“Bağımsızlığımıza ve milli bekamıza saldırıların arttığı bu dönemde...”
29 Ekim Cumhuriyet Bayramı günü Tayyip Erdoğan Anıtkabir’de imzaladığı deftere bu cümleyle başlıyor.
Kimsenin haberi yok!.. Öğrendiğimiz iyi oldu, ama birkaç soru var:
Bağımsızlığımıza kim saldırıyor?.. Saldırılar ne zaman artıyor?.. Bağımsızlığımızı korumak için savaş mı veriyoruz?.. Ne zamandan beri?.. Milli bekamız, yani ülkenin bütünlüğüne yönelik saldırılar ne zaman artıyor?..
Erdoğan devam ediyor:
“... Kurtuluş Savaşımızı zafere taşıyan direniş ruhuyla yurt içinde ve dışında mücadelemizi sürdürüyoruz”.
Demek Kurtuluş Savaşımızı zafere taşıyan direniş ruhuyla... Çünkü, bağımsızlığımız tehlikede!..
Kurtuluş Savaşı veriyoruz, ama kimsenin haberi yok!.. Kimse farkında değil!..
“Dahili ve harici bedhahlar”
Hele de “mücadele yurt içinde ve dışında” ise, aklıma ister istemez Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi’nde dile getirdiği o bölüm geliyor:
“... Seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek dahili ve harici bedhahların olacaktır...”
Hazine, Türkiye Cumhuriyeti ve bağımsızlığı anlamında... Dahili ve harici, yurt içinde ve dışında anlamında... Bedhahlar, kötülük isteyenler anlamında...
Erdoğan’a göre, demek bugün koşullar Kurtuluş Savaşı’nın verildiği koşullardan farksız. Hem savaş veriyoruz, hem de bunu yurt içinde ve dışında sürdürüyoruz!..
Yine aynı konu
Erdoğan yine 29 Ekim günü, bu kez Saray’da yaptığı konuşmada, aynı konuya dönüyor:
“İstiklal Savaşı ruhu ve bu ruhun ortaya koyduğu birlik ve bütünlük içinde Türkiye’yi geleceğe taşımak...”
“Kurtuluş Savaşı veriyorsak” ve dolayısıyla “bağımsızlığımıza saldırı” varsa, bunu bilse bilse, elbette ki, en tepedeki ağız bilir.
Ancak, insan merak ediyor, kime karşı veriyoruz Kurtuluş Savaşı’nı?.. Ve bizim neden haberimiz yok?..
Yurdumuz ne zaman işgal ediliyor?.. Kimler işgal ediyor?..
İstanbul kimin işgali altında?..
İzmir’de hangi yabancı bayrak var?..
Adana ve Antalya kimlerin işgaline uğruyor?..
Polatlı’dan atılan topların sesi Ankara’ya ulaşıyor mu?..
Güneydoğu illerimiz kimler tarafından paylaşılıyor?..
Madem Kurtuluş Savaşı var, genel seferberlik ne zaman ilan ediliyor?..
82 milyon insanımız bunları bilsin, bilsin ki, Erdoğan’ın dediği gibi, “82 milyon şehit olmaya” çoktan razı!..
On yedi yıl sonra
Madalyonun öteki yüzünde, “bu benzetmelerin yapılmasına yol açacak uygulamaların sahibi kim” sorusu yatıyor.
AKP 2002’de tek başına iktidara geldiğinde, ne PKK terörü var, ne “Kurtuluş Savaşı” benzetmelerine teğet bile geçecek ortam...
Ne de, “yurt içinde ve dışında verilen mücadele...”
2002’de Erdoğan, evet ekonomik güçlükleri bulunan ve fakat terörden uzaklaşmış, bütün komşularıyla barış içinde ve diyalog kurmuş, yurt içinde “kutuplaşmanın” k’sı bile olmayan, kuvvetler ayrılığına dayalı, hukukun üstünlüğünün yer aldığı, temel hak ve özgürlüklerin işletildiği, ayrıca basın ve ifade özgürlüğünün korunduğu, eğitimin çağdaş uygarlık ölçülerine göre uygulandığı, çevreye duyarlı, parlamenter demokrasiyle yönetilen bir ülkede iktidara geliyor.
On yedi yıldır ülkeyi tek başına yöneten, hele de 2015’ten sonra yönetimde iyice “tek” kalan Erdoğan, on yedi yıl sonra çıkıyor ve “Kurtuluş Savaşı verildiğini” söylüyor!..
O halde kendisine soru şu:
“Ne yaptın da, bugüne geldik?.. Nasıl oldu da, bugüne geldik?..”
Hangi “Kurtuluş Savaşı”, hangi “İstiklal Savaşı ruhu?..”
Hepsi iç politika malzemesi... Kimse aldanmıyor artık...
Öte yanda da, yandaş basın ve hempaları...
Boşuna “Başkomutan” demiyor!..