“Hiiiiç hiç mi hiç, ben pişman olmadım hiç,
Aldandım, aldattım, yaşadım,
Bu benim hayatım,
(...)
Son bir kez elveda”.
Karşımda oturan sanki sahnede o şarkıyı söyleyen, her gece yüzlerce insanı alkışlarla ayağa kaldıran “Kaldırım Serçesi” değil. Öylesine mütevazı, öylesine sakin, kocaman gözleriyle öylesine sevecen.
Gülriz Sururi...
80’lerin ortasında bir gün Ali Sirmen arıyor:
“Gülriz Hanım bizi evine yemeğe davet ediyor”.
“Gülriz Hanım?.. Yoksa...”
“Evet, aynen öyle, Gülriz Sururi...”
Bundan daha harika bir davet olamaz!..
Kapıyı Engin Cezzar açıyor.
Hamlet ile Sokak Kızı İrma’nın evindeyiz.
Ya da Keşanlı Ali ile Zilli Zarife’nin...
Hani o oyundaki söylemiyle,“armutun A’sı, lahmacunun L’si, itoğlu itin İ’si, Keşanlı Ali ile “ulan kirloş pasaklu, ulan şapsal suratlu, sulu salyalı ayyaş” köpeğini elinden düşürmeyen Zilli Zarife...
“Yemekleri ben yaptım”
Sanki her gece derinden sarsan oyunlarıyla insanları düşündüren, güldüren, kendi iç dünyalarında yeniden bir hesaplaşmaya götüren onlar değil...
“Yemekli ben yaptım” diyor Gülriz Hanım.
“Mide fesadına uğramayacağınıza ben kefilim” diye tamamlıyor Engin Bey.
Öyle dediğine göre, belli ki, Gülriz Hanımın yemekleri lezzetli, sindirimi kolay, yani çok yersek, bir şey olmaz.
Yıllarca Cumhurbaşkanlarıyla, Başbakanlarla, hatta Krallarla ve yabancı Cumhurbaşkanları ve Başbakanlarla aynı sofrada bulunuyorum ama, bu kadar heyecan duyduğumu pek hatırlamıyorum.
Sade döşenmiş ev baştan sona sanatla dolu, her nefes alışta sanki “bir oyundan bir sahne” geliyor insanın aklına.
“Halide, Teneke, Ferhat İle Şirin, Uzun İnce Bir Yol, Tatlı Para, Keşanlı Ali Destanı, Sokak Kızı İrma”, hangisini saymalı ki!..
Evdeki hali
Yemekte bol bol “perde arkasından anektotlar”...
Anektotları “dünya ile karşılaştırmalı Türkiye’de sanat ve tiyatro” izliyor.
Gülriz Sururi ve Engin Cezzar... Derin bir kültüre sahip, evrensel kültürün ve onun parçası tiyatronun hemen her kanalında gezip dolaşan ve daha da önemlisi “onları Türkiye’ye taşıyan” sanatçılar.
Fransızların Edith Piaf’ı varsa, bizim de Gülriz Sururi’miz var.
Gülriz Sururi...
Bakıyorum evdeki haline...
Biraz hüzünlü, o hüzün kendi kaderini çizmeye belli ki, çok yardım ediyor. Ayaklarını yere sağlam basıyor, yeteneğine çok güveniyor ve belki de bu nedenlerden dolayı tiyatronun efsaneleri arasında yerini alıyor.
İrma mı?.. Gerçekten o oyunda tam sokak kızı.
Zilli Zarife mi?.. Gerçekten o oyunda tam bir cadaloz ve inatçı.
Hangi rolde ise, kişiliği o role bürünüyor.
Ve bunları kendisine çok yakıştırıyor.
Koca koca gözlerini açarak, insanları koltuklarında, oynadığı oyunun hayaline sürüklüyor.
Kendisini korumasını çok iyi biliyor.
Yıllarca ramp ışıklarının altında ama, adı ne şu skandala, ne bu densiz dedikoduya karışıyor.
Hayatı, sadece tiyatro ve sanat, her sanatçıda olması gerektiği gibi ve fakat onda fazlasıyla mevcut.
“Hair”
Pek çok örneğin yanı sıra, sanatına eklenen müthiş bir olay var.
“Hair” müzikali...
Sahnelerde ve sinemalarda, hem konusuyla, hem müziği ile o sırada dünyayı sarsan “Hair” savaş karşıtı, düzene baş kaldıran çılgın gençliğin, 68 kuşağının simgelerinden bir müzikal.
Oyunu Türkiye’de Gülriz Sururi - Engin Cezzar Tiyatrosu oynamaya karar veriyor. “Hair” daha perde açılmadan büyük yankı yaratıyor.
Uzun provalardan sonra nihayet gala gecesi geliyor.
Tarih 11 Mart 1971.
Ertesi gün 12 Mart darbesi.
Tiyatroyu polisler basıyor, “bunlar hayalci” diyerek.
Hayal ve hayat
O yemekli davette Gülriz Sururi polislerin tiyatroyu basmasını anlattıktan sonra, ben soruyorum:
“Hayal olmadan tiyatro olur mu?”
Gülerek, onaylıyor, “olmaz”.
Hayal olmadan, hayat da olmaz.
Kaldı ki, düzene baş kaldırmak ve de sanatçı olarak onun temsilcisi olmak, hiç bir zaman “hayalcilik” değil. Tersine, “sanatçı olmanın gereği” belki de.
Tiyatro dünyamızdan bir “efsane” daha kayıyor.
Kendimi biraz daha yoksul hissediyorum.
“Kaldırım Serçesi’ndeki” şarkısı gibi:
“Son bir kez elveda”.
Elveda Gülriz Hanım.