02 Kasım 2024

İttifak ile nifak!

Bir elinle Öcalan’ı Meclis’e davet edip bir elinle Özgür Özel’in başını okşarken; Demirtaş ve Prof. Özer gibi isimlerin ayak altında ezilmek istenmesini siz nasıl anladınız acaba? “Terörle ilişki” meselesi olsa tamamen ve hakkıyla, devlette kim kalır acaba?

Ahmet Özer

İktidar ve kumandasındakiler Prof. Ahmet Özer’i Esenyurt’tan aldı, Türkiye ile tanıştırdı!

64 yaşındaki felsefeci, sosyolog, siyaset bilimi “hocası” eğer İmamoğlu’nun danışmanı olmasaydı, iktidar ve hempalarının epeyce nemalandığı hacmi büyük, rantı büyük, halkının çoğu yoksul ve üstelik muhafazakâr sayılan Esenyurt’ta oyların yarısını kadarını alıp belediye başkanı seçilmeseydi muhtemelen “terörist” olmayacaktı!

Ama oldu!

Yıllarca üniversitelerde, kimi zaman en üst makamda görev yapmış, GAP Belediyeler Birliği Genel Sekreterliği gibi kamu görevlerinde bulunmuş, devletin ve bu iktidarın bile “açılım-barış süreci” için bir zamanlar rolünü önemsediği, 7-8 ay önce aday olmasında sakınca bulunmamış, mazbatası verilmiş birisi “geçmişi” birden “şimdiki zaman” yapılarak “terörist” çıktı!

Öcalan’ı Meclis’e bile davet edebilenlerin neden Selahattin Demirtaş’ı ısrarla ve kinle içeride tuttuğu üstüne biraz düşünürseniz, “terörist” Prof. Ahmet Özer’in özelliğini de anlarsınız. İsterseniz Can Atalay’ın, Hatay halkının oylarıyla TBMM’ye seçildiği halde, Anayasa Mahkemesi kararı da çiğnenerek neden ısrarla ve kinle içeride tutulduğunu da düşünme sürecinize ekleyebilirsiniz.

Bu “terörist şahıslar” AKP’nin ve elindeki devletin en çok sinir olduğu şeyi temsil ediyorlar: İktidar karşıtı ittifak!

Ya CHP’nin DEM (HDP, Yeşil Sol, artık o an için adı neyse) ile seçim ittifakı veya destek trafiği; ya “sol” partilerin buna desteği veya kendi aralarındaki ittifakı.

Demirtaş, “Seni başkan yaptırmayacağız” diyerek ve soldan CHP seçmenine kadar, partisine yeni oylar da katarak AKP ve Erdoğan’ı 13 yıl sonra ilk kez tek başına iktidar olmaktan menetmişti. Sonra Ankara Garı, Suruç ve bir sürü kanlı olay, hatta katliamlar oldu. O seçim 5 ayda iktidar tarafından öldürüldü ve AKP yine “tek başına” kaldı; yinelenen, yenilenen, yenilmeyen seçimde.

Demirtaş “içeride”yken bile, sadece iktidarın bu “kötü anısı”nı ve intikam-kin yargısını canlı tutmuyor; hala “barış” ve “barışçı bir AKP karşıtı ittifak” ruhunu taşıyor. Prof. Ahmet Özer de onun kadar toplumsallaşmamış olsa bile, donanımı, bilgisi, saygınlığı ve yerel seçimde arkasında oluşan ittifakla aynı şeyi temsil ediyor.

Can Atalay da bir bakıma öyle: Halkın farklı kesimlerinin dertleri, sorunları, mağduriyeti söz konusu olduğunda, iktidar ve mecazi ya da hakiki “çeteler” sıradan insanlara, topraklarına, ormanlarına çullandıklarında, oradan oraya koşturmuş “solcu” bir avukat. Bir “sol ittifak” figürü. “Gezi ittifakı”nın suçlusu olarak birkaç isimle birlikte “kin mahpusu” o da.

İktidarın, devletinin, kuklalarının korktuğu bu tür isimler. “Geniş bir cephe ya da ittifak”ı temsil edenler. Çünkü artık durmadan seçim yenilese de “tek başına” iktidar olup “tek adam rejimi”ni sürdüremeyecek bir parti var. Hatta bir de hanedanlık. Seçim ittifakları güçtür ama olduğunda da güçlüdür. Çünkü tepkiler kadar umutları da birleştirir, ortak umutları çoğaltır.

Yoksa “geçmişi teröristerle ilişkili” birilerini arıyorsanız, bizzat iktidara bakmak, onun da kendi sabıka kaydını incelemesi yeter.

2015’ten itibaren ve ardından “darbe girişimi”yle “Fetö” yani son iki harfiyle “terörist örgüt” olanlar, yıllarca devleti içinde ve bu iktidarın ortağıydı. Ordudan Emniyet’e, yargıdan bürokrasiye her köşede, her etkili mevkide. O “teröristler”e “ne istedilerse veren” ne Demirtaş ne Özer ne Atalay’dı. Onları oraya ben de yerleştirmedim. Kimini general yapan YAŞ kararlarını, kimini hakim, savcı yapan tayinleri, kimini yüksek yargıya yerleştiren kağıtları, kimini Emniyet’in en tepelerine konuşlayan kararnameleri yoksa siz mi imzaladınız?

“Açılım süreci”nde, Oslo görüşmelerinde, İmralı gölgelerinde “terör örgütü” ile temas kuran, ilişki tesis edenler konu komşunuz mu? Ama ille de “terör örgütü” ile ilişkiyi daha taze kankalıklarda arayacaksanız, Gaffar Okan’a, Konca Kuriş’e ve daha nicelerine soracaksınız. Ne dediniz? Hepsi öldürüldü mü! Ama onların işaret ettiği birileri bugün iktidarın ve devletinin, ittifakının bir parçası değil mi? Esenyurt’ta mesela, genel ve yerel seçimlerde nasıldı o ittifak?

Meselenin bir başka boyutu da şu: Ne devlet ve iktidar ne de PKK, ittifak oluşturabilen, farklı kesimlere açılan, barış telaffuz edebilen, siyaseti ve seçimleri temel mücadele alanı gören, eh bir de “karizma” yapabilen veya yapması mümkün “bağımsız kişilikler”i seviyor. Bunda da birleşiyorlar!

Demirtaş’ın temsil ettiği, farklı kesimlere ulaşabilme ve ikna edebilme kabiliyeti, siyaset, hitabet ve seçim yoluyla geldiği ve gelebileceği nokta ikisini de nasıl diyorsunuz, “irite” etmişti; hala da ediyordur. Prof. Özer’inki de biraz öyle. Onda “ekstra”dan bir kuş daha var: İmamoğlu’nun danışmanlığını yapmış olması! Böylece İstanbul Büyükşehir Belediyesi de ister “terör yuvası” ister “terörle ilişkili” bir “yataklık” karalamasıyla “çek at” konforuna kavuşturulabilir iktidar tarafından. Bazasına da kayyum koyarsınız!

Genel seçimlerde “bir süreliğine adaylık” sürecimde Esenyurt’u da biraz yakından tanımıştım. Sokaklarda gezdiğinizde, esnafı ziyaret ettiğinizde “favori” AKP gözükür. Ancak son iki yerel seçim “ittifak”la ve oyların yarısıyla CHP kazandı. Esas suç, bu. AKP’nin çantada keklik gördüğü kimi kesimleri, hele hele yoksulları da ikna edecek isimler ve ittifaklar.

Bir elinle Öcalan’ı Meclis’e davet edip bir elinle Özgür Özel’in başını okşarken; Demirtaş ve Prof. Özer gibi isimlerin ayak altında ezilmek istenmesini siz nasıl anladınız acaba? “Terörle ilişki” meselesi olsa tamamen ve hakkıyla, devlette kim kalır acaba?

Umur Talu kimdir?

Umur Talu, ilk, orta, liseyi Galatasaray Lisesi'nde yatılı okudu. 1980'de Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi'den mezun oldu.

Üniversite döneminde Demiryolu İşçileri Sendikası ve Marmara Boğazları Belediyeler Birliği'nde çalıştı. Günaydın gazetesinde başladığı gazeteciliği, Güneş, Cumhuriyet, Milliyet, Hürriyet, tekrar Milliyet, Star, Sabah, Habertürk'te sürdürdü. Muhabirlik, ekonomi servisi yönetmenliği, yazı işleri müdürlüğü, genel yayın yönetmenliği, köşe yazarlığı, kısa süre Paris temsilciliği yaptı.

Medyakronik başta olmak üzere, çok sayıda web sitesi ile dergide makaleleri yer aldı.

Birkaç dönem Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Yönetim Kurulu'na seçildi, başkan yardımcılığında bulundu.

İstanbul Üniversitesi, Bilgi Üniversitesi ve Bahçeşehir Üniversitesi İletişim fakültelerinde ders verdi.

Türkiye medyasında ilk "ombudsman"lik kurumunun kurulmasını gerçekleştirdi. 1998'de Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi'ni hazırladı.

Çalışmaları Türkiye Basın Özgürlüğü Ödülü, iki kez Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Köşe Yazısı ÖdülüÇağdaş Gazeteciler Derneği Ödülü başta olmak üzere, çeşitli mesleki ödüllere değer görüldü. Aynı yıl, üç farklı gazetecilik örgütünden köşe yazarı ödülü aldı.

Bodrum: Yüzyıllık Yolculuk, Kadınımızın Hatıra Defteri gibi belgesellerde metin yazarlığını yaptı.

Sosyal Demokrasi, Fransa Bölümü (Turhan) Uçuran Bey Postanesi (Milliyet), Dipsiz Medya (İletişim), Bedelli Gazetecilik (Everest) , Senin Adın Corona Olsun (Literatür) kitapları yayımlandı. Keynes'in (O. E. Moggridge, Afa Yay.) çevirisini yaptı. 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Hayırlısıyla yeni yıla girecek dünya, böyle bir gezegen işte!

Aslında felaketler adres sorabiliyor ama adilikler, adaletsizlikler, umursamazlıklar, açgözlülükler, emperyalist veya muktedir kibri, beton- imar affı fetişizmi; 50 bin can alan depremimizde olduğu gibi, binlerce insanı silip gömüyordu!

Varoluşun ve unutuşun, unutuluşun tefekkürü!

“Nostalji” esasen düne değil, galiba bugüne dair. Geçmiş bugünde ne kadarcık kaldıysa. Bazen, hatırınıza geldiğinde, çoktan hatıra olmuştur bile!

Nedense… Çok sıkıntılı!

Geçim şartlarını, düğün şartnamelerini, iş ve işsizlik felaketini, ücret ve maaş sefaletini, kira faciasını biliyorsunuz. Sizin aklınıza geliyor. Ama kiminin aklına gelmiyor bile “nedense.” Sorumluluk “beğenmemek” oluyor; sorumlu da gençler

"
"