3. Hükümeti seçim dışı yollarla devirmeye, Taksim’den Tahrir çıkarmaya çalışıyorlar. 31 Mayıs’ta atmaya basladığınız twitter mesajları 24 saat geçmeden bu yöne evrildi. “Dertlerinin avm-ağaç olmadığı ortaya çıktı değil mi? Bunlar seçilmiş hükümeti indirmeye çalışıyorlar”, “..bu zaten bazı universal ölçekli uzlaşımların biraraya gelmelerinin tezahürü. Hiçbir kendiliğinden öfke bu kadar organize olmaz”, “Cumhuriyet mitinglerini vermekte zorsunan Batı medyası bu olayları ‘türk baharı’ diye adlandırmakta çok aceleci davrandı. Düşündürücüdür bu”, “Cumhuriyet mitinglerinde yürüdüler ne olduysa Gezi’de de aynısı olur; (ne) Türk baharı ne de Tahrir çıkar” (imlaları mümkün olduğunca değiştirmiyorum). Uluslararası komplo, emperyalist güçler, Türkiye’yi içeriden dışarıdan karıştırmaya çalışanlar. Tanıdık geliyor mu size bu iddialar? Bunların 1960’lardan beri dinlediğimiz ulusalcı masallardan farkı ne? Ve elbette meydan okuma: “Gezi’den sonra bir yeşiller partisi bekliyorum ben Yeşili seven Tayyip’ten nefret edenlerin partisi Sokaklarını gördük sandıklarını da görelim”. Havada uçuşan 27 Mayıs, 28 Şubat benzetmeleri.
Hemen yanıt verelim. Bir, giderek güçlenen, çevresine “model” olarak tanıtılan bir ülkede karışıklıklar çıkıyorsa bu her yerde haber olur. Sizin benden daha iyi bileceğiniz gibi, rating kaygısıyla “seksi” başlıklar atılır, “Türk baharı” gibi. Ha bunlar arasında gerçekten kötü niyetli olanlar yok mudur? Elbette vardır. Ama bu her zaman, her yerde vardır. Ve bu yayın organları bilinir. The Economist belirli bir siyasi ideolojinin sözcülüğünü yapar örneğin ve kalkıp oryantalist bir kapak yaptığında kimse ciddiye almaz (Şubat ayında İsveçlileri sarhoş vikingler olarak gösteren kapak yaptı; İsveçliler sadece eğlendi). Bu yayınları ciddiye alıyor, bundan komplo teorileri üretiyorsanız, işiniz zor.
İki, Taksim elbette Tahrir olmaz. Halkın yarısının oyuyla seçilmiş bir hükümetten söz ediyoruz burada. Ulusalcılar, siyasi oportünistler buna inanıyor olabilir ama bu eylemcilerin tümünü bağlamaz. Bu hükümetin alternatifi yoktur, istifa etmeye kalkarsa ülke daha büyük bir karmaşaya sürüklenir. Ama bu alternatifsizlik, o hükümetin eleştirilemez olduğu anlamına gelmez. Bir kesim için, benim için Gezi, “hükümet istifa değil, hükümet bizi gör, bizi duy, bizi dinle”den ibarettir. Haydi canım sende, atılan sloganları duymadın mı demeyin bana. Siz dün havaalanında atılan sloganları duydunuz mu? Gergin kalabalıkların olduğu yerde slogan atılır. İnsanlardan bir dakikalık saygı duruşu yapmalarını ya da “Sayın Erdoğan lütfen size oy vermeyenlerin taleplerine karşı daha duyarlı olun” diye slogan atmalarını beklemiyordunuz herhalde.
Üç, sandığa gideceğiz de ne olacak? CHP iktidara gelecek diye düşündüğümüzü mü varsayıyorsunuz? Bu kadar saf mı karşınızdakiler (CHP’lilerin bir bölümü öyle olabilir ama)? Hem günlerdir yazmayan kalmadı ama demokrasi oy vermekten ibaret mi? Başbakan dün gece eylemler karşısında tavırsız kalacak olursa AKP’ye oy veren yüzde 50’nin kendisinden hesap soracağını söylüyordu. Varsayalım şu meşhur yüzde 50’nin hepsi aynı şekilde düşünüyor, başbakanın bir sözüyle sokağa dökülecekler. Ya kendisine oy vermeyen yüzde 50? Ya bugüne kadar kendisiyle birlikte hareket eden liberal kesim? Beraber yürümüştük ya bu yollarda, artık yalnız mı yürümek istiyorsunuz? Bizi Kemalistlerle, ulusalcılarla bir görmek size ne kazandıracak? Neden herkesi karşınıza alıyorsunuz?
Lafı daha fazla uzatmanın gereği yok. Söylemeye çalıştığım şu: Savunduğunuz zihniyetin, kullandığınız totalci, genellemeci dilin can düşmanınız olarak gördüğünüz ulusalcılardan, Kemalistlerden farkı yok. Onlar yıllarca sizi “ötekileştirdi”, şimdi siz onları “ötekileştiriyorsunuz”. Onlar sizi savunan liberalleri cemaatçi, gizli İslamcı, “dinci”, Sorosçu hatta bölücü olmakla suçladı; şimdi siz aynı liberalleri, sizinle birlikte askeri vesayete direnen, başörtülülerin hakları için yanınızda savaşanları bile (ne hikmetse yine) cemaatçi, gizli Kemalist, ulusalcı olmakla suçluyorsunuz. Tamam, anladık, sol dediğiniz şeyle varoluşsal bir sorununuz var. Kininiz bitmiyor, muhtemelen kısa vadede bitmeyecek de. Ama anlayın, olan bitenler bu kadar basit değil. Siyah-beyaz değil. Mağdurluğu size anlatacak halimiz yok; o duyguyu çok yaşadınız, yaşattılar size. Onlarla mücadeleyi bırakmayalım. Kemalistlerle, ulusalcılarla, “bizi sabun yaparlar” diyen Emine Ülker Tarhan zihniyetiyle birlikte savaşalım.
Bakın, işler kötüye gidiyor. Saflar sıklaşıyor, kutuplaşma artıyor. Kültür savaşlarından bahseder hale geldik artık. Laiklik filan bitti. Bakmayın tencere-tava gürültüsüne. 28 Şubat tarih artık. Bu tablodan ne barış çıkar, ne demokrasi. Yarın öbür gün Kürtler de taraf seçecek ve hangi tarafı seçerlerse seçsinler bu işleri daha da içinden çıkılmaz hale getirecek. Ülkeyi “gerçekten” Gezi Cumhuriyeti-Anadolu Cumhuriyeti olarak tam ortadan ikiye ayırmayacaksak bir çıkış yolu bulmak zorundayız. Ve tüm içtenliğimle söylüyorum, biz anlaşamazsak kimse anlaşamaz.
Ha tamam anlaşalım, derdiniz ne diyorsanız… İşe şafak baskınından sorumlu görevlilerin istifası, gaz kullanımının yasaklanması ya da çok katı kurallara bağlanması konusunda ortak bir kampanya yaparak başlayabiliriz.