10 Eylül 2024

Bu dere buz bağlamış… Dibi Narin bağlamış!

Narin'in kalıcı bir vasiyeti olmalı; son nefesinde yazdığı, bir çuvalın içinde, derenin sularına bıraktığı! Derelerden damarlarımıza aksın ve aklımızı, kalbimizi hafızasız ve duyarsız bir çoraklıktan çıkarsın diye

Narin Güran

Henüz sekizinde bir kız çocuksun; bütün sistem Narin bedenine çökmüş.

İlk yükün, aile olmuş.

Sonra belki ille de seni bir şekle sokmak isteyen Kur'an kursu.

Köy var, omuzlarında.

Sonra erkekler cehennemi.

Siyasi parti kuşatmış; siyaset ağlar örmüş.

Devlet ve iktidar bütün bu cehennemi yeniden yeniden üretmiş.

Henüz sekizinde bir çocuksun; zaten çoktan yorgunsun. Gülümsüyorsun, neşe dolmak istiyorsun; çocuk olduğun için, kız olduğun için, kadın olacağın için hepsi gülücüklerinin üzerine yürümüş.

İlk zanlıların, aileden. Elinde Elif Ba; sana "din" adına aşağıda, itaat-biat yolları biçen kurstan, çevreden.

Ölümüne sessizlik, sessizlik suçuna ortaklık köyden, mahalleden, "Aileyi tanırdık" diyerek sessizliği olağanlaştıran hemşehrin partiliden.

Kızı, kadını hor gören, kul gören, köle gören, araç gören erkekler sokaktan, kahveden, konu komşudan, her yerden.

Çocuk evliliklerine fetva çıkaran, namus namus diye inlerken küçük çocukların kirletildiği, ezildiği, un ufak edildiği, taciz, tecavüz, ensest uçurumlarına yuvarlandığı bir cehennemi fetvalarla, kanunlarla, rızalarla, kollamalarla sık sık meşrulaştıran kâbuslar devletten, yerel ve merkezi güçlülerden, iktidardan, muktedirlerden.

Binlerce binlerce Narinsin; binlerce Leyla, Dilansın. Cehennemin nice sessizliğinde sessizce yok edilmiş binlerce binlerce çocuğun, hele kız çocukların son nefesi olmuşsun. 19 gün canım, 19 gün; o son nefesi bir çuval içinde, taşların altında, kırıklarınla, çürüklerinle, en son neyi ve kimi görmüşsen, hangi acılardan acılara sürüklenmişsen, işte o çığlıklarla duyurmuşsun.

Ah bir de bu yük işte; vicdanımız çok geç yetişebiliyor. Ancak neden sonra elini taşın altına koyabiliyor, küçük cesedinin üzerine yığılmış taşları kaldırabiliyor, ancak cenaze kaldırabiliyor, ancak koşabiliyor dere yatağına.

Suçlu aranıyor; suç mahalli ve suça ortak ahali hiç değişmeden, durmadan tahkim edilerek.

Sen daha doğmamıştın; ölmek, öldürülmek için henüz doğmamıştın.

Bu düzen 12-13 yaşında bir kızın üzerine çullanmıştı. Önce yaşının iki katı erkeğin tecavüzüyle, sonra bunu "rıza" diyerek meşrulaştırmak için uğraşan dini, milli, hukuki, devletli kuşatmayla. Nihayetinde onun cehenneminin zebanileri en alt sınırdan bir cezayla kurtuldu; bazıları daha da kollanarak.

"Suç ortaklığı" üzerine onca yazımdan biri şöyleymiş:

"N.Ç.'nin adı neydi peki?

T.C. karşısında N.Ç.'nin hükmü neydi?

Şöyle düşünün.

"Kuvvetler ayrılığı" devletinin tüm kuvvetleri, bir çocuğu kıstırmış.

26 erkek, yürütmeden.

Bürokrat, asker, öğretmen tecavüzcü.

Onları kollayan kanunlar, yasamadan.

Küçük bir kızı "rızası vardı" diye ezip geçen kararlar, bağımsız yargıdan.

"Kuvvetler" öyle bir birlik içinde ki; karşısında ne 13 yaşında durabilir N.Ç., ne 18'ine geldiğinde!

Yani, 4 aylık bir Nergiz de ölmese, büyüse…

Keşke öyle olsa ama…

Onu da bekleyen "erkek kuvvetler birliği" böyle bir şey. Çünkü bu ülkede 26 erkek, yargı kararı, yüksek yargı onayı, Meclis kanunu ve devlet kollamasıyla, bir küçük kız, bir N.Ç.'nin hayatını yok etmeye değer demek!

26 erkeği ve erkekliği korumak için, bir çocuğun hep birlikte harcanması demek!

Başta ana, baba; okul, işyeri, askerlik, aşiret, cemiyet, cemaat, töre, örgüt vesaire hep erkeğe düşkün!

Düzen değiştirmeye soyunan nicesi bile; kadına, bacıya hükmederek düzeni yeniden giyinip kuşanmadı mı!

"Ana gibi yar olmaz" diye atıp tutan kütük kültür; kadına, kıza, kız kardeşe, eşe, işteki "bayan arkadaş"a tahakkümle üstünlük ve güç tahkim ediyor.

İkiyüzlü yalan yavşak bir "bağyan saygısı" ve sözde "çocuk sevgisi" her fırsatta, güçsüz bir bedeni, tedirgin bir ruhu ezip geçiyor.

Belki de birçok kadının da "omerta"ya boyun eğdiği suç ortaklığı ve sessizlikle seni bir dere yatağına, taşların altına sürükleyen koca bir çark var; milyonlarca insanı ezen düzenin en zayıf halkası olan bir çocuğun üzerine çullanıyor. Sorsan "ahlak" var, "namus" var; sorsan "inanç" var, "aile" var!

Bu düzenin gerçek, hakiki bir ahlakı, hakim bir kamu vicdanı ve vicdanlı kanunları, yönetenleri olsa, sadece son halkadaki suçlulara ceza vermek üzere, sadece kamuoyu baskısı var diye kendince seferber olmaz, bu cehennemi daha baştan okul okul çocuklara anlatırdı. Anlatırdı ki, onlar bir sonraki kuşağa bu aklı, bu vicdanı, bu itaat-biat ve şiddet cehennemini değiştirebilecek bir yüreği büyüte büyüte büyüsünler.

Narin kızım; kızlarına hasret bir babanın kalbini koyuyorum, milyonlarca kalp atışının sahibiyle birlikte.

Yine bir derede yok olmuş Ceylanpınar ve taşeronluk kölesi 10 çocuk işçiyi de anarak. Minicik bir yevmiye için koyun sağmaya götürülürken bir kamyon kasasında, bir dereye düşürülerek cansız bedenleri sulardan toplanan "çocuk çocuk işçi sınıfı"nı. İşlerden aileye, sokaklardan mahalleye; cezasız kalan köleleştirmelere, cezasız kalan çürüyüşlere, cezasız kalan nice cinayete lanetle. Sadece hayatı elinden alınanları değil, hayatı bir ömür boyu çalınanların da sessiz nefesini hissederek.

Başlıktaki Diyarbakır türküsü şöyle akar dere dere:

Bu dere buz bağlamış

Dibi Nergiz bağlamış

Sadece Eğertutmaz Deresinin değil, bu çamurdan, kirden, pastan, taş yığınından düzenin dibi Narin bağlamıştır artık!

Münferit değil, "mütemadi"dir suçu, suç ortaklığı, şiddeti!

Hoyrat bir toplum ve devlet düzeninde; bedenlerine ve ruhlarına taş üstüne taş yığılan bütün çocuklar Narin'dir.

Narin'in kalıcı bir vasiyeti olmalı; son nefesinde yazdığı, bir çuvalın içinde, derenin sularına bıraktığı! Derelerden damarlarımıza aksın ve aklımızı, kalbimizi hafızasız ve duyarsız bir çoraklıktan çıkarsın diye.

Umur Talu kimdir?

Umur Talu, ilk, orta, liseyi Galatasaray Lisesi'nde yatılı okudu. 1980'de Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi'den mezun oldu.

Üniversite döneminde Demiryolu İşçileri Sendikası ve Marmara Boğazları Belediyeler Birliği'nde çalıştı. Günaydın gazetesinde başladığı gazeteciliği, Güneş, Cumhuriyet, Milliyet, Hürriyet, tekrar Milliyet, Star, Sabah, Habertürk'te sürdürdü. Muhabirlik, ekonomi servisi yönetmenliği, yazı işleri müdürlüğü, genel yayın yönetmenliği, köşe yazarlığı, kısa süre Paris temsilciliği yaptı.

Medyakronik başta olmak üzere, çok sayıda web sitesi ile dergide makaleleri yer aldı.

Birkaç dönem Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Yönetim Kurulu'na seçildi, başkan yardımcılığında bulundu.

İstanbul Üniversitesi, Bilgi Üniversitesi ve Bahçeşehir Üniversitesi İletişim fakültelerinde ders verdi.

Türkiye medyasında ilk "ombudsman"lik kurumunun kurulmasını gerçekleştirdi. 1998'de Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi'ni hazırladı.

Çalışmaları Türkiye Basın Özgürlüğü Ödülü, iki kez Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Köşe Yazısı ÖdülüÇağdaş Gazeteciler Derneği Ödülü başta olmak üzere, çeşitli mesleki ödüllere değer görüldü. Aynı yıl, üç farklı gazetecilik örgütünden köşe yazarı ödülü aldı.

Bodrum: Yüzyıllık Yolculuk, Kadınımızın Hatıra Defteri gibi belgesellerde metin yazarlığını yaptı.

Sosyal Demokrasi, Fransa Bölümü (Turhan) Uçuran Bey Postanesi (Milliyet), Dipsiz Medya (İletişim), Bedelli Gazetecilik (Everest) , Senin Adın Corona Olsun (Literatür) kitapları yayımlandı. Keynes'in (O. E. Moggridge, Afa Yay.) çevirisini yaptı. 

Yazarın Diğer Yazıları

Al sana ‘sınırsız’ internet!

Neden bu kadar sahip çıkıyorlar? Sadece Elon Musk’ın müthiş zekasına hayranlıkla mı? Yoksa henüz Trump başkan bile değilken, misal X’in tam da onun sevdiği türden “yalan haberler ve söylentiler”i yayabilme hızından da ötürü mü?

Tahakküm düzeni, Maçokrasi!

Neden öncelikle kadınlar? Çünkü her yerde, bir biçimde bu manevi ve maddi şiddeti, baskıyı, tahakkümü en çok hisseden onlar

Tramvayın son durağı!

Çocuklarınızın haklarını, özgürlüklerini, kişiliklerini, kimliklerini, geleceklerini, umutlarını, hayallerini, ülkenin ortak aklını böyle bir “tramvay”ın raydan çıkarmasını aklınız ve kalbiniz kabul edebiliyor mu?

"
"