07 Eylül 2013

'Bunları kim öldürdü?' Gezi ve polis şiddeti

Yazının başlığı Yasin Aktay’ın 2 Eylül’de Yeni Şafak gazetesinde yayımlanan “Ölümler Bir Hesabın Konusu Olmuşsa” adlı köşe yazısından

Yazının başlığı Yasin Aktay’ın 2 Eylül’de Yeni Şafak gazetesinde yayımlanan “Ölümler Bir Hesabın Konusu Olmuşsa” adlı köşe yazısından. Mısır ve Suriye’de yaşanan katliamlarla Gezi olaylarını karşılaştıran Aktay, bir yandan ölümlerin bir hesap konusu haline getirilmesine tepkisini ifade ederken, diğer yandan “Mısır’da ölen binlerce ve Suriye’de ölen yüz bin insanın karşısına o 5 kişiyi koyabiliyorlar” diyerek hem aynı hesabı kendisi yapıyor, hem de buradan hareketle “bir tür ‘bir Gezici dünyaya bedeldir’ ırkçılığı” üretildiği gibi mantık sınırlarını zorlayan bir genellemeye gidiyor. Bu kadarla da kalmıyor:

“Peki, Gezi'de ölenler onları gerçekten üzmüş mü? İsterseniz onu da bir sorun. O ölülerin sırf daha fazla cazgırlık yapmak için bir kaç katı daha olmasını mı arzu ediyorlar yoksa. Yoksa neden hiç Gezi ile alakası olmayan ölümleri de Gezi'nin toplam bilançosuna dahil ediyorlar? Sahi bu 5 kişi nereden çıktı? Bunları kim öldürdü?

Amacım aynı zamanda AKP Merkez Karar Yürütme Kurulu (MKYK) üyesi olan Sayın Aktay’la polemiğe girmek değil. Zaten Başbakan Erdoğan’ın Kuzey Afrika gezisinden döndüğü 7 Haziran günü “#weareerdogan #hosgeldinbueyuekusta diren turkiye buyukusta geliyor emperyalistlerin isbirlikcilerine en guzel cevabi istanbul halki veriyor” şeklinde twit atan, Gezi eylemcilerinin – bırakın hayatlarını kaybeden 5 kişi için üzülmeyi – daha fazla insanın ölmesini arzuladıklarını iddia eden partili Aktay’la polemiğe girilmesinin anlamlı olduğunu da düşünmüyorum. Ama Aktay’ın sorusuna cevap verilmeli.

Bu insanların – gerçi rakamlar önemli değil diyorsunuz ama – ikisi hariç hepsini güvenlik güçleri öldürdü Sayın Aktay. 22 yaşındaki Abdullah Cömert Antakya’da başına aldığı darbeler nedeniyle, 26 yaşındaki Mehmet Ethem Sarısülük bir polis memurunun silahından çıkan kurşunla, 19 yaşındaki Ali İsmail Korkmaz Eskişehir’de aralarında bir polis memurunun da bulunduğu sivil bir grup tarafından vahşice dövülerek, 18 yaşındaki Medeni Yıldırım Lice’de Jandarma Karakolu inşa edilmesini protesto ederken (evet, Gezi eylemleri nedeniyle değil) askerin üzerine ateş açmasıyla öldü/öldürüldü. Komiser Mustafa Sarı, Adana’daki eylemler sırasında alt geçit köprüsünden düşerek, Mehmet Ayvalıtaş ise Ümraniye’deki gösteriler sırasında eylemcilerin arasından geçmeye çalışan bir aracın altında kalarak yaşamını yitirdi. Polisin yakın mesafeden attığı gaz kapsülüyle başından yaralanan 14 yaşındaki Berkin Elvan hala yoğun bakımda; aynı şekilde yaralanan Lobna Al Lami ise iki beyin ameliyatından sonra yeni yeni ayağa kalkıyor. Ethem Sarısülük’ün cenazesinde başına gaz bombası fişeği isabet eden Dilan Dursun, gözünü kaybeden 11 kişi, 8.000’i aşkın yaralı… Devam edelim mi? Rakamlar önemli olmadığına göre etmeyelim. Sonra “ölümler üzerinden yürütülen iğrenç ticaretin” parçası oluveririz!

Aslında tam da bu yüzden, yani ölümün ticaretini yapmama adına (özellikle de yanıbaşımız kan gölüne dönmüşken), bu konuda yazmamaya çalıştık. Bu arada AKP yanlısı kalemlerin “biz bu şiddeti kınadık (bunun ardından genellikle “siz eylemcilerin şiddetini kınadınız mı? sorusu geliyor)” ya da “polis kamu düzenini bozan eylemciler karşısında ne yapsaydı, örneğin Başbakanlık ofisine saldıranları durdurmasa mıydı?” yollu sataşmalarını da duymazdan gelmeye çalıştık. Ama siz durmuyorsunuz; Mısır ve Suriye’deki ölümleri bile Gezi üzerinden tartışıyorsunuz. Sayın Başbakan da durmuyor; her konuşmasında lafı bir şekilde “Gezicilere” getiriyor. En önemlisi, Başbakan Erdoğan’ın deyimiyle, “adeta bir kahramanlık destanı yazmış” olan polisimiz durmuyor, her geçen gün yeni bir destana imza atıyor.

O halde biz de size soralım. Olayların üzerinden şu ana kadar üç ayı aşkın bir süre geçti. Kaç polis görevden alındı ya da haklarında soruşturma açıldı? Ali İsmail Korkmaz’ı döverek öldüren grubun içinde olan polis dışında tutuklanan bir emniyet görevlisi var mı? 31 Mayıs gecesi Gezi Parkı’nda çadırları yakan zabıtalar, haklarındaki soruşturma sürse de görevlerine iade edilmedi mi? Bugüne kadar polise müdahale emrini veren tek bir yetkili – İstanbul Valisi, Emniyet Müdürü – istifa etti mi? Ya da iktidar tarafından görevden alındı mı? Bırakın görevden alınmayı, “gösterilerin hiçbir aşamasında polisimiz demokrasinin dışına çıkacak, hukuku çiğneyecek, özgürlükleri kısıtlayacak bir tavrın içinde olmamıştır ... Polisimiz çok önemli bir demokrasi testinden başarıyla geçmiştir” sözleriyle bizzat Başbakan tarafından taltif edilmedi mi?

Ha kamu düzeni diyecekseniz. Polis şiddet içeren eylemleri elbette durdurmalı, kamu düzenini korumalı. Buna kimsenin itirazı olamaz. Peki polisin 4 Ağustos gecesi (Kadir gecesi) İstiklal Caddesi’ndeki bir ocakbaşında oturan iki yaşlı insanı masalarından kaldırıp yerlerde sürükleyerek, hatta birinin yerdeyken yüzüne postalla basarak gözaltına alınma görüntülerini seyrettiniz mi? Ya da 20 Ağustos günü Antalya’dan başlattıkları “Adalet Yürüyüşünü” Taksim’de noktalamak isteyen 6 kişilik gruba bir manga dolusu polisin yaptığı müdahalenin görüntülerini? BDP milletvekili Ertuğrul Kürkçü’nün doğrudan yüzüne sıkılan biber gazı yüzünden şişmiş gözlerini? Seyretmediyseniz link’lerini yollayayım size.(http://www.youtube.com/watch?v=Bb1ErdAf9zU&feature=youtu.be&desktop_uri=%2Fwatch%3Fv%3DBb1ErdAf9zU%26feature%3Dyoutu.be&nomobile=1; http://t24.com.tr/haber/adalet-yuruyusune-polisin-mudahalesinin-goruntuleri/237503). Bu insanlar da kamu düzenini mi bozuyordu? Ellerinde molotof kokteylleriyle Başbakanlık ofisine mi saldırıyorlardı? Bu mudur hukukun çiğneyen bir tavır sergilememek?

Hukuk demişken, gözünüzden kaçmıştır, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin 23 Temmuz 2013 tarihli İzci kararını duydunuz mu? Hani mahkemenin Türkiye’yi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 3. Maddesi’nde ifade edilen insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele yasağını ve 11. Madde’de yer alan toplanma özgürlüğünü ihlal etmekten suçlu bulduğu kararı? Buna benzer tam 130 (yazı ile yüz otuz!) başvurunun daha sırada olduğunu, AİHM’nin artık sistematik hale gelmiş polis şiddetinin ortadan kaldırılabilmesi için Türkiye’ye bir yol haritası önerdiğini biliyor muydunuz mesela? (Bu konuyla ilgili H. Burak Gemalmaz’ın 28 Ağustos’ta Radikal’de yayımlanan zihin açıcı yazısı ya da Human Rights Watch raporlarına bakılabilir).

Sözü daha fazla uzatmayalım. Kim ölü sayısı üzerinden ticaret yapıyor, bilmiyorum (eminim vardır bunu yapanlar). Ama Gezi ticareti yapan bizzat iktidar ve AKP yanlısı basın. Gezi ruhunun yok olmasına engel olan da bu bir türlü bitmek tükenmek bilmeyen polis şiddeti. Bu şiddetin önü kesilmedikçe, sorumlular cezalandırılmadıkça daha çok Gezi yaşanacaktır, bilginize.

  

 

   

Yazarın Diğer Yazıları

Erdoğan nefreti ve Soma; Gülay Göktürk’e bir cevap

Tokatladığı vatandaşa/göstericiye “İsrail dölü neden kaçıyorsun” diye hitap eden, yani açıkça ırkçı bir terim kullanan bir Başbakanla karşılaştınız mı

Türkiye kendi kaderini tayin etti: Ayrışma!

Ünlü Fransız tarihçi Ernest Renan 1882 yılında yaptığı bir konuşmada milleti bir ruh olarak tanımlar. Bu ruhun varlığını sürdürebilmesi her gün tekrarlanan bir halkoylamasına (plebisit) bağlıdır. Yani millet inşa süreci, milletin kendi kaderini tayin etmesiyle bitmez

Gülen cemaati de yenilgiye uğruyor...

AKP Türkiye genelinde yüzde 40-45 bandında kalacak gibi. Bu sonuç, birçok yorumcunun söylediği gibi, seçmenin yolsuzlukları, vs. onayladığı anlamına gelmese de seçmenin AKP etrafında kenetlendiğini, seçim döneminde yaygınlaşan amiyane tabirle tabanın Erdoğan’ı “yedirmediğini” gösteriyor.