13 Şubat 2024

Erkekler yazamıyordu… Füruzan'ın yazması gerekti!

Yusuf Atılgan gibi bir yazar bile, bir "erkeklik cinayeti"nden yola çıkmış bir "erkeklik cinneti"ni anlatmayı seçmiştir. "Öldürülen gelin" veya temizlikçi Zeynep ile "Müşteri kadın" (Şahika Tekand) bir erkek hikâyesinin figüranları olarak kalır!   

Sevgi Soysal'ın yazması gerekmişti. Adalet Ağaoğlu'nun da.

Tezer Özlü'nün yazarak tükenmesi gerekmişti. Tomris Uyar yazmalıydı, Oya Baydar, Buket Uzuner de. Gülten Akın derinden hissetmeli, Nilgün Marmara ve Didem Madak o hissiyatın derinliklerinde kısacık yaşamalı ama aramızda uzun uzun kalmalıydı. Kim bilir, belki Bilge Olgaç gibi yanmalıydı.

Daha daha önce, kadının kaleminin büyük cesaret olduğu çağlar; Emine Semiye, Makbule Leman, Fatma Aliye, Yaşar Nezihe, Fatma Hayrünnisa, Sadiye Vefik, Nezihe Muhiddin, Suat Derviş ve başkaları…

Onlar yazmalıydı kadını; çünkü erkekler yazamıyordu, nesneleştirmeden yazmaları ah ne zordu!

Füruzan

Özgecan; kadını yazamayan, kadını anlamayan, kadının hayat hakkını sığ gören erkekler dünyasında, o erkekleri yetiştiren kimi kadının da işbirliğiyle kararan o genç kızlar, genç kadınlar, ilelebet hakarete, cürete, esarete mahkûm kadınlar dünyasında, yargının önyargıyla donandığı otoriter adalet âleminde gencecik, paramparça bir kurbandı.

Ondan birkaç yıl sonra, ondan biraz daha büyükken, 27 yaşında yine bir "erkeklik cinayeti"nde öldürülüp yakılan Pınar Gültekin gibi.

Hafifletici sebep, iyi hâl, tahrik, haksız tahrik gibi otoriter erkeklik düzeni kimyasalı yumoşlarla yargının merhamet arayıp durduğu cani erkekler dünyası kurbanlarıydı.

Anayurt Oteli

Madem edebiyattan girdik "erkeklik cinayetleri"ne, madem Ula Akyaka'da öldürülen Pınar'a vardık hemen…

Yine edebiyatla, hatta sinemayla çıkıp gidelim yazının içinden; öyle hunharca kaybedilen tüm kadınlara ve kadınlara akıllarını, kalplerini, bilgilerini, birikimlerini, duygularını, kalemlerini adamış yazan, çizen, düşünen, anlatan tüm kadınlara saygıyla.

Pınar'ın yaşadığı, ölüme sürüklendiği Muğla Ula, Anayurt Oteli'nin de ilham kaynağı olan bir "erkek cinayeti"nin de sahnesidir.

Korunmuş ya da restore edilmiş tarihi evleri, her yaştan bisikletlisiyle Ula.

Manisalı Yusuf Atılgan, Ula'daki Savcı Dostu Cevat'tan bir cinayeti dinler. Bir gelin hem de evlendiği gece, dosyadaki deyişle "gerdek gecesi" öldürülmüştür.

Dosyayı ister. Üstünde çalışır.

Ve Ula'daki olayı Manisa'ya taşır. Hem de çifte cinayetle.

İlk yazdığında adı "Anavatan Oteli" olup yayıncısının adını "Anayurt" yaptığı otel Manisa'dadır. Yusuf Atılgan'ın, henüz 1 yaşında, çekilen Yunan ordusu kenti yaktığında annesinin kolları arasında Spil Dağına kaçırılıp hayata sarıldığı Manisa.

Aynı gün, 3 yaşındaki İlhan Berk'in de yanan kentten yine Spil Dağına kaçırılarak hayata tutunduğu; onlara katılmayıp yangın ortasında kalan ablasının alevler içinde can verdiği Manisa.

İki çocuğa da travmalarını, acı anlatıları, yitirilen evleri ve kayıp yakınları miras bırakan Manisa.

O Anayurt yani Anavatan Oteli'nin yerinde, yani hemen hemen orada, bugün Anavatan Apartmanı bulunuyor. Tam dört yol ağzında, Yusuf Atılgan'ı hatırlıyor mu, kim bilir!

Kitapta ve Ömer Kavur'un aynı adlı filminde otelin yöneticisi Zebercet (Macit Koper) bir misafir kadına (Şahika Tekand) kafasını takar, o gittikten sonra bu saplantı haline dönüşür.

Zaman zaman koynuna girdiği temizlikçi Zeynep'i (Serra Yılmaz) öldürdükten sonra da Adliyede bir duruşma izlemeye koyulur. İntihar edene kadar sanki kendi duruşmasıymış gibi orada adeta ifade verir.

İşte o duruşmadaki vaka, Atılgan'ın Ula Savcısı Cevat Bey'den aldığı dosyadaki "gelin cinayeti"dir!

(Atılgan'ın 23 yaş genç arkadaşı öğretmen Halil Şahan'a mektuplarından oluşan "Sevgili Halil Kardeş"te bu anlatılır.)

Yusuf Atılgan gibi bir yazar bile, bir "erkeklik cinayeti"nden yola çıkmış bir "erkeklik cinneti"ni anlatmayı seçmiştir. "Öldürülen gelin" veya temizlikçi Zeynep ile "Müşteri kadın" (Şahika Tekand) bir erkek hikâyesinin figüranları olarak kalır!   

 O yüzden, kadınların kadınları yazması çok gerekliydi işte. Ki erkekler de anlayabilsin!

Anayurt Devleti

Elbette, burası Türkiye, burada kadınlar kadar nice erkeğe de çıkış yok.

"Erkeklik cinayetleri"nde kadınlar can vermişken, kalan erkeklere kalan sağlar muamelesi yapan hukuk, adalet, vicdan sistemimizde "bazı erkekleri öldüren erkekler" için de hayat cehennem olmaz!

Nitekim Midyat'ta 1994'ten itibaren iki yıl içinde gözaltında kaybedilen 9 kişiye ait dosya "zaman aşımı"na uğradı, adalet ise onları yok etmekten sorumlu komutan ve astsubaylara uğramadı!

Hep söylediğim şey: Misal bugünlerde devletin adaletsizliği, ayrımcılığı, kayırmacılığı karşısında bir kez daha "emeklileri" vasıtasıyla hak arayan astsubaylara!

Bu devlet, bu adalet, bu sistem sizin hor görülen insanlara karşı haksızlıklarınızı kollamak, ama sizi hor gören amirlerinizin, komutanlarınızın, devletin sizi maruz bıraktığı haksızlıkları ise aynen o şekilde korumak üzere örgütlüdür!

Kim bu ülkede, cinsiyetinden, toplumsal cinsiyet kimliğinden, statüsünden, rütbesinden, sınıfından, etnik-dini kimliği-kimliksizliği ya da itirazından ötürü sistemli biçimde mağdur oluyorsa, bilmeli ki altta ve aşağıda sayılanı mağdur etme, kurban etme, ezip geçme bizatihi sistemin kendisidir.

Ve hepsine birden infial, itiraz ve isyan olmadan hiçbiri huzura ve adalete eremez!

Bu adaletsizlikleri görenler, yazanlar, haykıranlar;  kadın ya da erkek, bu ülkenin sadece edebi değil, ebedi vicdanlarıdır!

Umur Talu kimdir?

Umur Talu, ilk, orta, liseyi Galatasaray Lisesi'nde yatılı okudu. 1980'de Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi'den mezun oldu.

Üniversite döneminde Demiryolu İşçileri Sendikası ve Marmara Boğazları Belediyeler Birliği'nde çalıştı. Günaydın gazetesinde başladığı gazeteciliği, Güneş, Cumhuriyet, Milliyet, Hürriyet, tekrar Milliyet, Star, Sabah, Habertürk'te sürdürdü. Muhabirlik, ekonomi servisi yönetmenliği, yazı işleri müdürlüğü, genel yayın yönetmenliği, köşe yazarlığı, kısa süre Paris temsilciliği yaptı.

Medyakronik başta olmak üzere, çok sayıda web sitesi ile dergide makaleleri yer aldı.

Birkaç dönem Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Yönetim Kurulu'na seçildi, başkan yardımcılığında bulundu.

İstanbul Üniversitesi, Bilgi Üniversitesi ve Bahçeşehir Üniversitesi İletişim fakültelerinde ders verdi.

Türkiye medyasında ilk "ombudsman"lik kurumunun kurulmasını gerçekleştirdi. 1998'de Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi'ni hazırladı.

Çalışmaları Türkiye Basın Özgürlüğü Ödülü, iki kez Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Köşe Yazısı ÖdülüÇağdaş Gazeteciler Derneği Ödülü başta olmak üzere, çeşitli mesleki ödüllere değer görüldü. Aynı yıl, üç farklı gazetecilik örgütünden köşe yazarı ödülü aldı.

Bodrum: Yüzyıllık Yolculuk, Kadınımızın Hatıra Defteri gibi belgesellerde metin yazarlığını yaptı.

Sosyal Demokrasi, Fransa Bölümü (Turhan) Uçuran Bey Postanesi (Milliyet) , Dipsiz Medya (İletişim) , Bedelli Gazetecilik (Everest) , Senin Adın Corona Olsun (Literatür) kitapları yayımlandı. Keynes'in (O. E. Moggridge, Afa Yay.) çevirisini yaptı.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Yalan, korku, panik, endişe ve huzur bozmak!

Nasuh Mahruki ve her enkaza koşanlar; el uzatırken, can kurtarmaya çalışırken, hayatlarında gördükleri bu çok büyük felaketlerde insanlık ve dayanışma taşırken, “orada kimse var mı” diye sormuşlar ama “orada kim var, kimlerdendir, bizden midir, kime oy vermiştir, inancı, etnisitesi nedir” diye sormamışlardı. Siz ise, iktidar iktidar, sürekli bu ayrımın, ayrımcılığın kin ve nefretiyle yaşıyorsunuz. Kibirli kininiz sürekli olarak av peşinde

N’olur yine mahvetme bizi!

Sen kimsin, ha kimsin! Haddini bil ABD Başkanı! Kendine gel ey Trump! “Mahvetmek”se biz yaparız, biz herkesten önce mahvederiz

Büyümez ölü çocuklar, göze görünmez ölüler!

Aile Bakanı olsak, hatta o makamlarda kadın, hatta anne bile olsak, “Her şey parasızlık yüzünden değil” der, görev ifa ederiz. Değiliz ki. Aklımıza, kalbimize, öfkemize sığdırmaya çalışıyoruz, ancak ölü olduktan sonra çocukla

"
"