18 Kasım 2023

Yan yana fotoğraf çektirin… Biz de yana yana çekelim!

Mesele birbirimize benzemek değil, erken ölümleriyle kaybettiklerimizin de, baskı, şiddet ve nefretle bu ülkede açılan yaraların da farkında olabilmek

"Aslanım benim, aferin Ogün. Yaslan şöyle oğlum, ikimizi beraber çekiyorlar. Rahatsız olma, samimi söylüyorum bak!"

Devlet ve "adalet" Ogün'ü bugün tahliye etmekte çok gecikti! Dün, 16 yıl önce Hrant Dink'i bu dünyadan alıp götüren tetiği çeken Ogün Samast yakalandığında, yanındaki polis öyle sesleniyordu aslanına.

"FETÖ'cü" filan çıkmadıysa, ister emekli ister hâlâ görevde, devlet ve iktidarın "adaleti" o polisin Ogün dediğine gecikmeli geldi!

"Aslanım benim, aferin Ogün" dediler şimdi.

"Rahatsız olma, samimi söylüyorum bak" diye tahliye ettiler.

Hrant Dink'i öldürdükten sonra Samsun'da yakalanan katil Ogün Samast'la fotoğraf çektiren iki jandarma.

Ve arkalarına yaslanırken, 2023 Kasım ayında ikisini beraber çektik.

Devlet ve "önyargı" ile yanında Ogün.

Ogün ile yanında iktidar, yargısı, adaleti!

Gülümseyin bakim.

Madımakçılar nasıl çıktıysa, Osman Kavala, Selahattin Demirtaş, Can Atalay. Çiğdem Mater, Tayfun Kahraman, Mine Özerden içerideyken; işte onlar yine içerideyken "Dink katili" de çıktı.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ni de Anayasa Mahkemesi'ni de takmayan "üstünlük hukuku" neyi üstün tutacağını iyi biliyor olmalı…

O yüzden de işte, "Dünya Hukukun Üstünlüğü" sıralamasında en sonda, 173'üncü değiliz çok şükür. 148'inci sıra hiç fena değil. Yetiyor, artıyor, artınca da "duranı değil, vuranı" serbest bırakıyorlar.

Sahi "Vuran Dışarı, Duran İçeri" diye yazmıştım yıllar yıllar önce Milliyet'te, gazeteci Ragıp Duran hapse girerken yine böyle birileri salındığında. Gazeteci eylemlerinde de pankart olmuştu.

Cem Karaca arayıp "Keşke bunu bestelesem" demişti.

Şimdi ne Cem Karaca var, ne öyle gazetecilerin gazeteleri ve eylemleri, ne Hrant, ne Ahmet Kaya, ah ne de Metin Uca artık.

Yahu ne çok hırpalandı bu ülke. Ne çok ayıp ne çok kayıp!

Ahmet Kaya'yı bu ülkede yaşayamaz, sürgünde de ancak ölebilir hale getirenler ile Hrant'ı manşetten hedef yapanların bir kısmı bugün "şiddetli muhalif." Ogün Samast serbest bırakılınca infial edeni de var, Ahmet Kaya'nın ölüm yıldönümünde "şarkılı story" paylaşanı da!

Bu iktidar ve 21 yılı ve bunca zulüm sadece Erbakan'ın küllerinden, o daha ölmeden onu yasaklarıyla satarak, kazık atarak doğmadı değil mi Fatih Bey; önceki iktidar, medya ve paşalar da onca kirlilikle hem yolu açtılar, hem emsal ve içtihat sağladılar.

Eh 21 yılın bugününe, Ogün'üne varırken zulüm de, adaletsizlik de, nefret ve şiddet de, devletin deve kini de, "samimi söylüyorum bak"ları da ustalaştı!

İkisini yan yana, ötesini, berisini, gerisini beraber çekiyoruz biz de.

Hem çekiyoruz hem çekiyoruz!

Arkalarına öyle bir yaslanmışlar ki, bizim gibi kaz kafalılardan başlayarak, o kaz kafası dahi olmayanlara kadar, anlatıp anlatıp duruyorlar. Tam unutup alışıyoruz derken, yeniden yeniden bu düzeni, kendilerini, adaletsizliği, hukuksuzluğu, üstünlerin hukukunu, keyfiliği, otoriter sistemi, dayatmacılığı, ayrımcılığı, ikiyüzlülüğü hatırlatıp duruyorlar.

Kafamıza vura vura, kalbimizi kıra kıra, umutları eze eze.

Ama kafamız da, kalbimiz de, umudumuz da inadına inatçı.

Çizim: Aydan Çelik

 

Mesele Ogün değil ki. 16 yıl yatmış işte. Bu ülkenin damarlarını kurutanlar, nice katil, azmettirici, emir verici; bireysel ya da örgütlü, sivil ya da devletlû, üstelik birçoğu gayet itibarlı, keyifli, etkili serbestti, yine serbest.

Barış Pehlivan'ı da aynı anda tahliye ediyor sistem, ediyor ki, sen bunu adalet zannet!

Yani Hrant'ı katletme kararı sanki Yasin'in Hayal'iymiş Samast'ın Ogün'lük kararıymış gibi yapmayalım, olur mu?

Bu iki çocuğu oraya iten mekanizma hem karmaşık hem net:

Sanki iş bölümü vardı ve "Büyük Gazete"den Susurlukçu ulusalcı paşa ve avanesine, milliyetçi kimi odağa, polis ve jandarmadaki yapılanmalara, şimdi "içeride" olsalar da bu iktidarın terfi ettirdiği "cemaatçi" polis şeflerine, onların arkasındakilere yayılan bir ağ bu.

Yanılsamalardan, yanılmalardan, yanılgılardan kaçınmamız için sistem elinden geleni yapıyor. Kendimizi kandırmayalım, çünkü onlar kandırmıyor. Neyse o, o kadar net, açık, çıplak!

Tek bir isim, suçlamak için vermiyorum, devletteki devamlılığı göstermek için hatırlatıyorum. Tek bir isim, Reşat Altay mesela. 16 Mart 1978'de İstanbul Üniversitesi önünde öğrencileri katleden "milliyetçi bomba" sırasında, öğrencileri korumak, failleri kovalamakla görevli Emniyet amiriydi. 12 Eylül'ün "bugünküne ilham veren adaleti"yle suçsuz bulundu. Yıllar sonra, 2007'de karşımıza, Dink Cinayeti'nin örgütlendiği Trabzon Emniyet Müdürü olarak çıktı.

Bu iktidarın imzasıyla terfi ettirilip Trabzon Emniyeti'nden tüm Emniyet İstihbaratın başına geçirilen ve sonra "FETÖ'cü" olarak ölümüne hapis cezası alan Ramazan Akyürek'in ardından!

Hiçbir şey olmasa bile bir şeyler olmuştur bildiği. Keşke vicdanı konuşsa bir gün!

Devletimiz ya da devletiniz birden kirlenmedi, tamam mı?

Bütün renkler aynı hızla kirlenmişti ama siz birinciliği Beyaz'a, Ak'a verebilirsiniz yine de.

Aynı gün isimleriniz yan yana geldi ya…

Bazı şeyler tesadüf değildir. Kimse kimseye benzemese bile, biz üçünüzü de sevdik.

Şöyle bir şey düşünün mesela:

Ölümünün 14'üncü yılında çok sayıda sanatçıyla çıkarılan "Ahmet Kaya'yı Anma" albümünün kapağını, ölümünün 7'inci yılında Hrant Dink'in  kızı Sera yapmış…

Biliyorum, Metin Uca da defalarca dinlemiştir onu.

Mesele birbirimize benzemek değil, erken ölümleriyle kaybettiklerimizin de, baskı, şiddet ve nefretle bu ülkede açılan yaraların da farkında olabilmek.

Bir düşünsek, aslında kalplerimiz birbirimize dokunabilir, dokunabilir, dokunabilir, yüreklerimizdeki isyanlar el ele verebilir.

Umur Talu kimdir?

Umur Talu, ilk, orta, liseyi Galatasaray Lisesi'nde yatılı okudu. 1980'de Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi'den mezun oldu.

Üniversite döneminde Demiryolu İşçileri Sendikası ve Marmara Boğazları Belediyeler Birliği'nde çalıştı. Günaydın gazetesinde başladığı gazeteciliği, Güneş, Cumhuriyet, Milliyet, Hürriyet, tekrar Milliyet, Star, Sabah, Habertürk'te sürdürdü. Muhabirlik, ekonomi servisi yönetmenliği, yazı işleri müdürlüğü, genel yayın yönetmenliği, köşe yazarlığı, kısa süre Paris temsilciliği yaptı.

Medyakronik başta olmak üzere, çok sayıda web sitesi ile dergide makaleleri yer aldı.

Birkaç dönem Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Yönetim Kurulu'na seçildi, başkan yardımcılığında bulundu.

İstanbul Üniversitesi, Bilgi Üniversitesi ve Bahçeşehir Üniversitesi İletişim fakültelerinde ders verdi.

Türkiye medyasında ilk "ombudsman"lik kurumunun kurulmasını gerçekleştirdi. 1998'de Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi'ni hazırladı.

Çalışmaları Türkiye Basın Özgürlüğü Ödülü, iki kez Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Köşe Yazısı ÖdülüÇağdaş Gazeteciler Derneği Ödülü başta olmak üzere, çeşitli mesleki ödüllere değer görüldü. Aynı yıl, üç farklı gazetecilik örgütünden köşe yazarı ödülü aldı.

Bodrum: Yüzyıllık Yolculuk, Kadınımızın Hatıra Defteri gibi belgesellerde metin yazarlığını yaptı.

Sosyal Demokrasi, Fransa Bölümü (Turhan) Uçuran Bey Postanesi (Milliyet), Dipsiz Medya (İletişim), Bedelli Gazetecilik (Everest), Senin Adın Corona Olsun (Literatür) kitapları yayımlandı. Keynes'in (O. E. Moggridge, Afa Yay.) çevirisini yaptı.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Yeter mi? Yetmez!

Kobani "suç" ise Süleyman Şah ne der, "şehit astsubay" ne düşünür, peşmergelerin Türkiye topraklarından yolculuğu tarihten silinmiş midir?

Vicdan enternasyonali!

Orleck ve gibiler bize şunu da anlatıyor: Tamam kimlikler var ve doğuştan insanı kavrıyor, kuşatıyor, kişiliğinin temellerini de oluşturuyor ama, istisnai kimi durum dışında… Öyle herkesi içine alan bir "kimlik kişiliği" yok. "Bütün Yahudiler, bütün İsrailliler" yok. "Bütün Araplar" yok. "Bütün Amerikalılar" yok."Bütün Türkler" yok. İyiler ve kötüler var kabaca

Sirkte şirk!

Kim size milyonlarca çocuğun zihnini, kalbini, duygularını, ancak gelecekte olgunlaşabilecek inancını veya inançsızlığını, kişiliğini, ruhunu sorgulama, deşme, didikleme hakkını verdi?