04 Nisan 2019

Hayat tarzı değişince...

Sen kazanınca, “milli irade”, başkası kazanınca “darbe”!.. Yazıklar olsun!..

“Türkiye tıpkı Gezi kalkışması, 17 - 25 Aralık, 15 Temmuz’da olduğu gibi. 31 Mart’ta da sandık üzerinden darbeye maruz kaldı. Organize hırsızlık ve hile ile milli irade teslim alınmak istendi.”

Bu dün bir yandaş gazetenin manşeti.

“Sandıkta Darbe” haberi burada kalmıyor, onu başka yan haberlerle destekleyen haberler birbirini tamamlıyor?

“Demokrasi tarihimizin en büyük şaibesi.”

Ya da:

“Oylarda fahiş fark var”.

Ya da:

“Bu kavga değil, hak arama sürecidir” gibi.

Sen kazanınca, “milli irade”, başkası kazanınca “darbe”!.. Yazıklar olsun!..

Kaldı ki, “hırsızlık” suçlaması, CHP 17 yıldır neden hiç hırsızlık yapmıyor da, şimdi kazanınca, “hırsızlık” oluyor?..

Bu kavgacı ve kışkırtıcı üslup son derece tehlikeli. Sağduyu ve sükunete çağırmak yerine, “darbe yapıldı” demek, demokrasiye asıl ihanetin ta kendisi.

20 Ağustos konuşması

Bunca telaşın bir kaç nedeni var. Biri Tayyip Erdoğan’ın İstanbul seçimleri ile ilgili görüşü. 20 Ağustos 2018’de, daha seçimlere yedi ay kala, AKP’nin 16. kuruluş yıldönümü nedeniyle Erdoğan İstanbul’da yaptığı konuşmada:

“Unutmayın, İstanbul’da teklersek, Türkiye’de tökezleriz. İstanbul’da metal yorgunluğu olursa, Türkiye’de paklanırız.”

Erdoğan iktidara geldiği günden bu yana, on yedi yıldır İstanbul’u hep ayrı bir yere koyuyor. Bazen “İstanbul’a ihanet ettik” diyor, bazen 31 Mart’taki slogan gibi, “İstanbul bizim aşkımız” diyor.

Özünde “İstanbul’u siyaseten iktidarın vazgeçilmez bir parçası” olarak görüyor.

Onun için İstanbul’u kaybetmek iktidarının bir parçasının kopması demek. Siyaseten öyle düşünüyor, kendi ruh dünyasında İstanbul’u öyle bir yere oturtuyor.

Ve bunu parti tabanına yansıtıyor.

İstanbul’u yirmi beş yıl sonra CHP kazanınca, ona bağlı medyanın “31 Mart darbesi” diye tam sayfa haber yapması bu düşüncenin ürünü.

İki etken

Ama, asıl iki ayrı konu var AKP açısından.

1-İstanbul yirmi milyar liralık bütçesi ve eldeki olanaklarıyla büyük bir merkez.

Üstelik, milyarlarca liralık rantın tam üssü konumunda. Yirmi beş yılın sonunda bundan vazgeçmek o kadar kolay değil.

2-AKP örgütü, yandaşları, ona bağlı sivil toplum örgütleri, vakıfları ile İstanbul AKP için bir hayat tarzına dönüşmüş bulunuyor. İstanbul belediyesi binlerce kişiyi besleyen, hayatını oraya bağlayan, oradaki yaşam biçiminin hiç bir zaman değişmeyeceğine inanan geniş bir kitlenin yeri.

Burayı şimdi, hele de yirmi beş yıl sonra, bırakmamak, direnmek anlaşılabilir bir hissiyat olabilir, normal olabilir.

Normal olmayan, bu değişimin demokratik bir seçimle gerçekleşmiş olmasına rağmen, “darbe” diye çığırtkanlık yapılması.

Bu mantık şu yanlışa, yanılgıya götürebilir:

İktidar değişikliğine yol açan her seçim bir “darbedir” gibi, toplumu demokrasi dışı bakışa sürükleyebilir. Bu durumlarda da, demokrasi hiç bir zaman kökleşmiyor.

Zaten şu andaki koşullarda “demokrasi” adına elde tek tük kalan araçlardan biri “seçim”, onu da bu biçimde yaralamanın anlamı yok.

Erdoğan sessiz

AKP İstanbul seçimlerine itiraz ediyor ancak, Erdoğan seçim akşamı “balkon konuşmasında” İstanbul’un kaybedildiğini dolaylı yoldan kabul ediyor. “İlçeleri biz aldık” diyerek. Ondan sonra sessiz kalıyor.

AKP içinde muhtemelen iki görüş çarpışıyor.

Bir kısım AKP üyesi “tamam biz kaybettik, sonucuna katlanalım ve bir sonraki seçimde yeniden nasıl kazanırız, ona bakalım” diye düşünüyor olabilir.

Bir başka kısım AKP’li gurup ise, “Hayır, bırakmamak için her şeyi yapalım” havasında.

Erdoğan şu anda bu iki görüş arasında sessizliğini koruyor.

Bu itirazlar, “31 Mart darbesi” gibi manşetler, çoktan huzura kavuşmak isteyen toplumu yeniden geriyor.

Seçim analizleri yerine, yine saçma sapan siyasi manevralarla uğraşmak, herkesi yoruyor.

 

31 Mart farkı

 

CHP yirmi beş yıl sonra Ankara ve İstanbul’u kazanıyor.

Uzun bir süre sonra ilk kez sandıklara sahip çıkıyor. Islak imzalı sonuçları her aşamada izlemeyi bırakmıyor.

Sandıklara sahip çıkmanın adı, yandaş medyada “darbe” oluyor!..

Kazanana saygı göstermek yerine, kazanana saldırmak!..

Yetmiş yıllık demokrasi tecrübesinde son yıllarda geldiğimiz yer burası. 

Yazarın Diğer Yazıları

Kaderin cilvesi: Ezici asgari ücrette “dış güçlerin” rolü

Tek adam rejimine geçildiğinden bu yana, Türkiye herhangi bir alanda ne zaman tökezlese, Erdoğan’ın reçetesi hazır: “Dış güçler engelliyor.” Kendisine engel olarak gördüğü “dış güçler”, IMF’siyle, uluslararası kredi kuruluşularıyla asgari ücreti belirlemekte rol oynuyor. Onun deyimiyle, “dış güçler, yalancı çobanlar” devrede!

Bu karanlıkta Tuncer Bakırhan’ın “demokratik zemini müsait!..”

Orta Çağ benzeri, hiç olmadığı kadar karanlık, karanlık, karanlık günler!..

Acıklı bir güldürü: Asgari Ücret Komisyonu

Kendisine yakın sermaye gruplarının vergilerini defalarca siliyor, onlara defalarca teşvik armağan ediyor. Sildiği milyarlarca lirayı asgari ücretlilere aktarsa... Milyonlarca çalışan hiç böyle “acıklı bir güldürü” izlemek zorunda kalır mı?.

"
"