13 Ocak 2024

Adını mutlu koymuşlar, sen ölüme atlıyorsun!

İnsanca yaşamak yerine hayatta kalmaya mahkûm edildi milyonlarca insan

Milyonlarca insanın hayattan aldığı pay küçülüyor.

Sadece yeme içme, giyim kuşam değil; hayattan bir gülümseme alabilme hakkı eriyor, yok oluyor.

Biraz daha iyi bir yerde yaşayabilme, biraz olsun tatil yapıp farklı bir yer görebilme, arada bir de olsa kültürel faaliyete katılma yahut yararlanma, zaten posa gibi kalmış boş zamanları biraz hoş zamanlara çevirebilme, insan gibi sosyal ilişkiler kurabilme, saygı görebilme hakkı yok ediliyor.

Hak ve özgürlükleri gasp ediliyor.

İnsanların insanlıkları çalınıyor…

Ve en kötüsü de, insanların çoğu, çoğunluğu; kendilerinden, hayatlarından, umutlarından, haklarından, özgürlüklerinden, bırakın bugünü, gençliklerinin veya çocuklarının geleceklerinden aşırılanlar ile bu örgütlü soygun ve dayatmanın diğer mağdurları arasında bağ kuramıyor.

Oysa…

Yolsuzluk, kayırma, mafyalaşma haberleri yaptığı için baskı gören gazetecinin başına gelen ile sofranızdan sistemli bir şekilde çalan örgütlü haksızlık arasında doğrudan bağ var.

Oysa…

Ezilenlerin, mağdurların haklarını savunduğu için, milletvekili seçildiği halde, Anayasa da ihlal edilerek hapiste tutulan Can Atalay'ın hak ve özgürlüğünden çalınan ile daha zam yapılırken enflasyona haracı kesilen sözde ücret, maaş artışı arasında doğrudan bağ var.

İnsanca yaşamak yerine hayatta kalmaya mahkûm edildi milyonlarca insan.

Sadece hayatta kalmaya mahkûmiyet ile sadece kin ve nefret silsilesinde verilmiş müebbet hapis arasında da doğrudan bağ var.

Dışarıdasınız ama müebbede mahkûmsunuz.

İnsanca yaşamak hakkınız ama bu haktan men ediliyorsunuz.

İnsanca yaşamak üzere kağıt üstünde özgürsünüz ama özgürlüğünüz kısıtlı, elinizden alınmış, bu hayatta bir nevi rehinesiniz.

İş yerinin, işsizlik korkusunun, hasta bile olmamak zorunluğunun, çocukları doyurmak-okutmak için yüklenmeniz ve zincirlenmeniz gereken her anın ve her şeyin, buyurgan bir düzende sizi itaate-biate-teslim olmaya zorlayan her adımın "özgür esiri"siniz belki de.

Hayat isteyip yapabildiklerinizle değil de, istemeyip yaptıklarınız ve isteyip yapamadıklarınızla geçiyorsa genellikle, hayatta kalmaya mahkûm ama her an zihnen, bedenen, maddi bakımdan düşmeye, düşürülmeye, ezilip geçilmeye de adaysınız.

Devirdiğiniz birbirine benzer ama her yenisi bir öncekini de ezen günler, birkaç neşeli fotoyla ölümsüz sandığınız ama sanki artık hüzünle gülümseyen anlar-anılar arasında; mümkün hayallerin dahi hayaletler halinde sizden kaçıp gitmesine hayatta kalmak diyebilirsiniz elbette…

İnsanca yaşamak hakkınızdı oysa.

Yüzyıllar boyu milyonlar milyonlarca insan bunun için kendilerini feda edebildi; kalanlar, gelenler, gelecek olanlar daha insanca yaşayabilsin diye.

Yüzyıllar boyu hak ve özgürlük adına ne kazanıldıysa, bir gün kasası veya masası güçlü birileri açıkça veya hınzırca, arsızca sizden çalsın diye değildi.

Ülkede milyonlarca vatandaş, bazen kendi derdini bile unutup "arsız veya açgözlüler"e dair hikâyelerin peşine düşüyor…

Kripto para dolandırıcıları, fenomen soygunları, parayı kapıp kaçanların hikâyeleri…

Lakin onlara bakarken, esasen herkes, tabii herkes değil, "herkes"in büyük kısmı ayakta soyuluyor. Hayatta kalmaya çalışırken kemiriliyor, tırtıklanıyor, bazen büyük parçalar halinde yolunuyor.

Hiçbir özel hesap yapmanıza gerek yok:

Ücret ve maaş zamları, emekli sadakaları hangi "enflasyon"a göre yapılıyor, çarşı pazar, market veya devlet zamları hangi "enflasyon" ile bindiriliyor; yaşadığınızı görün, yeter.

Aradaki fark; gelir aktarımı, en güçsüz olanlardan biraz daha biraz daha kan emilmesi ve sistemin kudretlilerinin bununla beslenmesi demek işte.

Gelir dağılımı hesaplanabilir bir şey ve kötüye gidiyor. Aynı Türkiye'nin dünya çapında en kötüler arasına yuvarlandığı "sefalet endeksi" gibi.

Fakat "hayattan hak edilen pay"ın kolay bir hesabı, açık bir istatistiği yok.

Buna ister huzur, ister güven, ister mutluluk, ister insanca yaşamak deyin; sonra kendi payınızı kendiniz hesaplayın.

Kimilerinin hayatlarında izlediğiniz, dizilerle, fenomenlerle, hülyalarla, öykünmelerle müebbet seyircisi kaldığınız şeylere paydaş değilsiniz büyük ihtimalle.

İnsan değişmek içindir ama değiştirmek içindir de.

İnsan tevekkül ve teşekkür erbabıdır ama aynı zamanda umudun ve isyanın da tarihidir.

İnsan sadece kendini anlamaya çalışmakla değil, dünyayı ve insanlığı anlamakla da insan olur.

İnsan dayatılana biat itaat etmediği ölçüde, en azından insanca yaşamak denen bir ufkun yolcusu, öncüsü, mücadelecisi olabilir.

İnsan sadece hayatta kalmaya mahkûm edilen, ayakta kalabilmek için çırpınan ve coğrafyadan coğrafyaya kitle halinde ezilip katledilen olmakla yetinemez!

7, 4, 23, 6… Bu sayılar nedir, biliyor musunuz? Sorumlusu var mıdır, düşünüyor musunuz?

Aynı cümlede geçireyim şimdi hepsini:

Kilis 7 Aralık Üniversitesi 4'üncü sınıf öğrencisi 23 yaşındaki M.U. yurtta 6'ıncı kattan ölüme atladı!

Rehberlik, Psikolojik Danışmanlık öğrencisiymiş genç kız.

Aynı üniversitenin Çocuk Gelişimi bölümü öğrencisi 19 yaşındaki B. S'nin aynı yurtta kendini ölüme asışının 10'uncu yıldönümünde adeta.

M'nin adını yazmıyorum ama neresinden baksan "uğurlu, mutlu, bahtiyar, kutlu, saadet, iyilik" anlamlarına geliyor. Ailesi öyle olsun istemiş bebeklerine kavuşurken.

Sonra bu ülke, bu devlet, bu toplum düzeninde; bu eğitim sistemi, bu maço ve militarist iklimde, bir genç kız nefes alamaz hale geliyor; hem de Psikolojik Danışmanlık yapıp bunalanlara yardımcı olmayı seçtikten sonra!

Bu gençlere umudu taşıyabilmek hepimizin meselesi olmayacaksa, bu yazıyı unutun gitsin!

Tabii kendiniz ve çevreniz ile bu kesif karanlık ile inadına umut arasında bir bağ kurmuyorsanız da.

Umur Talu kimdir?

Umur Talu, ilk, orta, liseyi Galatasaray Lisesi'nde yatılı okudu. 1980'de Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi'den mezun oldu.

Üniversite döneminde Demiryolu İşçileri Sendikası ve Marmara Boğazları Belediyeler Birliği'nde çalıştı. Günaydın gazetesinde başladığı gazeteciliği, Güneş, Cumhuriyet, Milliyet, Hürriyet, tekrar Milliyet, Star, Sabah, Habertürk'te sürdürdü. Muhabirlik, ekonomi servisi yönetmenliği, yazı işleri müdürlüğü, genel yayın yönetmenliği, köşe yazarlığı, kısa süre Paris temsilciliği yaptı.

Medyakronik başta olmak üzere, çok sayıda web sitesi ile dergide makaleleri yer aldı.

Birkaç dönem Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Yönetim Kurulu'na seçildi, başkan yardımcılığında bulundu.

İstanbul Üniversitesi, Bilgi Üniversitesi ve Bahçeşehir Üniversitesi İletişim fakültelerinde ders verdi.

Türkiye medyasında ilk "ombudsman"lik kurumunun kurulmasını gerçekleştirdi. 1998'de Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi'ni hazırladı.

Çalışmaları Türkiye Basın Özgürlüğü Ödülü, iki kez Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Köşe Yazısı ÖdülüÇağdaş Gazeteciler Derneği Ödülü başta olmak üzere, çeşitli mesleki ödüllere değer görüldü. Aynı yıl, üç farklı gazetecilik örgütünden köşe yazarı ödülü aldı.

Bodrum: Yüzyıllık Yolculuk, Kadınımızın Hatıra Defteri gibi belgesellerde metin yazarlığını yaptı.

Sosyal Demokrasi, Fransa Bölümü (Turhan) Uçuran Bey Postanesi (Milliyet) , Dipsiz Medya (İletişim) , Bedelli Gazetecilik (Everest) , Senin Adın Corona Olsun (Literatür) kitapları yayımlandı. Keynes'in (O. E. Moggridge, Afa Yay. ) çevirisini yaptı.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Vicdan enternasyonali!

Orleck ve gibiler bize şunu da anlatıyor: Tamam kimlikler var ve doğuştan insanı kavrıyor, kuşatıyor, kişiliğinin temellerini de oluşturuyor ama, istisnai kimi durum dışında… Öyle herkesi içine alan bir "kimlik kişiliği" yok. "Bütün Yahudiler, bütün İsrailliler" yok. "Bütün Araplar" yok. "Bütün Amerikalılar" yok."Bütün Türkler" yok. İyiler ve kötüler var kabaca

Sirkte şirk!

Kim size milyonlarca çocuğun zihnini, kalbini, duygularını, ancak gelecekte olgunlaşabilecek inancını veya inançsızlığını, kişiliğini, ruhunu sorgulama, deşme, didikleme hakkını verdi?

Aklı ve duyguları esir düşürmemek!

Bu dayatmalara, bu esaret zincirine, bu zihinsel ve duygusal işgale karşı, gerçekten ülkeleri ve çocukları için özgür, adil, hakkaniyetli, bilime ve eleştirel düşünceye dayalı bir gelecek isteyen aileler "evde eğitim"e de önem vermeli. Ne yapıp edip önce öğrenerek belki; zaman ayırarak sıkılmadan