1-Başvuruya “ret” kararı verilirken Yüksek Seçim Kurulunda (YSK) ağır bir hava esiyor.
2-“Red” oyu verirken, o üyeler acaba “hukuken” ne ölçüde gönül rahatlığı içinde? On bir üyenin on tanesi “ret” dese bile...
3“Ret” kararının verilmesi bu sefer pek zaman almıyor, karar hemen veriliyor.
Yüksek Seçim Kurulu’nun ilgili yasaya açıkça aykırı olarak mühürsüz zarfları geçersiz sayması referandumda tartışmayı bir anda çok başka noktaya geçiyor. Farklı siyasal partilerin başvurusu aynı gerekçede toplanıyor:
“Bu koşullarda referandumun meşruiyeti kaybolmuştur, iptali gerekir”.
İktidar sahipleri bu tezlere karşı çıkar ve yanıt verirken, yine de rahatsız. Toplumdaki bu dalgalanmanın bir an önce durulması için...
YSK Başkanı Tayip Erdoğan ile görüşüyor.
Ne görüştükleri, elbette kendi aralarında ancak, dikkat çeken bir nokta var:
YSK Başkanı, Erdoğan ile görüşmesinden sonra kurulu hemen topluyor ve karar alıyor.
“Bu iş artık daha fazla uzamasın” faslından. Normalde başvurulara karşı YSK’nin kararı bazen bir kaç hafta bile alabiliyor ama, bu sefer “mesele tez elden çözülüyor”.
“Ret”...
Farklı sesler
Bu kadar eleştiri karşısında YSK üyeleri kendi aralarında durumu gözden geçirmiyor mu?
Geçirmez olur mu, elbette geçiriyor.
Aslında ortada tek ve vazgeçilmez bir kararlılık yok, tersine farklı sesler var.
Sonuç bir muhalife karşı on oyla “ret” çıksa bile...
“Ret” kararına imza atan üyeler görmüyor, bilmiyor mu?
-Ortada yasanın açık maddesi varken, mühürsüz zarfların geçerli olmayacağını...
-Bir sandıkta 240 seçmen varken, o sandıktan 245 oyun çıktığını ve oyların hepsinin “evet” çıktığını...
-Benzer pek çok sandığın bulunduğunu...
Bunlara rağmen, yine de, bu sonuçlara atılan “ortak imzalar” bir ulusun kaderini belirliyor.
Referandumda atılan oylar değil, YSK belirliyor hepimizin kaderini.
Ancak...
“Kader ağlarını örmeye” yine YSK eliyle devam edeceğe benziyor.
AİHM “meşru değil” derse
O kaderin hedefi, içeriği, özü çok başka:
Hukuksuzluğa karşı yine de hukuk yollarıyla mücadele. Doğru olan da, bu.
Öyle görünüyor ki, referandum sonuçları Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) kadar uzanacak.
AİHM başvuruyu kabul eder ve elindeki hukuki kanıtlara dayanarak, “bu referandum meşru değil, özgür yapılmamış, hile karışmış, iptali gerekir” derse...
Asıl cümbüş o zaman.
AİHM iptal kararı verirse, bunu Türkiye uygular mı?
Hiç sanmıyorum. Benzer örnekleri var. Batının hukuk kurumlarınını verdiği kararlara karşı buradan yükselen tepkiler malum. Suçlama, eleştirme ve devamında “tanımıyoruz” söylemi.
İhraç olursa
AİHM “iptal” diyor, Türkiye “tanımıyorum” diyor. Ne olacak?
AİHM kararlarının o ülke tarafından uygulanıp uygulanmadığını Avrupa Konseyi Bakanlar Kurulu denetliyor.
Bu kurul Türkiye’nin kararı uygulamadığını tespit ederse, Türkiye Avrupa Konseyi’nden ihraç ediliyor.
Bir örneği var, Yunanistan. 1967’de Albaylar Cuntası darbeyle iktidarı ele geçirdiğinde, Yunanistan Avrupa Konseyi’nden ihraç ediliyor.
İhraç edilince ne oluyor?
-O ülkenin resmi düzeyde tüm siyasal ilişkileri Avrupa Konseyi üyeleriyle, yani tüm Avrupa ile donduruluyor.
-AB kapısı kapanıyor.
-Ekonomik ambargo gündeme geliyor.
Bu Türkiye’nin yalnızlaşması, Avrupa’dan kopması anlamına geliyor. Çok zor günlerin habercisi demek. Hemen vurgulamak gerek, Rusya da Avrupa Konseyi üyesi, 1996’dan bu yana.
Yani, “bana ne Avrupa’dan, Rusya var” demek pek merhem olmuyor.
1949’dan bu yana
Bütün bunlar bir süreç. AİHM davaya bakmayı kabul ederse, bir yıl içinde sonuçlanabilir.
Avrupa Konseyi 5 Mayıs 1949’da on ülke tarafından kuruluyor, “insan haklarına, demokrasiye, hukukun üstünlüğüne, temel hak ve özgürlüklere” dayalı bir düzen, toplumun bu yönde refahı için.
Konsey 5 Mayıs’ta kuruluyor, Türkiye üç ay sonra 9 Ağustos 1949’da üye oluyor. İlk üye olduğu için, bugün “kurucu ortak” kabul ediliyor. Böyle tarihsel bir geçmişi var.
Belli süreç gerçekten böyle işlerse, Türkiye oradan atılır, hiç kimsenin kuşkusu olmasın.
YSK ne ile oynadığının farkında mı?
Bir yıl içinde olsa bile.