28 Kasım 2023

Kapitalizmden feodalizme geçiş!

"Rezerv alanı" ilanı, ülkede güvensizliğin, güvenmemenin yeni bir safhası olarak hoş geldi, koş geldi! Bir manasını hemen tahmin ediyoruz, değil mi? Servet, gelir, gelecek transferinin yeni bir aşaması! "Emperyalizm kapitalizmin en üst aşaması" denmiş ya, bu da "kendi halkını sömürgeleştirmenin yeni üst aşaması"

Kapitalizm ya bu…

"Serbest piyasa" ya…

"Hukuk devleti" bir de…

Sol gazetelere, gazetecilere bile "Mülksüzleştirme başladı" yazdıran, başlık attıran kapitalizmi, serbest piyasayı, hukuk devletini, "mülkiyet hakkı"nı seveyim.

Haksızlar mı, haklılar!

İnsan hakları, kadın hakları, işçi hakları, çocuk hakları, hayvan hakları, çevre hakları derken, oraya da geleceği mukadderdi.

Çünkü bu "arsızlık, keyfilik, otoriterlik, hiddet ve şiddet düzeni" herhangi bir hak bırakmıyor, hakkıdır milletimin Hak'ka tapan da olsanız, sadece hakikate, hakka, hukuka sarılmak isteseniz de!

Bir "özelleştirme" manivelasına asılıyorlar…

Kamu malları, yani hesapta milletin, halkın serveti, içeride "çok özel sektör"ün kankalarına aktarılıyor mesela…

Başta Katarlılar, dışarıdan gelen kankilere sunuluyor, o da mesela.

Derken, depremin yıkımı üzerine, misal 1999 depreminin neticeleriyle de iktidara gelip 21 senedir ülkeyi depreme karşı duyarsız, toplanan paraları buharlaştırarak yönetenler birden "kamulaştırma"ya koşuyor. "Rezerv alan marifetiyle el koyma" gibi bir hukuksuzluğu hukuk yapıyor.

Hatay'dan başlamışlar; bahçeleri, mahalleleri üç otuz paraya "kamu"laştırmaya. Kamunun, yani halkın elinden son kalan bağını, bahçesini, taşını, toprağını, yıkılmamışsa evini, evinden kalanı, kapısını, tapusunu, belki elden ele aktarmak üzere devlet eline alıyorlar!

"Kamu" ile "devlet" arasındaki ayrımı öğrenmenin tam zamanı; ders almayan, muhakemesi ve vicdanını ezberleri ve inançları kadar geliştirmeyen bir toplum için elzem.

"Rezerv alanı" ilanı, ülkede güvensizliğin, güvenmemenin yeni bir safhası olarak hoş geldi, koş geldi!

Bir manasını hemen tahmin ediyoruz, değil mi?

Servet, gelir, gelecek transferinin yeni bir aşaması!

"Emperyalizm kapitalizmin en üst aşaması" denmiş ya, bu da "kendi halkını sömürgeleştirmenin yeni üst aşaması."

Düşük faizle borçlandırdılar ama o yüzden fırlayan döviz ve enflasyon sayesinde ülkede müthiş bir gelir transferi oldu. Şimdi "faiz sebep enflasyon sonuç" kardeşimizin düzeninde yükselen faizle ikinci yumruk geldi, maaşını, ücretini, enflasyon balonu gelirini filan artıyor zannedenlere.

Sermaye transferi zaten çoktan yapılıyordu. Medya başta, bir dolu yerde. Yandaşlara da Katar katar koşanlara da.

Kamu mülkiyeti olan kıyıların, ormanların adeta gaspı da sürüyordu bir yandan.

Kentsel araziler, Hazine yani kamu arazileri de verildi de verildi.

Kamu yatırımları, elbette yol, köprü vesaire ile "kalkınma"ya, daha doğrusu "büyüme"ye de hizmet etti ama bir yandan da kamu kaynaklarının "tercihli ihaleler" yoluyla transferinin en işlek, en makul yolu oldu. Garantilerle, paydaşlıklarla,

Yerli sandığınız birçok şirket "yabancılar"ın oldu. Yabancı sermayenin hakiki yatırımcı olanlarından kimi kaçarken, bu hukuksuz düzenin kapitalizm bile olamayacağını idrak edenler mesela; kendileri de otoriter krallık, emirlik, şeyhlik düzenlerinin servet sahipleri olanlar "yatırım"ı, hazırı ele geçirme şeklinde yaptılar. Mülkiyet öyle de el değiştirdi.

Vatandaşlık satışıyla da "sıradan mülkiyet" aktarılıyordu. Karşılığı oy ile gelecek kadar bile.

Unuttuğum organizasyonlar, manevralar, alışverişler de vardır Hocam. Ama 21 yılın "kapitalist özeti" mülkiyet transferi, servet transferi, kamu mülkiyetinin gaspları, kamu kaynaklarının özelleştirilmesi, halkın bir kısmının borçlanma ve yoksulluk, endişeler yoluyla adeta "rehin" alınması sanki.

"Mutluluk" yok mu hiç? Olmaz mı? Oyların çoğu öyle olmalı, en azından son seçime kadar. Çünkü bu kadar hızlı aktarıma eşlik eden hızlı büyüme birçok hanede de "büyüme, gelişme, kalkınma, varlıklı, en azından daha iyi şartlarda olma" umudunu besledi; hayatları da değiştirdi bir süre.

Ama bakiye ne? Mutsuzluk, huzursuzluk, umutsuzluk, gençler için geleceksizlik, yurt dışına kapağı atma hayali vb.

Yeni operasyon Hatay'dan, merkezdeki Antakya ve Defne'den başlamış. "Bir arada yaşamanın simgesi" Antakya ve Defne'den; "bir arada ölmenin taze acısı"ndan. Kalanların yarasından, yaraların kanamasından, kanayanların tutunacak son dallarından.

Hasarlı binalar gerekçesiyle hasarsızlara da el konup yıkılmasından, tarlaların, bahçelerin imhasından, mahallelerin işgalinden, tapuların yırtılmasından, başta yoksullar, halkın mahallesinden, hanesinden koparılmasından, binlerce insanın sürgününden.

Burası "sporcunun zeki, çevik ve ahlaklı"larının paraya doymayıp servet katlamak için bankacılarla, borsacılarla, tefecilerle dans edip durduğu…

Dünyanın aradığı Hırvat mafya babasına devletin vatandaşlık verdiği…

Biz ortaya kusulan safralarla, fenomenlerle, şöhretlerle filan oyalanırken, sistemin tefeciliğe, düzenin mafyalaşmaya giderek daha çok battığı cennet ülkeniz.

"Otoriterlik" dün bugün belki hiç umursamadığınız, belki nefret ettiğiniz insanları vurur ve sizi zerre ilgilendirmez. Belki sessiz, belki arkasında, yanında oldunuz, olursunuz.

Sonra sizin de üzerinize yürümeye başlar.

Çocuklarınızın elinden sıkı tutun bari. Belki onların aklı, kalbi, vicdanı, muhakemesi geleceğimizin umudu olur, içinizde bir yerde sizi de uyandırır.

En azından düşmesinler, bu yıkıcı düzenin arsız dozerleri altında kalmasınlar!

Umur Talu kimdir?

Umur Talu, ilk, orta, liseyi Galatasaray Lisesi'nde yatılı okudu. 1980'de Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi'den mezun oldu.

Üniversite döneminde Demiryolu İşçileri Sendikası ve Marmara Boğazları Belediyeler Birliği'nde çalıştı. Günaydın gazetesinde başladığı gazeteciliği, Güneş, Cumhuriyet, Milliyet, Hürriyet, tekrar Milliyet, Star, Sabah, Habertürk'te sürdürdü. Muhabirlik, ekonomi servisi yönetmenliği, yazı işleri müdürlüğü, genel yayın yönetmenliği, köşe yazarlığı, kısa süre Paris temsilciliği yaptı.

Medyakronik başta olmak üzere, çok sayıda web sitesi ile dergide makaleleri yer aldı.

Birkaç dönem Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Yönetim Kurulu'na seçildi, başkan yardımcılığında bulundu.

İstanbul Üniversitesi, Bilgi Üniversitesi ve Bahçeşehir Üniversitesi İletişim fakültelerinde ders verdi.

Türkiye medyasında ilk "ombudsman"lik kurumunun kurulmasını gerçekleştirdi. 1998'de Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi'ni hazırladı.

Çalışmaları Türkiye Basın Özgürlüğü Ödülü, iki kez Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Köşe Yazısı ÖdülüÇağdaş Gazeteciler Derneği Ödülü başta olmak üzere, çeşitli mesleki ödüllere değer görüldü. Aynı yıl, üç farklı gazetecilik örgütünden köşe yazarı ödülü aldı.

Bodrum: Yüzyıllık Yolculuk, Kadınımızın Hatıra Defteri gibi belgesellerde metin yazarlığını yaptı.

Sosyal Demokrasi, Fransa Bölümü (Turhan) Uçuran Bey Postanesi (Milliyet), Dipsiz Medya (İletişim), Bedelli Gazetecilik (Everest), Senin Adın Corona Olsun (Literatür) kitapları yayımlandı. Keynes'in (O. E. Moggridge, Afa Yay.) çevirisini yaptı.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Yeter mi? Yetmez!

Kobani "suç" ise Süleyman Şah ne der, "şehit astsubay" ne düşünür, peşmergelerin Türkiye topraklarından yolculuğu tarihten silinmiş midir?

Vicdan enternasyonali!

Orleck ve gibiler bize şunu da anlatıyor: Tamam kimlikler var ve doğuştan insanı kavrıyor, kuşatıyor, kişiliğinin temellerini de oluşturuyor ama, istisnai kimi durum dışında… Öyle herkesi içine alan bir "kimlik kişiliği" yok. "Bütün Yahudiler, bütün İsrailliler" yok. "Bütün Araplar" yok. "Bütün Amerikalılar" yok."Bütün Türkler" yok. İyiler ve kötüler var kabaca

Sirkte şirk!

Kim size milyonlarca çocuğun zihnini, kalbini, duygularını, ancak gelecekte olgunlaşabilecek inancını veya inançsızlığını, kişiliğini, ruhunu sorgulama, deşme, didikleme hakkını verdi?