14 Temmuz 2014

Ekonomilerin kırılganlığında bankacılık sektörünün önemi

Kredi değerlendirme şirketleri Türk bankaları hakkında ne düşünüyor? Bankaların sermaye yeterliliği konusunda endişe edilecek bir durum var mı?

Bankacılık sektörü
konusunda bir yerine üç yazı

Finansal sektör bir ekonominin en kompleks kesimini temsil eder. Bankacılık, hem tüm ekonomi için çok önemli olan, hem de yüksek sayılı boyutları olan bir sektör oluyor. Ancak, sektörün neden ekonomiler için bir kırılganlık kaynağı olduğu hakkında yazmaya başladığımda, bankacılık sistemini hak ettiği detaycılıkla incelemenin bir yerine en az üç yazıyla mümkün olacağı sonucuna vardım. Aslında, üç yazıyla bile, topladığım verilerin, yapmayı planladığım analizlerin ancak yarısını kullanabileceğim.  Bu üç yazı, geçmişte yapısı sağlam olan bankacılık sektöründe, takriben 2003 sonrasında başlayan trend sonucu olarak, sektörün sağlığının, henüz kritik bir duruma gelmemiş olmasına rağmen, yine de önemli derecede bozulmuş olduğu ortaya çıktı. Sektördeki gelişmelerin nihai sonucu sermaye yeterlilik rasyosunda hissediliyor. Bankaları olumsuz gelişmelerden koruyacak, olumsuz ekonomik şokları emecek sermaye tabakası gittikçe incelmekte. Yani, sektörde bilhassa son yıllarda bazı çatlaklar oluşmakta.  Durumun kritik bir seviyeye gelmesinin önüne geçilmesi için bu çatlakların neler olduğunun belirlenmesi (teşhisinin yapılması), ve gereken önlemlerin alınması (tedavi edilmesi) gerekiyor.

Orijinal olarak 7 yazıyı kapsamasını planladığım ‘ekonominin kırılganlığı’ başlıklı dizi, bankalar hakkında 1 yerine 3 yazıyı içereceği için, 9 yazıdan oluşmuş olacak.  Bankacılık sektörü hakkındaki bu (6’ıncı) yazı ve bunu takip eden 2 yazı sonrası, dizinin 9’uncu ve son yazısı konut sektöründe bir balon koşullarının var olup-olmadığı hakkında olacak.

Bankacılık ekonomilerde neden hem en kompleks hem de en önemli sektördür?

Bence, finansal kesim her ekonominin hem en kompleks, hem de en önemli sektörüdür.  Bu durumdan şu faktörler sorumlu oluyor: 1. Faizler, döviz değerleri gibi en çok bankaları etkileyen veriler, her ekonomide tahmini en zor olan değişkenleri temsil eder.

Bankacılık sektörünün
yüksek ‘mali kaldıraç oranı’

2. Ekonomilerde en yüksek mali kaldıracı bankalar kullandığı için, ekonomik gelişmelerden en sert olarak finansal sektör etkilenir. Yüksek dereceli mali kaldıraç, aynı zamanda sektörün öz sermaye tabakasının neredeyse bir jilet inceliğinde olması anlamına gelir. Dolayısıyla, küçük boyutlu bir ekonomik dalgalanma bile mali kaldıraç büyüteci kanalıyla sektörde bir tsunami olarak yansıyabilir. Bir bankanın bu boyutlu bir dalgaya karşı yeterli yükseklikte bir dalgakıranı (sermayesi) olmadığından, dalga bankanın sermayesini tamamen silebilir. Yani, banka kolayca iflas edebilir. Ekonomilerin başka sektörleri için yerel ve/veya uluslararası regülatörlerce belirlenmiş bir asgari ‘sermaye yeterlilik oranı’ olmadığı halde, böyle bir kısıtlamaya bankaların ihtiyacı olduğunun düşünülmesinin ana nedeni bankacılık sektörünün yüksek mali kaldıracı olmasıdır.

Sektörde “bulaşma tehlikesi”nin olması

3. Bankalar reel sektör şirketlerine kıyasla, yüksek dereceli birbirlerine bağlılık, bir “iç içecilik” ortamında faaliyet gösterir. Ayrıca, banka yatırımcıları/mevduat sahipleri, vs., için “güven duygusu” çok önemli bir faktör olur. Bu iki özellik, sektörün yukarda bahsedilen yüksek mali kaldıraç durumuyla bir araya geldiğinde, bir bankadaki olumsuz gelişmelerin diğer bankalara sıçraması potansiyelini yaratabilir (örneğin, Lehman Brothers iflasının tüm küresel bankalara olumsuz etkisi).

Ekonomik dalgaların reel
sektöre yansımasında bankaların rolü

4. Ekonomik dalgalanmalar ve aynı zamanda ekonomik politikalar reel kesimi finansal kesim kanalıyla etkiler. Örneğin, enflasyon beklentilerinde bir artış, faizleri yükseltir. Yüksek faizler ise hem bireylerin tüketim, hem de şirketlerin yatırım kararlarını olumsuz yönde etkiler. Ayrıca, bir küresel şok oluşursa, bunun etkileri önce bankalarda hissedilir. Bankaların şoka karşı aldıkları tedbirler ise reel kesimi etkiler. Yine Lehman Brothers örneğini kullanırsak, bu olay tüm bankaların kredi verme kriterlerini sıkılaştırdı. Kredi bulmakta zorlanan şirketler ise yatırımlarını kıstı ve önemli sayıda personeli işten çıkardı.

Bankacılık sektöründe son 1-2 yılın gelişmeleri

Bankacılık kesimini direkt olarak etkileyen sayılı faktörler var. Bunların kısmi bir listesinde şunlar yer alıyor: Faiz ve kur değerleri, kredilerin büyüme hızı, kredilerin kompozisyon ve kalitesi, takipteki alacaklar oranı ve diğer risk ölçütleri, fonlama kaynak ve maliyetleri, sektörün kârlılık oranları, ekonominin büyüme hızı ve diğer makroekonomik veriler, vs.

Sermaye yeterililik rasyosunun önemi

Yukarda kısmi listesi verilen sektör için önemli olan değişkenlerdeki gelişmeler bir süzgeçten geçirildiğinde söz konusu gelişmelerin sektöre olan etkilerinin son durağı sermaye yeterlilik oranı olur. Yani, bankacılık hakkındaki değişkenlerde yaşanan gelişmelerin nihai etkileri sektörün sermaye yeterlilik rasyosuna yansır. Bu nedenle, sektörün gidişatını belirlemek için önce en yaygın olarak kullanılan sermaye yeterlilik oranının (‘Standart sermaye yeterlilik rasyosu’) 2002 sonu - 2014 Nisan döneminde sergilediği trendi inceleyeceğiz. Bu trend belirlendikten sonra, bankacılık sektörü için önemli olan faktörlerin söz konusu yeterlilik rasyosunu ne gibi kanallarla, ve hangi yönde/ne derecede etkilediğinin analizi yapılacak. Yani, sermaye yeterlilik rasyosu nihai sonuç olmasına rağmen, bu orandaki gelişmeler yazının başlangıç noktası olacak ve bu rasyodaki değişiklerden hangi bankacılık verilerinin sorumlu olduğu araştırılacak.

Kredi değerlendirme şirketlerinin Türk bankaları hakkındaki görüşleri

25 Mart’ta Moody’s siyasi çalkantılar ve piyasalardaki oynaklık nedenleriyle, 10 Türk bankasını olası bir indirim için izlemeye aldı. Moody’s, bu kararına gerekçe olarak ekonominin yavaşlayan büyüme hızının sektörde yarattığı baskıları gösterdi (ekonominin düşük hızla büyümesi, bankaların takipteki alacaklarını artırarak, kârlılık ve sermaye oranlarını olumsuz yönde etkiler).

Daha sonra, S&P, faiz artışlarının bankaların net faiz marjlarında erozyon yaratacağı görüşünü ifade ederek, “finansal sektörde kırılganlıklar oluşmaya başladı” korosuna katıldı. S&P bankaların fonlama maliyeti artıran faktörler olarak kur değer artışlarını  (bankaların sendikasyon kredileri maliyetini yukarı yönlü etkileyeceği için), ve TCMB’nin faizleri yükseltmesini (mevduat faizlerini artıracağı için) gösterdi.

Fitch’ten 3 Türk bankasına not indirimi

Mart sonununda bankacılık sektörünü gözden geçirdiğinde, Fitch kredi notu şirketi Türk bankalarının varlıklarının (aktiflerinin) kalitesini nispeten sağlam, ve sermaye yeterlilik oranlarını ‘sağlıklı’ olarak görmüştü. Bu nedenlerle, Türk bankalarının ılımlı dereceli dış şoklara karşı dayanıklı olduğu sonucuna varmıştı.

Ancak, aynı şirket, 25 Haziran’da İş Bankası, Garanti Bankası, ve Akbank’ın kredi notlarını ‘BBB’den ‘BBB’-ye indirdiğini açıkladı. Ancak, Fitch, yine de, söz konusu üç bankanın uzun vadeli not görümünü “durağan”da tuttu. Bu üç bankanın not indirimine gerekçe olarak “kredilerdeki sert artıştan kaynaklanan riskleri ve bu bankaların yüksek dış borç seviyelerini” gösterdi. Ayrıca, bu bankaların finansal ölçütlerinde yakın geçmişte “ılımlı bir bozulma”nın yaşandığını da ifade etti. Son olarak da, Fitch, bu üç bankanın fonlama maliyetinin artmış olmasının not indirim kararında etkisi olduğunu açıkladı.

Fitch, Yapı Kredi Bankasının kredi notunu ise ‘BBB’ olarak teyit etti. Buna rağmen, bankanın not görünümünü “durağan”dan “negatife” revize etti. Fitch, Yapı Kredi’nin hisse senetlerinin yüzde 41’nin sahibi olan UniCredit’in not görünümü “negatif” olarak belirlemişti. Yapı Kredi’de yaptığı değişikliğe neden olarak, bu bankanın not görünümünün, UniCredit’in not görünümü ile uyumlu olması gerektiğini gösterdi.

Kredi notu şirketlerinin Türkiye’nin bankacılık sektörü hakkındaki genel görüşü

Kredi notu şirketleri Türkiye’nin bankacılık sektörünün durumunun kritik bir safhaya gelmiş olduğunu düşünmüyorlar. Yine de, sektörün son yıllarda sergilediği olumsuz performanstan endişe duymaktalar. Görüşlerinin bu ortak paydasına rağmen, not şirketlerinin, bazı konularda görüş ayrılıkları da var. Örneğin, Moody’s sektörün en tehlikeli kırılganlık unsuru olarak KOBİ kredilerini görürken, S&P, kırılganlık kaynağının bireysel krediler olduğunu düşünüyor. 2 sonraki yazı, bu iki kredi kategorisinden hangisinin daha riskli olduğunu araştıracak.

Sermaye yeterliliği standart rasyosu (SYR)

Kullanılan sermaye rasyosu ne olursa olsun, bu oranın payı sektör (ya da banka) için bir sermaye tanımını, paydası ise bankaların risklerine göre ağırlıklandırılmış varlıklarını temsil eder. SYR’de kullanılan ve ‘yasal öz kaynak’ olarak bilinen sermayenin tanımı şu: ana sermaye + katkı sermayenin bir bölümü – piyasa riskini karşılamak için gereken sermaye – sermayeden indirilecek değerler. Rasyonun paydasında kullanılan risk faktörleri ise kredi riski, piyasa riski ve işletme risklerinden oluşuyor.

BDDK, ve Basel-I uzlaşması bankaların SYR’sinin asgari olarak yüzde 8 olmasını öngörüyor.  Ancak, bir-iki durumu tartışırken SYR’den daha kısıtlayıcı bir oran olan ve BDDK’nın asgari olarak yüzde 6 olmasını öngördüğü ana sermaye rasyosundan da bahsedeceğim (AYR, İngilizcesi ‘Tier 1 capital adequecy ratio’).

SYR neredeydi, nereye geldi?

SYR, 2002 sonundan 2005’in ilk yarısına kadar yüzde 25 – 30’ların üzerindeydi. Yani bankacılık sektörü olumsuz gelişmeleri çok rahat bir şekilde karşılayabilecek bir sermaye tamponuna sahipti. Ancak, daha sonraki yıllarda ara-sıra iniş-çıkışlar yaşanmasına rağmen, rasyonun genel trendi düşüş yönlü oldu. Tabii, bunun mekanik nedeni rasyonun paydasının, payından daha yüksek hızlı olarak büyümesi oluyor. Nitekim incelediğimiz dönemin tümünde (2002 Aralık – 2014 Nisan), SYR’nin paydası (yüzde 27.7) ile payı (yüzde 22.8), arasındaki büyüme hızı farkı, son yıllarda daha da belirgin hale geldi. 2010 sonu-Nisan 2014 döneminde öz kaynaklar yılda yüzde 18.2, risk ağırlıklı varlıklar ise yüzde 24.1 büyüdü. Yani, pay ve payda arasındaki büyüme hız farkı yüzde 4.90’dan yüzde 5.90’a çıktı. Bu fark nedeniyle, SYR yüzde 19’dan yüzde 16.1’e düştü.

SYR’deki dramatik düşüşe rağmen, Türk bankacılık sistemi bu gün 2 nedenle hala sağlıklı durumda. 1. Söz konusu rasyo Basel-I ve BDDK standartlarının öngördüğü yüzde 8’in önemli derecede üstünde. 2. Avrupa bankalarına kıyasla Türkiye’nin bankacılık sektörünün sermaye yeterlilik oranı daha yüksek. AB bankaları hakkında bulduğum veriler AYR hakkında ve 2013 sonu itibariyle olduğu için, Türkiye - AB bankaları karşılaştırması için, bu tarihi ve sermaye oranını kullanacağım. 2013 sonunda yüzde 12.98 olan Türkiye bankacılık sektörünün ana sermaye yeterlilik oranına karşılık, Avrupa Bankaları Otoritesinin yayınladığı veriler aynı oranın AB bankaları ortalamasının yüzde 11.4 olduğunu, yani, Türk bankalarının daha sağlıklı olduğunu gösteriyor.

Yine de, SYR’nin 25-30’larda iken, 2013’de yüzde 15.3’e inmiş olmasının göndermekte olduğu mesaj ihmal edilemez. Sektör kritik bir duruma düşmeden, trendin arkasındaki nedenlerin incelenip bunların önüne geçilmesi gerekiyor.

Bankaların sermaye yeterliliği konusunda endişe edilecek bir durum var mı?

Bu sorunun cevabını “evet” yapan 3 ana neden var: 1. Yukarda belirtildiği gibi SYR 11 yıllık bir düşüş trendi içinde. Bu trendin devamı, sektörün sağlığını kritik bir seviyeye getirebilir. 2. Türkiye bankacılık sektörünün sermaye yeterliliğinin gittikçe düşmesine karşılık, AB bankalarının oranı, bilhassa son yıllarda, yükselmekte ve aradaki fark daralmakta. 2009 sonunda Türkiye’nin AYR’si AB bankalarının 2 mislinden fazla iken (yüzde 18.6 ve yüzde 9.1), 2013 sonunda durum hala Türk bankalarının lehinde olmasına rağmen, 4 yıl gibi kısa bir sürede rasyoların farkı sadece yüzde 1.58’e inmiş durumda (12.98-11.4). Üstelik tut sat krizinin etkilerini tamamen üzerlerinden atamamış olmalarına rağmen AB bankalarının rasyosu bu kısa dönemde yükselirken, krizden çok daha az etkilenen Türkiye’nin bankacılık sektörünün yıllardır bir düşmekte olan SYR’si bu trendini devam ettirmekte. 3. Basel-II standartları SYR’nin 2007’den itibaren yüzde 12 olmasını öngörmüştü. Küresel kriz nedeniyle bu kriterin uygulanması ertelendi. Ancak, yakın gelecekte yüzde 12’nin uygulanmaya sokulacağı şüphesiz. Bu durumda, şimdi yüzde 8 olan sektör SYR’si – zorunlu SYR farkının (yüzde 16.1 – yüzde 8), SYR’deki düşüşün devam etmesi halinde ve yüzde 12 uygulamasına geçildiğinde, daralacağı mutlak.

Türkiye’nin bankacılık sektörünün sermaye oranı açısından sağlıklı olmaya devam ettiği, henüz bir ameliyatı gerektirecek bir durumun olmadığı bir gerçek. Ancak, bu cümledeki “henüz” kelimesi önemli. SYR’da uzun bir süredir devam eden erozyon, kritik bir seviyeye ulaşmadan, erozyonun önüne geçecek tedbirlerin alınması şart.

Bir sonraki yazı

SYR’daki erozyonun aritmetik/mekanik nedeni yukarda da belirtildiği gibi açık. Ancak, pay/payda büyüme hızı farkından ne gibi ekonomik faktörler sorumlu? Bir sonraki yazı, rasyonun payına odaklanacak ve bankaların gelir ve maliyetlerini, yani, kârlılıklarını etkileyen gelişmeleri inceleyecek.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Yunanistan'ı kurtarma paketi doğmadan ölebilir

Yunanistan, onur kırıcı şartları kabul ettikten sonra bile sadece ve geçici olarak ‘direkten dönmüş’ olacak

Türkiye AB'ye 'Evet'; Avro'ya 'Hayır' demeli

'Ҫılgınlığın bir tanımı, aynı şeyleri yapmaya rağmen, değişik sonuҫlar beklemektir'

Avro sisteminin ҫökecek olması: Kültürel faktörler

Avrupalı olma kavramı, Amerikalı olma kavramına kıyasla pamuk ipliği kuvvetindedir