29 Mart 2016

Eskiden komünist ülkelerdeki gibi

Konsolosların davaları izlemesi için izin almasına gerek yok, bal gibi izleyebilirler!

Daha geçenlerde Bulgaristan ile Ankara’nın arası açılıyor, “ataşe” namı altında oraya gönderdiği imam adamların iç işlerine karışıyor, Bulgaristan da, imamı sınır dışı ediyor.

Balkanlarda ya da bazı Ortadoğu ülkelerinde bizim büyükelçiler adamların iç işlerine karışıyor, karışmak da ne, o ülkede hükümetin kurulmasına kadar varacak muhalefet liderlerini bir araya getiriyor.

Ankara’dan Mısır’a karıştığı için, Ankara’dan Suriye’ye karıştığı için, Mısır ve Suriye bizim oradaki büyükelçileri “istenmeyen adam” (persona non grata) ilan ediyor, Ankara o büyükelçileri geri çekmek zorunda kalıyor. Adı geçen iki ülke ile diplomatik ilişkiler kesiliyor ya da asgari düzeye iniyor.

Avrupa’nın çeşitli yerlerinde bizim konsoloslar Deniz Feneri ya da PKK’lılarla ilgili davaları izliyor. Evet, onlar Türkiye ile doğrudan ilgili davalar ama,o davaları Türk Konsoloslarının izlemesi, Türkiye’nin “biz bu davayla yakından ilgileniyoruz” anlamına geliyor. O ülkelerin yargısına mesaj.

Davaları izleyen Türk konsolos yetkilileri de, bulundukları ülkelerin Dışişlerinden gidip, izin filan istemiyor. Öyle bir girişimde bulunmuyor.

Gerçek bu iken, geçen hafta Tayyip Erdoğan Can Dündar-Erdem Gül davasını izleyen bazı ülkelerin büyükelçi ve konsoloslarına fırçayı basıyor, “siz kimsiniz ya, sizin ne işiniz var orada, önce izin alın siz”. 

Benzer eleştirilerini dün yine sürdürüyor.
 

Viyana sözleşmesi
 

Oysa, izin almalarına filan gerek yok. Bal gibi, izleyebilirler. Hatta izlemek, görevleri arasında.

Diplomatların görevlerine ilişkin kurallar 1961 Viyana Sözleşmesi ile belirleniyor. Buna göre, dünyanın her yerinde onların iki temel görevi var:

  1. Bulundukları ülkede ne olup, ne bittiğini izlemek, anlamaya çalışmak.
     
  2. Kendi ülkeleri ile bulundukları ülke arasında ilişkileri geliştirmek.
     
  3. Bu iki temel görevi yerine getirirken, diplomatlar korunuyor, onlara özel dokunulmazlık tanınıyor.
     

Bir davayı izledikleri gerekçesiyle, yabancı diplomatlara laf atmak, Viyana Sözleşmesini bilmemekle eş anlamlı. Hazin tarafı, hem de Cumhurbaşkanı düzeyinde.

Yanında o kadar danışman var, hiç biri Viyana Sözleşmesini bilmiyor mu, hiç biri ikaz etmiyor mu?

Her zaman olduğu gibi, aslında bu fırça da, yabancı diplomatlardan çok, ama onlar üzerinden iç kamuoyuna efelik gösterisi, bu gibi çıkışların içerde prim yaptığı gerekçesiyle.
 

Madem öyle, at dışarı
 

Bir davayı izliyorlar diye, madem onlar “siz kimsiniz ya”, o zaman çağır onları ve “istenmeyen adam” ilan et. Türkiye’deki görevlerine son ver.

“İstenmeyen adam” ilan edilen var mı, yok.

Erdoğan dün, “onlar bizim misafirperverliğimiz sayesinde burada duruyorlar”  diyor. İlgisi yok, onlar burada Viyana Sözleşmesi sayesinde duruyorlar.

“Misafir” iseler, evet öyle, Viyana Sözleşmesi kuralları gereği, “özel statülü misafirler”. Özel, çünkü görevlerini rahatlıkla sürdürmeleri, yani bulundukları ülkeyi izlemeleri için diplomatik dokunulmazlıkları var.
 

Nota ile otuz kilometre
 

Diplomatların ne yapacaklarını haber vermeleri, izin almaları...

Soğuk savaş döneminde komünist ülkelerde böyle sert bir kural var.

O ülkelerde görev yapan diplomatlar, büyükelçilik ya da konsolosluk binasından otuz kilometre daha uzağa gidecekleri zaman nota veriyorlar. Nereye, ne zaman, neden, hangi yolla gideceklerini bildiriyorlar.

Komünist ülkeler de, izin veriyor ya da vermiyor.

Verdiği zaman ise, yabancı diplomatları kendi özel yöntemleriyle yolda ve gittikleri yerde izliyor.
 

Helsinki nihai senedi
 

Ağustos 1975, Helsinki.

Amerika ve Sovyetler’in başını çektiği, aralarında Türkiye’nin de yer aldığı otuz dört Batı ve Doğu ülkesi Helsinki’de bir araya geliyor. Bir yanda o tarihte demokrasinin işlediği ülkeler, diğer tarafta  komünizmin hüküm sürdüğü ülkeler.

Hesinki Nihai Senedi imzalanıyor.

Soğuk Savaş dönemini sona erdirmek adına, Doğu ile Batı arasında yumuşamanın ilk adımı.

Barışa, güvenliğe, adalete, karşılıklı işbirliğine daha çok önem vererek, Doğu ile Batı arasında ilişkileri geliştirmeye dönük bir anlaşma. Senedi imzalayan ülkeler birbirlerine bu yönde söz veriyor.

Helsinki Nihai Senedi ile birlikte, komünist ülkelerde görev yapan diplomatlar, artık bir yere gidecekleri, bir şey yapacakları zaman haber verme yükünden kurtuluyor.

“Siz kimsiniz ya, orada ne işiniz var”  faslı 1975 Helsinki’den beri ortadan kalkıyor. Eski komünist ülkelerde bile.

Türkiye’yi yönetenler Batının demokratik ilgisine dayanamaz hale geliyor. Her adımda tepkileri bu nedenle.

1975 Helsinki 2016’da Türkiye’den ayrılıyor.

Yazarın Diğer Yazıları

Uçaktakilere küpe: Pınar Türenç bombaladı, Vali özür diledi

Vali Gül: "Sayın Bakanımız oradaydı, ben oradaydım, emniyet müdürümüz oradaydı, hiç kimse 'süpürün' diye talimat vermedi. Oldu mu böyle bir şey, bilmiyorum ama, olmuşsa maksadı aşmıştır, ben sizlerden özür diliyorum. Benim kapım sizlere 7 - 24 açıktır, ne zaman isterseniz görüşebiliriz"

Taksim yasağı 1 Mayıs yasağı değil!..

31 Mart seçimlerini genel olarak kaybetmenin hazımsızlığı var, derin yoksulluk ve ekonomik krizin hırçınlığı var, İktidarın sallandığı korkusu var...

"Hava kurşun gibi ağır", "demokratik ve sivil anayasa" mı!..

Sıkıyönetim ve OHAL'i andıran türde, 1 Mayıs'ın bir gün öncesinden her yer polis kaynarken... Anayasa Mahkemesi kararları uygulanmazken... Bir de demezler mi: "Demokratik ve sivil anayasa yapacağız!.."