Adalet Bakanı Abdülhamit Gül boyu gibi, büyük sözlerle "Yargı Reformu Stratejisi"ni açıklıyor:
- İnsan hakları eylem planı
- Tutukluluk halinin temel hak ve özgürlüklere göre yeniden düzenlenmesi, yani tutukluluk halinin istisna olması, yargılamanın tutuksuz yapılması
gibi, son yıllarda adaleti ve hak aramayı en çok zedeleyen uygulamaların düzeltilmesini öngören bir strateji. Hak ihlallerinin ortadan kaldırılmasını hedefleyen bir "reform".
Aman, ne güzel!
17 Ekim 2019, "yargı reformu" çerçevesinde kabul edilen ilk yasa Resmi Gazete'de yayımlanıyor. Temel hak ve özgürlükler ile doğrudan tutuklama haline ilişkin verilen sözlerle bağlantılı iyileştirme olmasa bile, ufak tefek düzenlemeler yapılıyor.
9 Aralık 2019’da İstanbul’da Avrupa Konseyi temsilcileriyle "İnsan Hakları Eylem Planı" ele alınıyor, tutukluluk halinde iyileştirmelerle ilgili Avrupalı yargıçlarla anlaşmaya varılıyor.
Ertesi gün, 10 Aralık’ta Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Osman Kavala davasında hak ihlali olduğunu belirleyerek, "bu siyasi tutuklamadır " diyerek, derhal serbest bırakılmasına karar veriyor.
Avrupalılarla varılan anlaşma ve iyileştirme sözünün hemen ertesi günü, "yargı reformu" çerçevesinde.
Mahkeme tercümeyi bekliyor
AİHM’in "derhal serbest bırakılmalıdır" kararından dört gün sonra, 14 Aralık’ta Osman Kavala yeniden mahkeme karşısında.
Mahkeme garip bir kararla, "AİHM kararının tercümesi bize gelmedi, Adalet Bakanlığı göndermedi" diyerek, Kavala’nın tahliye talebini reddediyor.
Oysa, Adalet Bakanı "gönderdik" diyor, ardından da etliye sütlüye karışmadan "gerisi yerel mahkemeye kalmıştır" diyor. Mahkemeye etki yapmayan, tarafsız, tarafsız, tarafsız bir Bakan!
Bakan Gül Anayasa'nın 90. maddesini görmezden geliyor, Türkiye’nin de imzası bulunan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine göre, uluslararası yasaların iç hukukta geçerli olduğuna ve onlara uyulması gerektiğine ilişkin maddesini. Ne Adalet Bakanı ama!..
Gönderdi, göndermedi, "UYAP" diye bir ağ var, "Ulusal Yargı Ağı", her karar, hatta avukatların bu sistem üzerinden dava bile açtıkları iletişim ağı, geldi gelmedi, tartışmasını geride bırakan bir uygulama.
Varsayalım ki, tercüme mahkemeye ulaşmıyor. Avukatlar AİHM kararının tercümesini dosyaya koyuyor ve mahkemeye iletiyor. Ona ne buyurulur!
Önceki gün mahkeme yine bir gerekçe buluyor, bu kez "karar kesinleşmedi" diyerek, Osman Kavala’nın tahliye talebini yeniden geri çeviriyor.
Avukatlar bu durumda topluca "reddi hakim" talebinde bulunuyor, mahkeme bunu de geri çeviriyor, avukatlar duruşma salonunu topluca terkediyor.
Mahkeme açıkça AİHM kararına karşı direniyor, tahliye kararını hala görmezden geliyor. Hükümet buna ortak oluyor.
"Karar bağlayıcıdır"
AİHM "derhal tahliye" kararı verirken, başka bir ilkeyi daha vurguluyor:
"Sözleşmenin 46. maddesine göre, bu karar bağlayıcıdır ve derhal uygulanması gerekir".
Türkiye’nin Adalet Bakanlığı ya da mahkemesinin ayak sürüyebileceğini düşünerek, kararın derhal uygulanmasının, Kavala’nın derhal serbest bırakılmasınının altını ayrıca ve özellikle çiziyor.
Buna rağmen, mahkeme AİHM’in kararını bir kez daha hiçe sayıyor. Oysa, AİHM Kavala’nın derhal tahliyesine karar verir ve o kararın bağlayıcılığını vurgularken, Sözleşmenin 18. maddesine dayanıyor. AİHM’deki eski yargıcımız Rıza Türmen kararın 18. maddeye dayandırılmasını şöyle yorumluyor:
"- AİHM iddianameyi inandırıcı bulmuyor. Suç kanıtı olarak gösterilen belgeleri Sözleşmede yer alan hakların kullanılmasına ilişkin yasal eylemler olarak kabul ediyor.
- Osman Kavala Gezi olaylarından dört yıl sonra tutuklanıyor. Bu kadar zaman beklendiğine ilişkin hükümet inandırıcı açıklama getiremiyor.
- İddianame hazırlanmadan önce Tayyip Erdoğan iki konuşmada Kavala’yı suçluyor ve o konuşmadaki ifadeler iddianamede yer alıyor".
18. madde iktidarın meşru olmayan nedenlerle temel hak ve özgürlükleri sınırlamasını yasaklıyor, iktidarın kötüye kullanılmasını önlemeyi amaçlıyor.
Bu madde de, hiçe sayılıyor.
Patlayan reform
Hukukçu olmaya gerek yok. Sokaktaki insanın bile artık itiraz ettiği bir mahkeme süreci... Ya "yargı reformu?.."
Ha o mu, o anlı şanlı "yargı reformu" daha ilk adımda zart diye patlıyor. Bir aldatmaca, bir oyalama, bir göz boyama olduğu fiilen ortaya çıkıyor.
Madem ki, sen o "reformda" tutukluluk halini istisna kabul ediyor, tutukluluğu temel hak ve özgürlükler açısından ihlal olarak görüyorsun, bunu da Avrupalılara satıyorsun, o zaman hala hangi tercüme?.. Hangi tahliye talebini geri çevirme?.. Hangi kesinleşme?..
Mademki, "reform" diyorsun, o zaman AİHM kararının gereğini yerine getirmen gerek, hemen bugün, şu anda.
Mahkemeyi uyarman gerek, hemen bugün, şu anda.
Son dört beş yıl hep aynı
Son yıllarda insanlar hakkını arayamıyor, son yıllarda adil yargılama hakkı çöküyor, son yıllarda insanlar adalete erişemiyor, son yıllarda AİHM kararlarına uymayı Türk hukuk sisteminin vazgeçilmez parçası haline getiren Anayasa'nın 90. maddesine aykırılıklar bitmek bilmiyor...
Son yıllarda tutukluluk esas, tutuksuz yargılama istisnaya dönüşüyor.
Son yıllarda temel hak ve özgürlükler iğdiş ediliyor.
Osman Kavala davasında bunların hepsi yaşanıyor.
Ve sen kalkıyorsun, "yargı reformu" diye palavra atıyorsun...
Hükümet ve mahkeme olarak, AİHM’e direniyorsun...
En iyisi, sen o "yargı reformunu" çöpe at!