Gamlı bir ses, hüzün dolu bakışlar, acıklı sözler, mezarların başında. Mizansen yerinde, senaryoyu yazanlar ve sahneye koyanlar belli. Geriye “oynamak” kalıyor. O da, oluyor.
Malum kanallardan birinde bir program, “Çanakkale’de şehit düşen Suriyeliler.”
Şimdi hedefte Suriyelileri Türk vatandaşı yapmak var, eh, onun antrenmanı gerek. Hafif hafif insanları buna alıştırmak, Suriyelileri Türklerle ısındırmak gerek. Onun için Türkleri “hassas tarihsel duygularla” gıdıklamak gerek.
Suriyelilere dönük yeni bir algı operasyonu. Özünde bizlere dönük bir operasyon.
TV programında Çanakkale’de bir takım mezarların başında konuşan ve mezarları gösteren biri, biz Türkleri, ahh, can evinden vuruyor:
“İşte, Çanakkale’de bizler için kanlarını döken Suriyelilerin mezarları... Onlar bizim için savaştılar, bizim için öldüler... Onlar da, bizim gibi, Çanakkale’de destan yazdılar ve bu topraklara düştüler.”
Dinledikçe, düşünüyorum, aklıma Mehmet Akif’in “Çanakkale Şehitlerine” yazdığı destan geliyor, Akif yoksa o şiiri aynı zamanda Suriyeliler için mi yazıyor?
Üç gün sonra, o malum kanallardan birinde, bir “tartışma(!)” programında birisi kalkıp, böyle bir şey söylerse, hiç şaşmam.
"Toprağa düşen Suriyeliler"
Tarihçi bir öğretim üyesi çıkıyor ve döktürüyor:
“Düşmana geçit vermemek için yaklaşık bin beş yüz kilometreden gelen Suriyeliler Çanakkale Şehitliğinde yatıyor.
"Şam’dan, Halep’den gelen Suriyeliler Çanakkale’de canla başla bizim için savaştılar.
"Çanakkale’de yüzlerce yıl birlikte yaşadığımız kardeşlerimiz yatıyor.”
Yetmez ama, evet, sonra yavaş yavaş bugüne, asıl meseleye geliyoruz programda:
“101 yıl önce bu vatan için kalpleri çarpan Suriyeli ve Türk kardeşlerimiz bugün tasada el ele, kol kola bulunmaktadır.
"Geçmişten ders alalım ki, geleceğe daha güzel bakabilelim.”
Madem tasada el eleyiz, o zaman neden ayrı gayri, onlar da Türk vatandaşı olursa, bunun ne sakıncası var ki?
Pişkinliğin böylesi
Ve ardından muhteşem bir tespit, akıllara durgunluk veren bir analiz:
“Bizi birbirimize düşürmek isteyen güçler var.”
Neeee, “dış güçler” mi? E, bu kadarı fazla. Esad’la sabah akşam kavga eden kim? Gittiği her yerde, ağzını açtığı her konuşmada yıllardır Esad’ı düşman ilan eden kim?
“Dış güçler”, biraz daha sakin ve ılımlı bir politika önerirken, hatta onları bile “işbirlikçi olmakla” suçlayan ve bu suçlamadan hiç bir zaman, tek bir geri adım atmayan kim? (Şimdi atmaya hazırlanıyor, orası da ayrı)
Hangi “dış güçler?” Nerede, ne zaman, nasıl yani “dış güçler”?
Yalanın bile bazen belki bir yerlerden kıvırtacak yeri olabilir, hani belki, ama burada artık söz iflas ediyor. Tarih, mantık, dünya alemin gözü önünde yaşadığı olaylar sıfırlanıyor.
Bizim siyaset dünyamız, siyaset tarihimiz böyle bir pişkinliği bilmiyor, bunu şimdi kayda geçiriyor.
Bu arada bazıları hızını alamıyor, “Çanakkale’de yetmiş bin Suriyeli şehit düştü”.
Ne diyelim! Rahmet dileyelim.
Maksat ortada
Maksat, Türkiye’ye sığınmış olan Suriyelileri Türk vatandaşlığana geçirmek, “asrın lideri” bunu istiyor.
O zaman derhal bir “algı operasyonu”, acele TV’lerde programlar ve bu yönde yeni bir seferberlik. Sen de, “yetmiş bin”, ben diyeyim, “yüz bin.” Atış serbest, kim yerse. Yiyen nasıl olsa, oluyor.
Üç gün sonra camilerde “Çanakkale’de şehit düşen Suriyeliler için hutbe okunursa”, evet okunabilir, normaldir.
Onlar bizim için canlarını seve seve verdiler, “vatanları için öldüler” onlar. Bunu hepimiz iyi bilmeli, onları bağrımıza basmalı, onlara saygı nişanesi ve bir borç olarak, bugün Türkiye’deki Suriyelileri Türk vatandaşı yapmalıyız.
Mülteci-sığınmacı farkı
Bu gürültü içinde “hukuki duruma” bakmak gerek, kimse merak etmiyor ama, bir de böyle bir gerçek var. Bizim çoktandır unuttuğumuz.
Türkiye’nin 1967’de imzaladığı Birleşmiş Milletler “Mültecilerin Hukuki Durumuna Dair Sözleşme”, uyarınca “sadece Avrupa’dan gelenler mülteci sayılıyor.”
Bizde 1994’te yayınlanan bir kararnameye göre, “Avrupa dışından gelenler geçici sığınmacı kabul ediliyor.”
Bu yasal konuma göre, şu anda Türkiye’de bulunan Suriyeliler “geçici sığınmacı, mülteci değil”. Mülteci olursa, başka huhuki hakları var, “iltica istemek” gibi. Ama, öyle bir konumları yok. Dolayısıyla, onlara “Suriyeli mülteciler” demek, yasal açıdan yanlış.
Şu saatte ve bugünkü koşullarda, “hukuk” kimin umurunda, o da ayrı.
Arada "hepimiz Suudi" olduk
Bir kaç ay önce bir köşe yazısı hatırlıyorum, “Bugün Hepimiz Suudi’yiz” başlığı ile.
Ne oluyor, bugün neden Suudi oluyoruz, aman bize de haber verin, treni kaçırmayalım, arkada kalmayalım, acele Suudi olalım, diye telaşlanırken, Vehbi’nin kerrakesi belli oluyor, takke düşüyor.
Önce, “Suudi Arabistan’a demokrasi geliyormuş, kadınlara oy hakkı tanınıyormuş”. Vay canına. Demek, Suudiler çağ atlıyor, kimsenin haberi yok. O zaman “hepimiz Suudiyiz” anasını satayım, kaçmaz bu fırsat.
Derken, bir başka olay, asıl neden yani.
Hani bir sahne vardı ya, Ahmet Davutoğlu yanına bizim Genelkurmay Başkanı'nı alarak, Suudi Kralı'na çıkıyor. Ne alaka?
Meğerse, “Suudi Arabistan öncülüğünde 34 ülke teröre karşı İslam ittifakı kurmuş, bu ülkeler, biz dahil, Suudilerin öncülüğünde ortak askeri tatbikat yapacakmış.”
Eh, o zaman “hepimiz Suudi’yiz” olmanın dışında bir başka seçenek yok. (Soner Yalçın, son kitabı Galat-ı Meşhur’da bu hikayeyi ayrıntılarıyla çok iyi anlatıyor, s.329-330) Köşe yazısının başlığı çok edebi ve kitlesel ve de ikna edici. Ne yani, kadınlara oy hakkı ve ortak askeri tatbikat varken, “hepimiz Suudi” olmayacağız da, ne olacağız?
Nasıl olmuşsa, aniden bir köşe kapmış kızımızdan şimdi yazı beklemek hakkımız, geç bile kalıyor. Haksızlığa gerek yok, sadece o mu, algı yaratmak için birbiriyle yarışan dünya kadar hevesli var:
“Hepimiz Suriyeliyiz.”
Böyle bir yazı patlatmanın, programlar çatlatmanın tam zamanı.
Başta “asrın lideri”, herkes heyecanla bunu bekliyor. O kanal, bu kanal, o köşe, bu köşe.
Yeni yazılar, yeni programlar bekliyorum, dört gözle.