21 Ocak 2025

Tiki-taka… Tak-tik… Tik-tok!

Henüz değiştirilmeden, özü 12 Eylül’den kalma veya onun ruhuyla sürüp giden Anayasa’yı bile okusanız yeter. İhmal edilenler ile ihlal edilenleri elinizle koymuş gibi siz de bulabilirsiniz. Ama sahi, derdimiz başınızdan aşkın. Başımız, derdimizden aşkın! 

Bir önceki yazıdaki bir cümleyle devam edeyim: Sahte bir cumhuriyet, sahte bir demokrasi, sahte bir hukuk devleti var. Orada unuttuğumu da ekleyeyim: Sahte bir sosyal devlet de.

Fakat bu sizi, bizi niye ilgilendirsin ki!

Mesela evde oturuyorsunuz ya da ne bileyim, iş yerinde, dışarıda filan. Gücünüzün farkında mısınız? İsterseniz her an her şeyle oynayabilirsiniz. Cumhuriyet ayarlarıyla da demokrasi ilkeleriyle de hukuk devleti idealleriyle de sosyal devlet düzenlemeleriyle de.

Komşunuzdan rahatsızsınız mesela. Gözaltına aldırın. Öldüresiye düşman olduğunuz başka bir komşu var ama apartman yönetimi seçiminde onun ve apartmandaki dostlarının oylarına ihtiyacınız var. Nefretinizi gömmeden, nefesinizi biraz tutarak da olsa, barış yapın, olmaz mı?

İş yerinde sizi eleştiren birileri mi çıktı. Toplatın hepsini. Topladığınız aidatı ise kanka olduklarınıza dağıtın. Ne kadarını tutmak ne kadarını dağıtmak isterseniz. İşleri hep kayırdıklarınıza verin. Elden, dilden, tek elden, tok dilden!

Her şeyi siz biliyorsunuz. Ömrünüz boyunca kaç kitap okuduğunuzun hiç önemi yok. Okumak değil size lazım olan; zekâ gani ve cana okumak istediğinizde, okuyorsunuz işte. Bu egoyla mı diyeyim, en hafifinden, başkalarını damgalamakta üstünüze yok. Size biraz çizginizi geçen bir şey söyleyene hemen hakaret, hemen mahkemeye, hemen içeriye; siz ise şuradaki kıza sürtük, buradaki gence çürük, kızdığınıza hain demekte özgürsünüz. Yine en hafifinden.

Kendi çocuklarınızın elbette çok üstüne düşüyorsunuz, kendi ailenizin de. İstediğiniz gibi zeki olanın da biraz zor anlayanın da. Olsun. Onlar kendi evlatlarınız. Lakin başkalarının çocukları, hani öldürülmüş bile olsalar, hani bütün hayatları çalınmış bile olsa, belki her zaman değil ama nedense sık sık müstahak. Çıkıp meydanlarda acılı anneleri bile yuhalatabilirsiniz.

Bir daha soruyorum: Size ne lazım cumhuriyet, demokrasi, hukuk devleti, sosyal devlet, adalet… Lazım mı size? Onların hepsi, sizin eleştirilmenizi, her çocuğun ve ailenin ve insanın hakkının gözetilmesini, adaletin eşit dağıtılmasını, imtiyaz ve kayırmacılık olmamasını, sosyal adaletin herkes için sağlanabilir olmasını, barınma, insanca yaşama, konut, grev, toplu sözleşme, gösteri gibi hakların, vicdan ve ifade gibi hürriyetlerin bulunmasını filan dayatıyor. Oysa dayatmak isteyen sizsiniz. İki dudak, tek ses, tek dil, tek ve bazen çift elle. Yumruk da olabilir! Yumuk da yamuk da.

Derdiniz ne sahi? Keyfinizi sürmüşsünüz bunun ve zorlandıkça daha da rendeleyip zımparalamışsınız hepsini. Ve endişeniz; rendenin, zımparanın, dayatmanın elinizden, tek sesin dilinizden gitme ihtimali. O zaman bir öyle bir şöyle, devam. Yeter ki… Yetmez ki!

Diyeceksiniz ki, nerde böyle imkan, var mı böylesine bir ihtimal? Sahi nerede? Var mı böyle bir şey? Neden var? Sizi tenzih ederim de, neden ne cumhuriyet, ne demokrasi, ne hukuk devleti ses verebiliyor; neden bu kadar ezikler?

Kabahatin çoğu da sizde, bizde olabilir mi? Neden çoğu olsun; belki birazı!

Henüz değiştirilmeden, özü 12 Eylül’den kalma veya onun ruhuyla sürüp giden Anayasa’yı bile okusanız yeter. İhmal edilenler ile ihlal edilenleri elinizle koymuş gibi siz de bulabilirsiniz. Ama sahi, derdimiz başınızdan aşkın. Başımız, derdimizden aşkın! 


Umur Talu kimdir?

Umur Talu, ilk, orta, liseyi Galatasaray Lisesi'nde yatılı okudu. 1980'de Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi'den mezun oldu.

Üniversite döneminde Demiryolu İşçileri Sendikası ve Marmara Boğazları Belediyeler Birliği'nde çalıştı. Günaydın gazetesinde başladığı gazeteciliği, Güneş, Cumhuriyet, Milliyet, Hürriyet, tekrar Milliyet, Star, Sabah, Habertürk'te sürdürdü. Muhabirlik, ekonomi servisi yönetmenliği, yazı işleri müdürlüğü, genel yayın yönetmenliği, köşe yazarlığı, kısa süre Paris temsilciliği yaptı.

Medyakronik başta olmak üzere, çok sayıda web sitesi ile dergide makaleleri yer aldı.

Birkaç dönem Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Yönetim Kurulu'na seçildi, başkan yardımcılığında bulundu.

İstanbul Üniversitesi, Bilgi Üniversitesi ve Bahçeşehir Üniversitesi İletişim fakültelerinde ders verdi.

Türkiye medyasında ilk "ombudsman"lik kurumunun kurulmasını gerçekleştirdi. 1998'de Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi'ni hazırladı.

Çalışmaları Türkiye Basın Özgürlüğü Ödülü, iki kez Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Köşe Yazısı ÖdülüÇağdaş Gazeteciler Derneği Ödülü başta olmak üzere, çeşitli mesleki ödüllere değer görüldü. Aynı yıl, üç farklı gazetecilik örgütünden köşe yazarı ödülü aldı.

Bodrum: Yüzyıllık Yolculuk, Kadınımızın Hatıra Defteri gibi belgesellerde metin yazarlığını yaptı.

Sosyal Demokrasi, Fransa Bölümü (Turhan) Uçuran Bey Postanesi (Milliyet), Dipsiz Medya (İletişim), Bedelli Gazetecilik (Everest) , Senin Adın Corona Olsun (Literatür) kitapları yayımlandı. Keynes'in (O. E. Moggridge, Afa Yay.) çevirisini yaptı. 

Yazarın Diğer Yazıları

Sahte rakı, gerçek ölüm!

“Yasak, baskı, dayatma, haraç” adına yaptığınız bir şey insanları yanlışa, ucuza, tehlikeliye ve nihayetinde ölüme sürükleyebiliyor. 4 günde “medeniyetler şehri” İstanbul’da olan bu. 37 ölü!

İstiklal’in ‘öteki’ kahramanları... Cumhuriyet’in 16 Ocak’ı!

Tarih ne içeride ne dışarıda… Ne içeriden dışarıya ne dışarıdan içeriye öyle ezbere akıyor. Ulusal olan her şeyin enternasyonal bir bağı, uluslararası olan her şeyin de ulusal bir imzası olabiliyor

Sessizliğin çığlığı!

Çocukları ve genç kızları, kadınları “itaat-biat kölesi” gören “erkek ve otoriter ve ayrımcı-kayırmacı” bir düzende, suçun önlenmesi bir yana, adaletin tecellisi bile, Narin’in katlinde olduğu gibi kamuoyu baskısına; Şirin’inkindeki gibi “itiraf eden bir çöp toplacıyıcı” olmasına mı bağlı?

"
"