-Bir polis adliye binasında, herkesin gözü önünde insanları kameraya alıyor, açıkça çekim yapıyor.
Yetmiyor...
-Duruşma salonunun kapıları kilitleniyor, içerdekiler dışarıya çıkamıyor, dışardakiler içeriye giremiyor, yaklaşık 45 dakika.
Yetmiyor...
-Tren kazasında yakınlarını kaybeden acılı insanlara, çimenleri ezmeden, camları kırmadan, sadece toplu olarak adliye binasına yürüdükleri için polis müdahale ediyor.
Yetmiyor...
-Kazada yakınlarını kaybeden o acılı insanlar adliye binasının ön kapısından değil, arka kapısından içeri alıyor.
Yetmiyor...
-Mahkeme salonuna girişte polis kimlik kontrolü yapıyor.
Bir gariplik... Normal olmayan bir durum... Bir gerginlik, sanki “olay çıksın” gibi, adına “önlem” denilen, o acılı insanları huzursuz eden bir hareketlilik...
Çoğu da, “hukukta yeri olmayan, suç”.
Bir yıl sonra
Tam bir yıl önce Çorlu’da meydana gelen tren kazasında 25 insanımız hayatını kaybediyor.
Tam bir yıl önce...
Mahkemesi ancak önceki gün Çorlu’da başlayacak derken...
Kazanın sanıkları da, bir kaç teknisyen...
Ne Ulaştırma Bakanı, ne TCDD Genel Müdürü, ne daha başka yetkili...
Ama, 25 kişi hayatını kaybetmiş, ne gam!..
Bir yıl sonra adliye binasında yukarıdaki sahneler...
Duruşmayı izleyenler arasında, bir yıldır ailelerin yanından ayrılmayan CHP Tekirdağ milletvekili Candan Yüceer de var.
Ben olayların birebir tanığı Yüceer’i dinliyorum dün.
“Bilirkişiye” bak, hizaya gel
Kaza ile ilgili iddianamenin yazılması iki ay sürüyor. İddianame “Bakanın ya da yüksek bürokratların soruşturulmasına gerek yok” hükmüne varıyor.
Kazanın soruşturulması için bilirkişi belirleniyor.
“Bilirkişi mi?...”
Bunlar hepimizle alay ediyor.
Belirlenen bilirkişi TCDD ile ticari ilişkisi olan bazı müteahhitler!..
Evet, yanlış okumuyorsunuz!..
İnsanları gerçekten isyan ettiren olaylar dizisi...
Kazanın nedeni ne?..
Resmi raporlara göre, “aşırı yağmur”.
Oysa, farklı mühendislik odalarının, jeologların, inşaat mühendislerinin, makina mühendislerinin, meteoroloji mühendislerinin raporu var ortada, hepsi de “kazaya yol açan ihmalleri” sıralıyor.
Ancak, savcılık bu teknik analizlerin, mühendislerin görüşlerine itibar etmiyor.
Başkanla görüşme
Duruşma salonunda 45 dakika kadar kilitli kalan insanlar bağırıyor, kapıların açılması için gelen giden, yok.
“Anahtar nerede?”..
“Mübaşirde”.
“Mübaşir nerede?”
“Dağa kaçtı”.
Tam o fıkradaki gibi.
Ama, insanlar içerde kilitli. Ne büyük tehlike!..
Sonunda içerden ve dışardan zorlamayla, kapı açılıyor.
Avukatlar ve milletvekili Candan Yüceer Mahkeme Başkanı’na gidiyor. Kamera, polisin müdahaleleri, salonun kilitlenmesi... “Ne oluyor” diye, soruluyor.
Başkan “herhalde güvenlik içindir, biz karışmadık” diyor.
“Biz düşman mıyız?”
O arbede içinde insanların sabrı taşıyor ve sadece, evet sadece “hak, hukuk, adalet” diye bağırıyorlar.
Darp edilen avukatlar, fenalık geçirenler, duruşma salonuna alınmayan yakınlar, mağdur olanlar, polis oralı değil.
O arbedede, neden olduğu bilinmeyen o gerginlikte insanlar isyan ediyor:
“Biz terörist miyiz?.. Biz düşman mıyız?..”
Şu hale bakın!..
Burası adliye, hakkın ve hukukun, adaletin gerçekleşeceğine inanılan bina...
Ne oluyoruz?..
Bu nasıl bir mahkeme?..
Nedir bu çıkartılan gerilim?..
O arbede, o itiş kakış...
Ve kimlere?..
Kazada hayatlarını kaybeden insanların yakınlarına, adalet arayan yurttaşlara...
Neye hizmet bütün bunlar?..
Hak aramaya engel mi çıkartılmak isteniyor?..
Bu sefer de silahlı polis
Sonunda duruşma başlıyor.
O da, ne?..
Bu kez duruşma salonunda silahlı iki polis!..
Görülmemiş bir olay!..
Bu nasıl bir mahkeme?..
Avukatlar patlıyor:
“Salonun kilitlenmesi... Kamera çekimi... Silahlı polislerin salonda bulunması... Bunların hiç birinin dünyanın hiç bir mahkemesinde yeri yok... Böyle duruşma olmaz... Suç duyurusunda bulunuyoruz... Sizin sorumluluğunuzdadır bütün bunlar...”
Mahkeme Başkanı önce:
“Söylediğiniz olaylar duruşma başlamadan önce yapılmış... Suç duyurusunu reddediyoruz”.
Savcı aksi görüşte:
“Bunlar soruşturulsun”.
Ve garip bir karar
Savcının suç duyurusuna katılması üzerine, ancak bir yıl sonra yapılan duruşmanın onuncu dakikasında Mahkeme Başkanı inanılmaz bir karara varıyor:
“Heyetimize güven kalmamıştır, duruşmadan çekiliyoruz”.
Ne?..
Duruşmadan çekilmek mi?..
Söz Candan Yüceer’de:
“Bir yıldır o ailelerle birlikteyim. Bunca acıya ve dünkü olaylara rağmen, hiç birisinin ağzından en küçük bir kötü söz çıkmadı. Duruşlarını hayranlıkla izliyorum. Buna karşılık, mahkemede yaşananları anlamıyorum, zaten hiç kimse anlamıyor. Ne uğruna, hangi amaçla, o kamera çekimleri, salonu kilitlemeler, hiçbir taşkınlık yokken, polisin müdahalesi?.. Anlaşılır gibi değil. En başta aileler, hepimiz sadece adalet istiyoruz ama, yapılanlara bakın!..”
Böyle bir durumda, normal işleyen bir rejimde hem İçişleri Bakanı, hem Adalet Bakanı, çoktan istifa eder, çoktan. Vali de görevden alınır.
Sorular ve sorular
Baştan sona sorularla dolu bir süreç.
-Mahkeme neden bir yıl bekletiliyor?..
-Tren kazası neden sadece üç, beş teknik adamın üstüne yıkılıyor?..
-Kaza sonrasında çeşitli mühendis odalarının raporlarını savcılık neden dikkate almıyor?..
-TCDD ile iş yapan bir müteahhit neden bilirkişi olarak atanıyor?..
-Önceki gün yaşanan olaylar başta sona neden herkesi çileden çıkartacak hale getiriliyor?..
-Mahkeme bir anda neden çekiliyor?..
Dört, beş yıldır bu ülkede “yargının bağımsızlığının ortadan kalktığı, kuvvetler ayrılığının sona erdiği, yargıç ve savcıların güvencesinin kalmadığı” gözler önünde. Çorlu tren kazası baştan sona ve her yönüyle bunun çok acı bir örneği.
Bu ülkede adalet tecelli etmiyor. Bu ülkede insanları haklarını arayamıyor. Bu ülkede insanları korkutarak, onların hak aramalarının önüne geçilmek isteniyor.
Bu ülkede... Bu ülkede...
Çorlu’da vicdanlar kanıyor...
Çorlu’da kanayan vicdanlar Türkiye’nin vicdanını kanatıyor.
Bu ülkede... Bu ülkede...
Devam etsin böyle, devam etsin.
İlk seçimde, İstanbul’daki 800 bin oy farkı, bütün Türkiye’de üç milyon 800 bin, dört milyon sekiz yüz bin olur!..