08 Aralık 2016

Hayaletin kırmızı kartı sadece Beşiktaş’a değil

aydi Beşiktaş’ım. Arıyoruz seni, bulalım seni

Benim takımım Beşiktaş son zamanlarda iyi gitmiyor.

Kimin, hangi mevkide oynaması gerektiği ya da hangi oyuncuya ilk on birde şans verilmesinin daha doğru olduğu konusunda ahkam kesecek değilim, ben ondan anlamam.

Ama, son maçlarına baktığımda, Beşiktaş’ın iyi gitmediği ortada.

Güçlü rakiplerini, şampiyonluk potasına yakın takımların hiçbirini yenemiyor.

Konyaspor’la berabere, Başakşehir’le berabere, Galatasaray’la berabere, Fenerbahçe ile berabere kalıyor. Başakşehir ve Galatasaray maçlarında geriye düşüyor, 1-0 ve 2-0, sonradan beraberliği yakalıyor. Üstelik o iki maçı kendi sahasında oynuyor.

Avrupa maçlarına bakarsak:

Benfica ve Napoli karşısında eğilmiyor, hatta Napoli’yi Napoli’de yeniyor ve aziz medyanın bu gibi durumlardaki klişe sözüyle, orada “tarih yazıyor”.

Buna karşılık, “tarih yazımı” kendi sahasında yerinde sayıyor, İstanbul’da oynadığı üç maçın üçünde de galip gelemiyor. 1-1, yine 1-1 ve 3-3’lük sonuçlarla.

Beşiktaş bu yıl geçen yıla göre, aynı Beşiktaş değil.

Bir işaret: Fenerbahçe maçı

Geçen hafta Fenerbahçe ile oynadığı maçta, bana göre, son iki yılın en kötü Beşiktaş’ı.

Fenerbahçe kalecisi sahada neredeyse üşüyecek, kaleye tek şut yok, bir kafa şutu var, o da on metre öteden avuta gidiyor.

Fenerbahçe zaman zaman “tek kale” oynuyor.

Beşiktaş dağınık, inanılmaz pas hataları, top kayıpları, konsantrasyon sıfır, dönen topların büyük çoğunluğu Fenerbahçe’de.

Orada yenilmediysek, şanımız yaver gitti, demektir.

Hem içerde, hem Avrupa’da yüreğimiz hep ağzımızda, maçların bitiş düdüğü ile birlikte, derin nefes alma talimleri. Buna ligin son sırada yer alan 2-1’lik Adanaspor galibiyeti dahil.

Buna rağmen, ne içerde, ne Avrupa’da hiç yenilgisi olmadan yoluna devam ediyor.

Dinamo Kiev faciasına kadar.

O dramatik penaltı

Bu sonuçlara ve de özellikle son Fenerbahçe maçının verdiği alarma bakınca, Dinamo Kiev maçı ister istemez herkesi geriyor.

Ancak, orada yine de bir “güven” var.

Dinamo Kiev’in ağzıyla kuş tutsa, son maçta Avrupa’da artık hiç şansı yok. Oynadığı beş maçın dördünü kaybetmiş, sadece İstanbul’da Beşiktaş’la berabere kalmış, sahaya “prestij” için çıkıyor.

Oysa, Beşiktaş çok büyük bir fırsatın eşiğinde, maddi ve manevi, kendisine ve Türk futboluna kazandıracağı puanlar açısından.

Yenilgi kimsenin aklına bile gelmiyor, “hayır, aklından kovmak istediği için değil”, güç dengesi, puan cetvelindeki durum, Beşiktaş’ın kazanması halinde önüne açılacak kapılar açısından.

Kaldı ki, grubun diğer iki güçlü takımına yenilmemiş, hatta  birini onların evinde devirmiş.

Bunlar Beşiktaş’ın kendine olan güveni ve artı puanları.

Güven ve artı puanlar öyle de, Kiev’de karşımıza hiç hesapta olmayan bir etken, bir hayalet çıkıyor. Avrupa’da dolaşan hayalet.

O hayalet Kiev’de Beşiktaş’ı yakalıyor.

Türkiye adına, Beşiktaş’ı yakalayan hayalet.

6-0 gibi, akıl almaz skor tam bir facia, Beşiktaş’ın kolay unutamayacağı bir felaket. Bunda, bu ölçüde olmasa bile, yukarıda özetlediğim Beşiktaş’ın son zamanlarda oynadığı futbolun payı elbette var.

Yine de, maçın kopuş anı, maçtaki o dramatik penaltı anı, penaltı ile uzak yakın ilgisi olmayan  o an.

Kiev holiganları

Hayalet sahaya penaltı anında iniyor ve dikkat ve dikkat, mesaiye maçtan önce başlıyor.

Maçtan önce sokaklarda garip kıyafetli, sözüm ona, Dinamo Kiev’li holiganlar iş başında. Beşiktaş taraftarlarına bıçakla, sopayla saldırıyorlar. Beşiktaşlıları hastanelik ediyorlar, polis sözde müdahale ediyor, saldırı maç sırasında stadyumda devam ediyor.

Bizim onlarla, daha geniş çerçevede Ukrayna ile ne alıp vermediğimiz var? Dinamo Kiev’in hiç bir iddiası kalmamış, kaldı ki, onlarla en küçük bir gerginlik, sorun yok, ama yine de saldırıyorlar. Sportif olarak yok, siyaseten yok, kültürel, ekonomik, hiç bir boyutta sorun yok ama, saldırıyorlar.

Kaldı ki, Dinamo Kiev’in henüz şansı olabilecek bir zamanda Benfica ve Napoli oraya gittiğinde, Kiev’li holigan filan yok. Benfica ve Napoli taraftarları da oraya gidiyor, hiç bir olay, saldırı, sataşma yok.

Ya önceki akşam? Hiç şansı kalmadığı bir zamanda bu sopalar, silahlar neden? O öfke, o öldüresiye hınç neden?

Beşiktaş’ın moralini maçtan önce sokaklarda taraftarlara saldırıyla bozmaya çalışıyorlar. Peki ama, neden?

Emme basma tulumba

Diyelim ki, biz hepimiz tarafsız kalamıyoruz, gerekçe yaratmaya çabalıyoruz ve  o İskoçyalı herifin verdiği penaltıyı haksız buluyoruz.

Öyle değil.

Dün Avrupa medyasına bakıyorum, yazılı ve görsel medyaya.

İstisnasız hepsi, penaltının penaltı olmadığı konusunda hemfikir. Hele de, Beck’e gösterilen kırmızı kartı hepsi tepkiyle karşılıyor.

Emme basma tulumba gibi, iyi polis, kötü polis gibi.

Birileri Kiev’e hayaleti gönderiyor, aynı cepheden diğerleri ayıplıyor.

O kırmızı kart Beşiktaş’a değil, Türkiye’ye.

Türkiye’ye ilk kırmızı kartı Avrupa Parlamentosu gösteriyor, “Türkiye-AB ilişkilerini donduralım”  kararıyla.

Devamı önceki akşam Kiev’de, yarın çok başka bir alanda.

Gün geçmiyor ki, Avrupa medyasında Türkiye aleyhine bir haber yer almasın. Kırk yılı aşkın süredir Avrupa medyasını izliyorum, iki yabancı dilde, böyle bir sistematik yayın bombardımanını ilk kez görüyorum.

Az gidiyoruz, uz gidiyoruz, geldiğimiz yer burası.

O cümle eksik kalsın

Beşiktaş’ın oyununun hiç mi etkisi yok, elbette var, sapır sapır dökülen defansın Dinamo’nun her hücumunda delik deşik olması, takımın ciddi bir gol pozisyonuna girememesi, top kayıpları, garip ama galibiyet için motivasyon eksikliği…

Beşiktaş belki yine yenilebilirdi, ne var ki, o penaltı ve ilk kırmızı kart herşeyi bitiriyor.

Adamlar bundan sonra Türkiye’yi üzmek, hınç almak için her fırsatı kullanacaklar.

Hayalet her yerde dolaşacak.

Ya benim Beşiktaş’ım? Bu dağınıklıktan bir an önce kurtulsa, gönlümüze ferahlık verecek.

İllet olduğum, dillere pelesenk olmuş o cümle eksik kalsın, “önümüzdeki maçlara bakıcaz”.

Bırak onu, sen kendine bak.

Haydi Beşiktaş’ım. Arıyoruz seni, bulalım seni.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Apo istedi, DEM yapmadı, Erdoğan bir övgü hazinesi!..

Erdoğan Bahçeli’nin önerisini destekliyor, dolayısıyla Apo’nun önce DEM, sonra Kandil ile fiili diyaloğunu onaylıyor. Öyle ya, terörü sonlandırmaya katkı verecekse, Apo Kandil ile diyaloğa girmeden nasıl çözecek?..

Kandil önce Apo’yu mu dinler, yoksa Amerika’yı mı?

Apo gelecek, DEM Grubunda konuşacak, PKK’ya “silah bırak” diyecek, PKK ve YPG de silah bırakacak!.. Meclis’e gelip konuşması gibi, hiçbir politika ile örtüşmeyen öneri bir yana...

Bahçeli’nin baştankara çıkışına karşı: İspanya modeli

Hiçbir partiyle konuşmadan hatta, belki kendi partisinin organlarıyla bile görüşmeden, Bahçeli’nin çıkışı elbette pek çok kuşkuyu beraberinde getiriyor. Ortada devlet kurumlarının hazırladığı böyle bir plan var mı?..

"
"