"Kimin eteğini öptünüz de, ağzınız lezzet buldu? Kimin ayağına kapandınız da, başınız göğe erdi? Yüzünüz terli terli kunduralara dokundukça, burnunuza mis kokusu mu geliyor?"
Yüz elli yıl önce, Namık Kemal’in 1870’lerde Londra’da yayımlanan "Hürriyet" gazetesinde yazdığı bir yazıdan aktarma...
"Hürriyet olmazsa, kişilik ortaya çıkmaz, insan da alet mertebesinde kalır. İnsanın varlığına hürriyetiyle karar verilir. Hürriyet insan haysiyetinin şahididir. Hürriyet olmazsa, haysiyet kalmaz. Hürriyeti olmayan insanın haraketleri kendi hareketi değildir. Hürriyet olmazsa, gelişme olmaz".
Yine yaklaşık yüz elli yıl önce, 1884’te Eğitim Bakanı Münif Paşa’nın II. Abdülhamit döneminde yayınlanan "Hikmet-i Hukuk", "Hukuk Felsefesi" kitabından aktarma...
Günümüzde üzerinde defalarca düşünülmesi gereken bu aktarmalar yeni yayımlanan bir kitapta yer alıyor. Taha Akyol’un son kitabı "Onlar da Kahramandı, Güce Boyun Eğmediler" kitabında, (s.18 ve 21).
Son yıllarda özellikle tarih alanında çarpıcı araştırmalara imza atan Taha Akyol bu kez yine çok çarpıcı örneklerle yeni bir sayfa açıyor.
Ne demek "Onlar da Kahramandı"?
Kitabın bu ana başlığının hemen altında, ikinci başlık "Güce Boyun Eğmediler" sözü bu sorunun yanıtını veriyor.
"Güçlü iktidarlar, otoriter rejimler, tek adam dönemlerinde inançlarından, kişiliklerinden, bildikleri doğru yoldan, özgürlük ve hukuk yolundan asla vazgeçmeyen, karşıdaki kim olursa olsun, güce karşı çıkmak cesaretini gösteren insanlar..."
Kitap tarihten örneklerle bu insanların öykülerini anlatıyor.
Özgürlük ve yine özgürlük
"Güce boyun eğmeyenler" kimler?
Taha Akyol kitabında önce "kahraman kim" tanımına yer veriyor. Ardından, kitaptaki sıralamaya göre, güce, otoriteye karşı çıkan "yargıç, belediye başkanı, Başbakan, milletvekillerinden" örnekler veriyor, tek tek olayları anlatarak.
"Güce karşı çıkınca" ne oluyor? "Hukuk rayından çıkmış, keyfi yönetime dönüşmüş, otoriter bir rejimde hukuku ve özgürlükleri savunarak siyasi iktidarlara yeniden hukukun üstünlüğünü hatırlatmak, bütün bir ülkeyi maceralara sürüklenmekten kurtarmaya katkıda bulunmak..."
Cesaret ve felsefi derinlik isteyen bir direniş. Temelinde "özgürlük tutkusu" yatıyor, bütün bir ülke için...
Tarih belki de farklı akacaktı
Namık Kemal’den, çeşitli dönemlerde bilim insanlarından, Abdülhamit’in Adalet Bakanı'ndan, Atatürk döneminde Samsun Belediye Başkanı'ndan, Başbakan Fethi Okyar’dan, Demokrat Parti döneminde Celal Bayar ve Adnan Menderes’e karşı hızla otoriterleşen iktidarı uyaran, Demokrat Parti milletvekilleri Sıtkı Yırcalı, Rıfkı Salim Burçak, Ali Fuat Başgil’den, Yargıtay Başkanı Recai Seçkin’den aktarılan örnekler geliyor geliyor, iki kavramda hayatiyet buluyor:
"Özgürlük... Özgürlük... Özgürlük... Ve de hukuk devleti çatısı altında kuvvetler ayrılığı..."
Güce karşı çıkanlar:
- İsimlerini tarihe farklı yazdırıyor, tarih önünde diğerleri mahkûm olurken, onlar aradan elli yıl, yüz yıl, yüz elli yıl geçse de, bugün "kahraman" olarak anılıyor.
- Ülkenin geleceği açısından hayati önemde olan asıl konu, otoriter rejimi temsil edenler, uyarları dikkate almış olsalar, tarih çok farklı akabiliyor, trajedilerin yaşanması önlenebiliyor. Yeter ki, güce boyun eğmeyenler çıkabilsin ve onlara kulak verilsin!..
"İftiharla kabul ederim"
Taya Akyol, Falih Rıfkı Atay’dan yaptığı aktarmalarda Atatürk döneminde Başbakanlık, Adalet Bakanlığı, Büyükelçilik gibi önemli görevlerde bulunmuş Fethi Okyar’ı tanımlarken, "Mustafa Kemal’in sadık dostu ama, prensip meselesi olunca, eğilmedi, bükülmedi" diye anlatıyor. (a.g.k., s.127).
Görüş ayrılıkları nedeniyle başbakanlığının sonu yaklaştığında Meclis’te yaptığı konuşma bugün ülkeyi yönetenlerin, çeşitli alanda yetki sahibi olanların uzun uzun düşünmesi gereken değerde:
"Şurası memnuniyet vericidir ki, Cumhuriyet’in adliye görevlileri, İçişleri Bakanlığı memurları yasa dışı hareketlere alet olmamıştır. Hürriyetleri ihlal edilen vatandaşları serbest bırakmak için çalışmışlardır.
(...) Başvekil olduğum zaman, benim kabahatlerim sayıldı... Hürriyetlerden bahsetmişim!... Basın hürriyetinden bahsetmişim!... Ne büyük kabahat işlemişim!.. Evet bu benim kabahatimdir ve ben bunu kabre kadar götüreceğim. Ben hürriyete aşık bir adamım. Basın hürriyetine de aşıkım. Bana yönelttiğiniz suçlama bundan ibaretse, iftiharla kabul ederim". (a.g.k., s.129).
Bu sözleri söyleyen yaklaşık yüz yıl önce bir Başbakan! Yüz yıl önce! Sadece söylemekle kalmıyor, Başbakan olduğu sürece bu inancını titizlikle uyguluyor.
Özellikle kimler okumalı?
II. Abdülhamit’in Namık Kemal’in tutuklanmasını istemesine, mahkemeye bu yönde baskı yapmasına rağmen, mahkeme başkanı Abdüllatif Suphi Paşa Namık Kemal hakkında beraat kararı veriyor. Padişahın baskısına boyun eğmiyor! (a.g.k., s.50).
Suphi Paşa kendi inancına destek olması açısından, arkasında güvendiği bir Adalet Bakanı var, yargı bağımsızlığını koruyan Abdurrahman Nurettin Paşa. Öyle bir Adalet Bakanı ki, bakın ne diyor:
"Padişahın fermanı her kapıdan içeri girer ama, adalet kapılarından giremez." (a.g.k., s.52).
Bu örnekleri verdikten sonra Taha Akyol bugüne şöyle sesleniyor:
"Ey yargıçlar, kürsü hakimlerinden yüksek yargıya kadar bütün hakimler, tarihe nasıl geçmek istersiniz? Abdüllatif Suphi Paşa, Abdurrahman Nurettin Paşa gibi mi, yoksa başka türlü mü?
Hakimler üzerinde Demokles’in kılıcı gibi duran Hakim ve Savcılar Kurulu (HSK) üyeleri, siz de aynı soruların muhatabısınız. Tarihteki yerinize kendiniz karar vereceksiniz." (a.g.k., s.60).
Çok akıcı ve kolay okunan kitap tam bir "demokrasi manifestosu". Günümüzde bütün yargıç ve savcıların, milletvekillerin, bürokrasinin, hiç sesi soluğu çıkmayan üniversitelerin, bilim adamlarının, iktidarın emir - komuta zincirinde yer alan gazetecilerin, Türkiye’yi yönetenlerin okuması gereken bir kitap. Hiç olmazsa, belki bir nebze "ben ne yapıyorum" diye kendilerini elekten geçirmeleri adına...
Namık Kemal ne diyor:
"Kimin eteğini öptünüz de, ağzınız lezzet buldu."