19 Kasım 2018

Bir sözcünün itirafı ya da bumerang

"Medyayı ele geçirmek, vergi denetmenleri ile hizaya getirmek, gazetelerin ve TV'lerin devlet bankalarının kredileriyle el değiştirmesini sağlamak, 'bizim medyayı' oluşturmak..."

Yemin ederim ki, şu satırlar bana ait değil:
“Ekonomik kazanç göstergeleri her geçen gün eksiye doğru gidiyor.
(...) Beleş okuyucu, beleş seyirci stratejisiyle sektör darağacına doğru gidiyor.
Bu duruma yerel medya dahildir”.
Devamında ise, bu satırları pekiştiren, bizlerin çoktan farkına vardığı, “yeni patronların” henüz yeni yeni uyandığı bir durak vurgulanıyor:
“Medyaya karşı ciddi bir güvensizleşme süreciyle başlayan okuyucu ve seyirci kaçışı hızla önlenmeli... Yoksa, geleneksel medya kuruluşları krizlerin eşiklerinde gün saymaya devam edecek”.
Bonjour Beyler!.. Ya da Anglo Sakson deyimiyle, “good morning after supper”.
Yani, “günaydın” ve yine “öğleden sonra günaydın”. Geçmiş olsun, anlamında.
Bu satırlar şu anda Türkiye’nin en büyük medya grubuna dönüşen “Demirören Medya Grubunun” CEO’su, iktidarın en güvendiği isimlerin başında gelen, gazeteciliğinden pek kimsenin haberi olmayan ama, bugünkü kimliği itibariyle “medyada en büyük koltuğa oturan” kişiye, Mehmet Soysal’a ait.
Hürriyet, Milliyet, Vatan, Kanal D, CNN TÜRK, spor gazeteleri ve dergileri ile en büyük grubun en tepe yöneticisi, Türkçe bozuklukları bir yana, “Uçurumların Kıyılarında” başlığı ile bu yazıyı yazıyor. (Milliyet, 13 Kasım 2018).
Özünde “eyvah batıyoruz” diye, ağlıyor.

İmdat çağrısı

Medya dışındaki gelirleriyle de ün kazanmış ve hatta İstanbul’un yeni hava limanındaki akaryakıt temini için kendisine kıyak çekilmiş, dolayısıyla kendisine iktidar tarafından gelir sağlanmış en büyük medya grubunun “eyvah batıyoruz”’ feryadı bu satırlar.
Biraz yakından bakınca, o “imdat çağrısında”:
1-Medya kuruluşlarının en büyükleri bile, holding çatısı altında örgütlenmiş bile olsa, artık “ciddi zarar ettiğinin” itirafı yer alıyor.
2-Zarar o boyutlarda ki, medya grupları “uçurumun kıyılarına” gelmiş bulunuyor, yani “batma tehlikesiyle” karşı karşıya.
3-Maddi zarara ek ve zararın nedeni olarak “medyaya karşı ciddi bir güvensizlik” var. Yani, o haber ve yorumlara artık kimse inanmıyor.
4-“Güvensizliğin” sonucunda bir başka itiraf geliyor CEO’dan, “okuyucu ve seyirci kaçışı”... Türkçesi, tiraj ve seyirci kaybı. Günlük gazetelerin tirajları hızla düşüyor. TV seyircileri ise, artık TV’lerde dizi, film ve magazin programlarını izliyor. “Haberler ve tartışma programları” için bir, iki kanal seçiliyor. Büyük çoğunluk eskinin o anlı şanlı kanallarını pas geçiyor.
İtiraf üstüne itiraf!..

"Parayla olsun" işareti

Aynı yazının devamında, Amerika’dan örnek verilerek, bize çok yabancı şu ilginç öneri gündeme getiriliyor:
“Amerika’da medya (...) ücretsiz hizmet vermiyor.
Abonelik sistemiyle gazetelerini ve yazarlarını okutuyor”.
Ne demek bu?..
1-Abone sistemini geliştirmeye çalışmak...
2-Ama, ondan çok daha önemli olan, “ücretsiz hizmet yok”. Bunun çaresi de açıkça yazılıyor:
“TV’leri seyircilerin para ödeyerek izleyebilmeleri...”
Böylelikle, Mehmet Soysal’ın yazısının devamında belirttiğine göre, “okuyucular ve seyircilerin de sürece maddi katılımıyla medya ekonomik kriz yaşamıyor”.
Gazete için zaten ödüyor, bir de izlemek istediği TV için ödeyecek ve medya ekonomik krizden kurtulacak!..

Medyayı iyice batırmak

“Evdeki bulgurdan olmak”, diye buna deniyor. Ekonomik kirizi yaşayan, insanları geçim derdine düşmüş bir Türkiye’de medyayı daha da batıracak bir çare!..
Şu ya da bu TV kanalını izlemek için kim para verir bu ülkede?..
“Çaresizlik” işte bu gibi akıl dışı “çarelerin” üretilmesine yol açıyor.
Yine de, yabana atmaya gelmez. Durup dururken, iktidarın en sadık sözcülerinden biri böyle bir laf ediyorsa, ne malum bu satırların “yukarısının onayı ile yazılmadığı”, bir süre sonra bir de bakmışsınız ki, AKP “TV’leri parayla izlemek” için yasa çıkartmış!..
Medyayı iyice batırmak işte böyle olur.

İşte "Yaratılan Medya"

Medyayı ele geçirmek, vergi denetmenleri ile hizaya getirmek, gazetelerin ve TV’lerin devlet bankalarının kredileriyle el değiştirmesini sağlamak, “bizim medyayı” oluşturmak...
Hepsi yapılıyor ancak, şimdi tiraj ve seyirci kayıpları ve büyük zararlarla çok zayıf düşmüş medya artık “uçurumların kıyılarında” dolaşıyor.
Öyle ki, bunu artık iktidar sahiplerinin sadık sözcüleri bile itiraf etmek zorunda kalıyor.
Bunun adına “bumerang” deniyor.
Elindeki gücü karşındakini yer devirmek için kullanırsın, o sonra sana geri dönüp, seni vurur. “Ciddi güvensizlik” içinde çırpınan bir medyayı ele geçirmişsin ne yazar, geçirmemişsin ne yazar?..
“Medyaya karşı ciddi bir güvensizliğin” varlığında, üstelik zarar eden en büyük medya grubunun CEO’su olmak nasıl bir duygu ki acaba?..
Ve bugünkü “uçurumun” nedeni olan bir siyasal iktidarın sözcülüğünü hala yürütebilmek?..

Yazarın Diğer Yazıları

Zafer çığlıkları gölgesinde parçalanma: Nüfus bilgileri sıfırlandı

İsrail Suriye halkının nüfus, pasaport ve istihbarat kayıtlarının yer aldığı binaları bombalıyor, o kayıtları yok ediyor. Böylelikle kim kimdir, nerede yaşıyor, aidiyeti ne, bunları sıfırlıyor. Bombalayacak başka yer mi yok?

İngiliz + Amerikan planı: Suriye şimdilik Colani’ye emanet

Erdoğan onca kavgadan sonra, nasıl ki Mısır lideri Sisi ile anlaştı, Yunanistan ile anlaştı, AB ile anlaşmaya çalışıyor, diktatör Esad ile de anlaşmak için yollara düştü. Bütün olanların toplamında: İsrail ile yeniden el sıkışırsa... Artık yeni bir “İleri Üçlü” görmeye hazırlanın!.. Türkiye - Amerika - İsrail.

Diyanet imparatorluğunun freni patlamış!

AKP iktidarında artan bütçesi, artan personeli, artan yetkileriyle donatılan Diyanet İşleri Başkanlığı fiili ve sembolik kazanımlarıyla imparatorluk gibi. Kendisine her türlü rolü biçiyor, kendine göre yorumlar icat ediyor, toplumu yanlış yönlendiriyor. Bu kadar yetki tanınırsa, olacağı bu

"
"