10 Ağustos 2018

"In God We Trust"

Krizi önlemenin yolu ekonomi biliminin kurallarından geçiyor

Kriz... Kriz... Kriz...

Bu kadar vahim ve bu ölçüde ciddi bir olayın tam ortasında dolardaki yükselişe Tayyip Erdoğan’ın reçetesi ya da yorumu akıllara durgunluk veriyor:

“Onların doların varsa, bizim de halkımız ve Allahımız var”.

Her zamanki gibi, yine olayın vahametini bir yana bırakıyor ve yine her zamanki gibi, hâlâ bir “algı operasyonu” peşinde.

Doların durdurulamayan yükselişi sosyal medyada doğal olarak en çok konuşulan konu. Dolar üzerine yüzlerce yorum, kaygı ve ötesi var. Erdoğan’ın bu sözü üzerine de görüşler birbiri ardına. Onlardan biri de şu:

“Doların üstünde de, In God we trust, yazıyor, yani 'Biz Allaha inanıyoruz', yazıyor."

Ancak, olay bu tür fantezileri çoktan geride bırakıyor.

Merkez Bankası yanılgısı

Ekonomi yönetimi her yönüyle öylesine baştan kara ki, siyasal kadroların beceriksizliğinin üzerine teknik kadronun olağanüstü hataları biniyor. Örneğin:

Merkez Bankasının 2018 sonu için dolar tahmini 3.73 TL. 2020 tahmini 4.02 TL.

Ekonomideki bütün hesaplar bunun üzerine yapılıyor, devlet ve özel sektör olarak.

Ya şimdi?..

Dolar bırakın 4 TL’yi, artık 6 TL’yi bile test etmeye başlıyor, 5.80 ile 6.20 arasında akıl almaz fiyatlarda dolaşıyor.

Bu yanılgı ülke ekonomisine ağır bir yük bindiriyor.

Ufukta işsizlik

Döviz kurunda bu ölçüde yanılma devlete ve özel sektöre çok pahalıya mal oluyor.

Yılbaşından bu yana devalüasyon oranı yüzde 50 gibi çok korkunç orana yükseliyor. Türk Ekonomisi 325 milyar dolar küçülüyor.

Özel sektörün döviz borcu tarihinde ilk kez milli gelirin yüzde 75’ini aşıyor.

Bunun pratikte anlamı şu:

İthalat çok pahalı hale geliyor. Sanayinin girdileri devalüasyon oranında pahalılaşıyor. Aynı biçimde firmaların maliyeti çok yükseliyor. Firmalar bu maliyeti bir süre sonra kaldıramaz hale gelince, asıl sosyal sonuç orada:

İşsizlik...

Enflasyonun yüzde 20’leri geçme ihtimali...

Milyonlarca insan için geçim sıkıntısı...

O noktaya geldiğinde, artık ne “algı operasyonu” işe yarıyor, ne de olayla hiç bir bağlantısı olmayan nutuklar.

1930’lar Almanya

Dünyayı 1929 büyük ekonomik kirizi vururken, Almanya da bundan nasibi alıyor. Hatta, öyle ki:

Bir kişi lokantaya girerken, yiyeceği yemeği için diyelim ki, yirmi Mark ödeyecek iken, lokantadan çıkarken yirmi beş Mark ödüyor.

Enflasyon saaten saate yükselirken, paranın değeri saatten saate düşüyor.

Bu fıkra değil, ekonomi kitaplarında anlatılan gerçek.

Dolar / TL ilişkisi günümüzde neredeyse bu örneğe dönüşmek üzere.

Benzer ülkeler böyle değil

TV’lerde ve çeşitli yerlerde doların yükselişi ile ilgili yorumlara bakıyorum, tam facia. Ve bunlar “hükümeti savunmak” adına. Ekonomi bilimi ile uzak yakın ilişkisi yok.

“Üst akıl, Amerikan baskısı, Rahip Brunson açmazı, dış güçler” gibi ekonomik kurallarla ilgisi olmayan pek çok yorum.

Aslında “üst akıl Amerika” ise, Amerika en az bizim kadar Rusya’yı, Çin’i, Malezya’yı, Kuzey Kore’yi rahatsız ediyor ama, o ülkelerin paraları dolar karşısında erimiyor.

Demek içeriye bakmak, “içerde hata nerede” diye bakmak gerekiyor.

2015 Fed açıklaması

Önce 2015’e gitmek gerekiyor, Amerikan Merkez Bankası Başkanı’nın (FED) açıklamasına. FED Başkanı o tarihte:

“Likiditeyi azaltacağız” diyor.

Bu ekonomik sözün çevirisi şu:

Dolar arzını düşürmek, böylelikle doları uluslararası alanda daha değerli kılmak.

Bu hayati açıklamayı bizimkiler es geçiyor.

Ve bizde TL’nin değer kaybı o tarihte başlıyor.

Buna, yine ekonomi bilimi ile taban tabana zıt, “faizleri düşüreceğiz” nakaratı eklenince, dolardaki kıpırdama hızlanıyor.

Bunu bir de uluslararası alanda açıktan açığa sergilemek ekleniyor.

Erdoğan ve ekonomik kurmayları Londra’da para arayışına giriyor, ala ü vala ile.

Yetmiyor, ekonomi kurmayları bir kez daha Londra’ya gidiyor ve eli boş dönüyor.

Bu arada aziz ve leziz medyada çıt yok. Tam tersine, sessiz kalarak ya da hiç bir anlam taşımayan açıklamaları çarşaf çarşaf yayınlayarak, adım adım gelen krizi görmezden geliyor.

Medya “şirket” olarak bindiği dal kesiliyor, hala iktidar peşinde koşmaya devam.

IMF’ye doğru

Bu krizi durdurmanın ilacı var.

Ya doğrudan IMFye gitmek...

Ama, IMF üzerine yıllardır söylenen ağır sözler var...

Ya da IMF benzeri acı reçete uygulamak.

Dönüp dolaşıyoruz, AKP’yi iktidara getiren 2001 krizinden daha ağır bir bunalıma düşüyoruz.

“Acı reçete”...

Ücretler neredeyse sabit... Kesinlikle enflasyonun altında...

Kamunun ve özel sektörün mallarına ciddi oranda zam, talebi düşürmek adına...

İthalata fren...

Yatırımlara fren...

Faizleri arttırma...

Her türlü devlet harcamasına çok ciddi sınır... Hele de, son birkaç yıldır devletteki hesapsız savurganlığa son... Örneğin, köprüler ve yollar geçiş kapasitesi altında kaldığında, yapımcıya açıktan para ödemeye son...

Ya da o makam arabaları, bina kiralamalar, ziyafetler... Lüks yaşama fren...

Herkesin “halkı ve Allahı var” ama, krizi önlemenin yolu ekonomi biliminin kurallarından geçiyor.

Yazarın Diğer Yazıları

Zafer çığlıkları gölgesinde parçalanma: Nüfus bilgileri sıfırlandı

İsrail Suriye halkının nüfus, pasaport ve istihbarat kayıtlarının yer aldığı binaları bombalıyor, o kayıtları yok ediyor. Böylelikle kim kimdir, nerede yaşıyor, aidiyeti ne, bunları sıfırlıyor. Bombalayacak başka yer mi yok?

İngiliz + Amerikan planı: Suriye şimdilik Colani’ye emanet

Erdoğan onca kavgadan sonra, nasıl ki Mısır lideri Sisi ile anlaştı, Yunanistan ile anlaştı, AB ile anlaşmaya çalışıyor, diktatör Esad ile de anlaşmak için yollara düştü. Bütün olanların toplamında: İsrail ile yeniden el sıkışırsa... Artık yeni bir “İleri Üçlü” görmeye hazırlanın!.. Türkiye - Amerika - İsrail.

Diyanet imparatorluğunun freni patlamış!

AKP iktidarında artan bütçesi, artan personeli, artan yetkileriyle donatılan Diyanet İşleri Başkanlığı fiili ve sembolik kazanımlarıyla imparatorluk gibi. Kendisine her türlü rolü biçiyor, kendine göre yorumlar icat ediyor, toplumu yanlış yönlendiriyor. Bu kadar yetki tanınırsa, olacağı bu

"
"