Baş döndürücü bir hızla ilerleyen barış süreci sadece Türk milliyetçiliğinin çeşitli görünümlerini değil, Kürt milliyetçiliğini de tartışabileceğimiz bir alan yaratiyor. Bu bağlamda şair-yazar Bejan Matur’un Der Spiegel için kaleme aldığı, Türkçesi www.bejanmatur.com sitesinde yer alan “Türkiye’nin Kürt Sorununa Yeni Bir Tanım İhtiyacı” başlıklı yazı iyi bir başlangıç noktası. Yalnız Matur’un tezlerini ve bu tezler üzerinden Kürt milliyetçiliğini tartışmadan önce iki noktanın altını çizmekte yarar var. Birincisi, Kürt milliyetçiliği, moda terimle bir “realite”, kendi tarihselliği içerisinde anlaşılması gereken bir olgu. Dolayısıyla hangi biçime bürünürse bürünsün, bu milliyetçiliği üstten bir bakışla yargılamaktan, ötekileştirmekten kaçınmamız gerekiyor. Kaldı ki Türk milliyetçiliğinin Kürtlere uyguladığı yok sayma ve baskı politikalarıyla hesaplaşmadan Kürt milliyetçiliğini eleştirmenin yolu yok. İkincisi, Matur’un barış sürecine yönelik eleştirileri onu “savaş yanlısı” yapmıyor. Bugünlerde süreçle ilgili görüş bildiren herkesin üzerinde Demokles’in kılıcı gibi sallanan “barış yanlısı-savaş yanlısı” türü sığ karşıtlıklar, “barış mı, demokrasi mi?” tarzı içi boş sorular sağlıklı tartışma ortamını boğmaktan başka bir işe yaramıyor. Dağın Ardına Bakmak kitabina imza atmış birinin savaşın devamını istediğini iddia etmek savunulacak bir pozisyon değil.
Matur’a göre Kürt sorunu sanıldığı gibi bir kültürel haklar ve eşitlik meselesi değil, bir “uluslaşma” sorunu. Sorunun kaynağı Kürtlerin yaşadıkları coğrafya ile kurdukları ontolojik, varoluşsal bağda yatıyor; bu anlamda çözüm ancak Kürt ulus-devletinin kurulmasıyla mümkün. Öcalan’ın Newroz mesajında önerilen “demokratik ortak bir Cumhuriyet” fikri ise gerçekçi değil. Anadolu, Mezopotamya birliği bir hayal.
Anadolu/Mezopotamya birliği gerçekten de bir hayal olabilir. Öte yandan Matur’un çözüm olarak önerdiği “Kürt ulus-devleti” bugünün konjonktüründe ne ölçüde gerçekçi? Hemen belirtelim, ulus-devlet meselesi kaba bir realizmle, jeopolitik gerekçelerin ardına sığınılarak geçiştirilecek basit bir konu değil. Kürtler 40 milyona dayanan nüfuslarıyla dünyanın kendi devleti olmayan en büyük ulusu (evet, “ulus”; milliyet, etnik grup filan değil) ve, Türk milliyetçilerinin kalbine inecek ama, bu ulusun bir noktada kendi devletine kavuşması kaçınılmaz. Kuzey Irak’taki Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin bu devletin nüvelerini taşıdığını görmek için siyaset bilimci olmaya da gerek yok. Yine de dört farklı ülkeye bölünmüş, Türkiye içinde bile farklı bölgelere dağılmış Kürt ulusunun kısa vadede kendi bağımsız devletine kavuşma olasılığı yüksek görünmüyor. Peki Kürt ulusu temel hak ve özgürlüklerine kavuşmak için kendi devletine sahip olmayı mı beklemeli? Silahlı mücadeleden bir sonuç çıkmadığı da ortada olduğuna göre, bir şekilde başlamış olan müzakerelerin başarıya ulaşması, Kürtlerin Türklerle eşit olduğu bir düzene kavuşmak için mücadele etmek, Matur’un terimini kullanalım, daha “gerçekçi” değil mi? Üstelik hem Abdullah Öcalan, hem de Murat Karayılan bağımsız devlet fikrini desteklemediklerini açıklamışken (elbette Matur PKK’nın Kürt halkını temsil etmediğini düşünmüyorsa).
Matur’un yazısında üzerinde durulması gereken iki saptama daha var. Bunlardan ilki entelektüellerin Kürt sorununu kültürel haklar ve eşitlik meselesine indirgediği, “daha konforlu buldukları” bu “yalana devleti de” ikna ettikleri iddiası. Matur, Kürt sorunu üzerine yazılmış düzinelerce kitap ve makaleden habersiz olabilir ama sırf bu nedenle daha özenli bir dil kullanmasını beklemek de hakkımız olsa gerek. Zaten iddia tamamıyla gerçek dışı. Kastedilen devletin sözcüsü konumundaki entelektüeller ise ortada zaten Kürt sorunu diye bir şey yok, çünkü Kürt yok! Sorun, geri kalmışlık sorunu ya da dış güçlerin kışkırtması. Söz konusu olan resmi tarihe mesafeli entelektüeller ise, Matur’a Kürt sorunu üzerine kalem oynatanların pek de konforlu bir hayat sürdürmediğini hatırlatmamız gerekiyor. Kürt sorunu da elbette tek boyutlu bir sorun değil. Konunun kimlik boyutu kadar siyasi ve ekonomik boyutları da var. Bu anlamda çözüm de sadece kültürel eşitlik ekseninde değil, çok katmanlı bir yaklaşımla mümkün.
Peki Matur’un yazısında sıkça atıfta bulunduğu bir coğrafyaya duyulan ontolojik, varoluşsal bağ? Bu iddiayı genellemek zor; yine de milliyetçiliklerin – hayali ya da gerçek – coğrafyalarla (bu durumda Kürdistan) özel bir ilişkisi olduğu yadsınamaz. Öte yandan bu bağın sadece bağımsız bir devlet çatısı altında tatmin edilebileceğini söylemek de çok kolay değil. Matur’un saydığı örnekler, Galler, Katalonya, İskoçya, aynı kategoride değerlendirilebilecek örnekler değil. İskoçya’da bağımsızlık iradesi güçlü; Galler’de değil. Kimi uluslar siyasi ya da ekonomik nedenlerle özerkliği, federatif bir yapıyı tercih edebiliyorlar. Matur’un fazlasıyla bel bağladığı AB yapılanması ise kendi devletine sahip ulusların bile o kadar da bağımsız olmadığının en iyi kanıtı (kendi ekonomik politikalarını belirleyemeyen Yunanistan ne kadar bağımsız?).
Lafı daha fazla uzatmayalım ve yazıyı yukarıda değindiğimiz bir noktayı tekrar vurgulayarak bitirelim. Kürtler arasında bağımsız devlet yönünde bir siyasi irade belirdiği (ya da ağır bastığı) gün Kürdistan kurulacaktır. Bunun önünde ne Türkiye, ne de Bağdat, Tahran, Şam durabilir. Matur bir konuda sonuna kadar haklı: Kürtler geç de olsa tarih sahnesine çıktılar ve hakettiklerini almadan o sahneden inmeyecekler!